Sınav odaklı eğitim, kişiyi rekabete sürükleyen, verilen bilginin karşılık bulup bulmadığının gözlemlenemeyeceği, elemeci ve ezberci bir uygulama biçimidir. Ve Türkiye'de eğitim, tamamen sınav odaklı ilerliyor. Sınav sistemi ile kişinin yetenekleri adeta görmezden geliniyor, herkesten her konuda iyi olması bekleniyor. Senelerce alınan bilgilerin karşılığı 3 saatlik sınavlarda sözde ölçülüyor. Sınav sistemi, aynı zamanda bu düzenin eğitim yetkililerinin tüm sorumluluklarını omuzlarından alan bir işlev taşıyor. Öğrencinin gelişim aşamaları, potansiyeli, yetenekleri, ilgi alanları, koşulları ve imkanlarına tamamen göz kapayanlar, sınavlar ile bir insanın geleceğini “oldubitti”ye getiriyorlar.
Türkiye'de eğitim sisteminde yaşanan eşitsizliği tek bir görsel ile anlatacak olsaydık o çok bilindik karikatüre bakmak yeterli olurdu. Yan yana duran maymundan, fanus içerisindeki balıktan, filden, köpek ve kuştan bir ağaca tırmanmaları isteniyor. İşte Türkiye'de eğitimdeki fırsat eşitsizliği de bu karikatüre benziyor. Üstelik son iki senedir uzaktan eğitime geçilmesi ile birlikte bu eşitsizlik daha da yakıcı boyutlara ulaşmış durumda.
Liselere Geçiş Sistemi (LGS) ve Yükseköğretim Kurumları Sınavı'nı (YKS) geride bıraktık. Sınavların ardından yansıyan veriler, fırsat eşitsizliğinde gelinen noktayı da gözler önüne serdi. Bu yıl gerçekleştirilen LGS'ye otomatik kaydı yaptırılan 1 milyon 243 bin 830 öğrenciden yalnızca 1 milyon 38 bin 492’si sınava katılabildi. Böylelikle 8. sınıf mezunu 6 öğrenciden biri LGS’ye girmedi. 2 milyon 416 bin 974 kişinin katıldığı YKS'nin Temel Yeterlilik Testi sınavında ise katılanların yüzde 32'si 150 puanlık barajı geçemedi. 23 bin 695 bin kişi ise sıfır çekti. Sorulara verilen doğru yanıtların ortalaması çok düşük çıktı. Her iki sınavın da başarı oranı geçen senelerde gerçekleştirilen sınavlara göre çok daha geri kaldı.
Bu veriler toplamda pandemi ile geçen iki senenin eğitim tablosuna objektif bir gözle bakan ve gerçek bilgilere erişmiş birisi için şaşırtıcı değildir. Elbette ki tablo vahimdir. Ancak bu vahim tablo ne kişilerin zekasının ne de emeklerinin bir ölçütü olabilir. Bu tablonun bizlere gösterdiği yegane gerçek, parası olanın okuyabildiği, parası olmayanın okuyamadığı bir sistemin var olduğudur. En nihayetinde özel eğitim alan, özel okulunun sağladığı kişiselleştirilmiş ders programları ile eğitimine devam eden, uzaktan eğitime uyumlu tüm teknik ekipmanlara sahip olan öğrenciler ile tüm bu imkanlardan yoksun kalan, hatta okulların kapalı olduğu bu süreci fırsat bilip aile ekonomisine katkıda bulunmak için bir yandan da çalışma zorunda kalan öğrenciler aynı sınavlara tabii tutulmaktadır. Kısacası işçi-emekçilerin çocukları bu sistem aracılığı ile “Gelecek kapılarından” bir bir elenmektedir.
Eğitim sisteminde gereken köklü değişiklikler ancak toplumsal bir dönüşüm ile gerçekleşebilir. Ve ancak merkezine insanı ve insani değerleri sömürmeyi koymayan, herkesin eşit ve özgür olabileceği bir düzen, yani sosyalizm eğitimde yaşanan anti-bilimsel, elemeci, eşitsiz ve ticari uygulamaların önüne geçebilir.
M. Nevra