Geçtiğimiz günlerde CHP İzmir Milletvekili Ednan Arslan Milli Eğitim Bakanlığı’ndan (MEB) okullardan kaydını sildiren öğrenci sayısını, Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan ise devlet yurtlarına yerleştirilemeyen öğrenci sayısını istedi. Verilen yanıt, gittikçe ticarileşen eğitim sisteminin tablosunu özetler nitelikte oldu.
Raporda son 5 yılda okulu bırakan ve kaydını donduran öğrenci sayısı 1 milyon 115 bin 30 olarak açıklandı. Yıllara göre hazırlanan raporda üniversiteyi terk eden ve kaydını donduran öğrenci sayısı düzenli olarak artış gösterirken, 2017-2018 yılındaki artış %92,2’ye çıkarak bir önceki dönemi ikiye katladı. Yani kayıtlı verilere göre yalnızca 2017-2018 döneminde 408 binden fazla öğrenci kaydını dondurdu, üniversiteyi terk etti. Bundan daha birkaç ay önce de HSBC, hazırladığı bir araştırma raporunda, üniversite öğrencilerinin eğitim masraflarını karşılayabilmek için günde 5 saati işte, 2 saatini ise okulda geçirdiklerini kamuoyu ile paylaşmıştı.
Kuşkusuz bu sonuçlar şaşırtıcı değil. Sermaye iktidarı her ne kadar kriz yokmuş gibi göstermeye çalışsa da bu tablonun bu denli ağırlaşması doğrudan krizin bir sonucudur. İşçi ve emekçileri kölece çalışma koşullarına, işsizliğe, asgari ücret adı altında sefalete mahkum edenler işçi ve emekçi çocuklarını da bütün bunlarla paralel olarak geleceksizliğe mahkum ediyor. Eğitim her geçen gün ticarileşirken, yalnızca bir avuç asalağın yararlanabileceği bir ayrıcalık haline dönüştürülüyor. Paralı eğitim uygulamaları yalnızca birkaç örnekle sınırlı kalmıyor, her kademede paralı eğitim uygulamalarına rastlamak mümkün. Ancak bunun en yakıcı sonuçları üniversite eğitimi düzeyinde görülüyor.
Üniversite eğitimi bu düzende “paralı” olduğu için işçi ve emekçi çocuklarına ciddi bir maliyet getiriyor. Başta barınma, ulaşım, yemek gibi temel ihtiyaçlar sermaye devletinin uygulamaları ile piyasalaştırılıyor. Örneğin Türkiye’de 7 milyon üniversite öğrencisi mevcutken, KYK yurtlarının kapasitesi yalnızca 700 bin. Kalan 6 milyon 300 bin öğrencinin üniversite eğitimi alırken “barınma” sorunu ile karşılaşması, bir emekçi ailesinin ve öğrencinin neredeyse karşılayamayacağı ücretlerdeki özel yurt ve ev arayışına girmesi anlamına geliyor. Yalnızca 2018 yılında 100 bine yakın öğrenci KYK yurduna başvurduğu halde açıkta kaldı. Üstelik KYK yurtlarının da ücretsiz olmadığını, neredeyse özel yurtlar kadar pahalı olduğunu belirtmek gerekiyor.
Sorun alanları yalnızca barınma ile de sınırlı kalmıyor. Okullarda ve yurtlarda yemek gibi en insani ihtiyaç dahi büyük bir sorun haline geliyor. Neredeyse Türkiye’nin her üniversitesinde her dönem yemek ve yurt zamları yaşanıyor. Sermayedarlara her gün yeni fonlar ayıran iktidar öğrencilerin üniversitelerde, yurtlarda yediği lokmayı dahi parayla, üstelik her geçen gün yeni zamlarla satıyor. Üstüne okul ve yurt yemekhanelerinden her gün kitlesel zehirlenme haberleri geliyor.
Bütün bu paralı eğitim uygulamalarının yanında sermaye devletinin şefi çıkıp “Burs almayın kredi alın, bedavacılığa alışmayın” açıklaması yapıyor. Enflasyonun resmi rakamlara göre %23’ü geçtiğini, öğrencilerin aldığı kredi veya bursun ise Ocak ayı itibari ile 500 TL olduğunu biliyoruz. Üstelik “bedavacılık” söylemi ile sermaye devleti öğrencileri daha üniversite sıralarında “borçlandırmasını” bir lütuf olarak sunuyor.
Paralı eğitim uygulamalarının sermayenin içinde bulunduğu krizle daha da artacağı, kabaran faturanın işçi ve emekçilere, gençliğe ödetilmek istendiği çok açık. Buna karşı ise “eşit, parasız ve bilimsel eğitim hakkı” için mücadeleyi büyütmek ve örgütlülüğü güçlendirmek gerekiyor. Unutmayalım ki “Her düzeyde ve her yaşta parasız eğitim bir haktır.”