17 Ağustos 1999’da gerçekleşen Gölcük merkezli depremin üzerinden 15 yıl geçti. 15 yıl önce başta Gölcük olmak üzere neredeyse tüm Marmara Bölgesi 7.4 büyüklüğünde olan depremin etkisini yaşadı. İnsan odaklı bir kentleşmeyle zararı en aza indirilebilecek bu deprem bir devlet katliamına dönüşerek binlerce insanın ölümüne ve binlercesinin yaralanmasına neden oldu.
“Yaralar sarılacak” açıklamalarını her doğal felakette duymaya alışkın olan on milyonlarca insan bu yalanla bir taraftan avutulurken, TBMM’nin ne büyük bir gayretkeşlikle çalıştığını gördü. Henüz binlerce insanın enkaz altında cesetleri soğumamışken, sağ kalanlar kurtarılmayı beklerken bu gibi felaketlere hiç bir hazırlığı olmayan sermaye devletinin meclisinden alelacele mezarda emeklilik yasası geçti. Sonrasında oluşturulan deprem fonu olası depremlere karşı bir önlem olarak kullanılmak yerine sermayenin ihtiyaçları için hortumlandı.
Bir deprem ülkesi olarak kabul edilen Türkiye’de defalarca böylesine yıkımlar yaşandı. 1900’lü yılların başından günümüze kadar, orta ve büyük ölçekte 150’den fazla deprem yaşandı. Bu depremlerin otuza yakını da büyük ölçekli depremlerdir. Resmi kayıtlara göre bu depremlerde 100 binden fazla insan hayatını kaybetti. Türkiye’nin yüzde 66’sı 1. ve 2. derecede deprem tehlikesi altında bulunmaktadır. Nüfusu bir milyonun üzerinde olan 11 büyük kent bulunmaktadır. Bu topraklarda yaşayanların yüzde 70’i, 1. ve 2.derecede deprem tehlikesi altındadır. Yine büyük sanayi tesislerinin yüzde 75’i deprem tehlikesi altında bulunmaktadır.
Deprem de diğer “doğal felaketler” gibi bir doğa olayı olmakla birlikte zararını en aza indirmek imkansız değildir. 17 Ağustos depreminin 15. yılı vesilesiyle bir açıklama yapan İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi depremin yıkıcı sonuçlarının önüne geçmek için şu tespitlerde bulundu:
‘Yapı stokunun durumu ve deprem’
“Ne yazık ki bir doğa olayı olması gereken depremi kendi ellerimizle afete dönüştürüyoruz. Bu durum sorunun asıl kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde bulunan yapı stokunu depreme hazırlamanın ve deprem zararlarından korumanın en bilimsel ve akılcı yolu bütünlüklü bir planlama anlayışının sürdürülmesidir. Ayrıca bilimsel bilgi ve bütünlüklü bir planlama anlayışına bağlı olarak;
a. Mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi gerekir,
b. Onarım ve güçlendirilme çalışmaları rasyonel ve ekonomik değilse yıkılıp yeniden yapılması gerekir,
c. Yeni yapılacak yapıların yeterli ölçüde mühendislik hizmeti alması ve denetlenmesi gerekir,
d. Deprem riskini gidermek için yapıların sigortalı olması gerekir.
17 Ağustos’tan bugüne değişen hiçbir şey yok
Ne yazık ki 17 Ağustos 1999 depreminin üzerinden 15 yıl geçmiş olmasına rağmen bu dört alanda da önemli ölçüde sorun var. 2007 Deprem Yönetmeliği’nin önemli bir bölümü yapıların güçlendirilmesine ayrılmış olmasına rağmen güçlendirme konusu tamamen devre dışı kalmıştır. Yeni yapılan yapıların proje ve uygulamalarında sorun var. Projelerin ve yapı üretim evresinin denetlenmesi yetersiz ve sorunlu. Yaşanacak bir depremde hasar görecek yapının riskini azaltmanın bir yolu olması gereken sigorta yaptırma konusunda da sorun var. DASK kapsamında sigortalı konut oranı yaklaşık olarak %35 seviyesinde.
En çok kullanılan kurumlar deprem tehlikesinde
Ayrıca hastane ve okullarımız başta olmak üzere diğer kamu yapılarımızın önemli bir kısmı da bugün deprem riski altında bulunmaktadır. Eski eserlerimiz, müzelerimiz, apartmandan bozma okul, dershane, klinik, üniversite binaları, yurtlar da önemli ölçüde deprem riski altında bulunmaktadır. İnsanlarımızın toplu olarak çalıştıkları endüstri tesisleri, küçük ve büyük iş yerleri, apartman altı küçük boy işletmeler de deprem riski altında bulunmaktadır. Açıkçası yapı stokumuzun durumu hiç de iç açıcı değildir.
İstanbul ve deprem
Bugün, 1999-2003 yılları arasında çadır yeri ve toplanma alanı olarak belirlenmiş olan toplam 470 boş alanın neredeyse 3/4 ü olmak üzere, Silivri’den Tuzla’ya kadar her yer yapılaştı ve ranta kurban edildi. Deprem sonrasında evlerinden çıkan insanların gidecekleri, toplanacakları boş alan kalmadı. Açıkçası İstanbul bugün 1999 yılından daha iyi ve daha iç açıcı bir durumda değildir.”
Tüm bu verilerle birlikte düşünüldüğünde, 17 Ağustos depreminin 15. yılında yaşanılacak olası bir depremin sonuçlarının faturasının ne kadar ağır olacağı açığa çıkıyor. Bu felaketin bedelini ödeyecek olan işçi ve emekçiler olurken sorumlusu ise şimdiden bellidir. Geliyorum diyen böylesi bir tehlikeye karşı önlem almayan, dahası rantı insan yaşamına tercih ederek depremi katliam boyutuna taşıyan zihniyettir. Sermaye devleti deprem vesilesiyle yeni bir katliama hazırlanmaktadır.