Öncelikle size başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. 2000’li yılların başlarında, tahminimce ya 3. ya da 4. sınıf öğrencisiyim. Bir gün sınıfta bir erkek ve kız arkadaşımızın tartışması sonucu erkeklerin, muhtemelen haberlerden duydukları “Susma, sustukça sıra sana gelecek!” sloganını hep birlikte bağırarak attıkları bir esnada, bu sesleri duyan sınıf öğretmenimiz bir anda sinirli bir şekilde sınıfa girdi. Ve “Susma sustukça sıra sana gelecek” diye bağırıp slogan atanları tek tek tahtaya kaldırdı. Önce tokat atıp sonra ders sonuna kadar tek ayak üstünde bekleterek cezalandırdı. Biz başta hiçbir şey anlamadık. Çünkü daha önce de böyle gürültü ve bazı zamanlar kavga oluyordu ama hiçbir zaman bu kadar kızmayan, bağırmayan öğretmenimiz, bu olayda çok fazla tepki vererek işi tokatlamaya kadar götürmüştü.
Tabii biz başlangıçta herkes çok fazla gürültü yaptığımız için ceza aldığımızı düşünedursun, en sonunda öğretmen neden bizi cezalandırdığını açıkladı. Öğretmen bizi ne bağırdığımız için ne kavga ettiğimiz için ne de gürültü yapıp çevreyi rahatsız ettiğimiz için cezalandırmıştı. Bizi cezalandırmasının sebebi, “Susma, sustukça sıra sana gelecek!” diye slogan atıp devlete karşı gelerek, devlet düşmanlığı yapmamızdı.
Bugün düşündüğümüz zaman gerçekten inanılmaz geliyor. İlkokul çağında, daha devlet nedir onu bilmeyen el kadar çocukları “devlete karşı gelmek, devlet düşmanlığı yapmak, anarşist bölücülük yapmak vs.” gibi faaliyetlerle suçlamak, akıl tutulması değil de nedir?
Bugünün Türkiye’sinde eğitim açısından durumun çok daha gerici ve vahim olduğu tartışma götürmez. Her yeni dönemde Milli Eğitim Bakanlığının kadro değişimi hem eğitim öğretim sistemini hem de birçok yönden öğrenci ve öğretmen ilişkilerini doğrudan etkiliyor. Bugünün gerici iktidar sahipleri için eğitim çok özel bir müdahale ve palazlanma alanıdır. Hem ideolojik olarak kendi gerici sistemlerini empoze ediyorlar hem de okullardaki bilimsel eğitimin yerini gerici ve dini bir eğitimin alması için özel çaba sergiliyorlar. Çünkü düşünmeyen, sorgulamayan, araştırmayan ve en önemlisi de itaat eden nesiller yaratarak toplumu kontrol etmek ve giderek kendi ideolojilerini güvenceye kavuşturmak istiyorlar.
Din istismarcıları 15 Temmuz’dan sonra özellikle bilinen ve toplumda göze çarpan yerlerin, köprülerin, yolların, hastanelerin, okulların vb. isimlerini değiştirerek, gerici ideolojilerini mekanlara yansıttılar. Olayı, okullarda “15 temmuz destanı” diyerek müfredata dahi dahil ettiler. Kulakları sağır eden tarzda hükümet propagandası yaparak, gericiliği katmerleştirdiler, tam anlamıyla kudurgan bir histeriye kapıldılar. Bunlarla paralel olarak gerçek akademisyenlerin tutuklanması, gerici hükümet yanlılarının üniversitelere rektör olarak atanması, çocuk tacizcisi öğretmenlerin suçlarının üzerinin örtülmesi gibi akıl dışı olaylara şahit oluyoruz.
Dünden bugüne eğitim ve öğretimde değişen nedir diye baktığımızda, dönüm noktası olarak “12 Eylül” tarihi gösterilebilir. Bunun nedeni hem 12 Eylül anayasasının getirdikleri hem de Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) kurulmasıydı. Bu sayede hem üniversiteler kontrol altında tutulabilecek hem de 12 Eylül öncesi türden gençlik örgütlenmelerinin önüne geçilebilecekti. Bu konuda oldukça başarılı oldular denilebilir. 12 Eylül’den bugüne gelişen süreçte eğitimin geldiği noktaya baktığımızda bu açık şekilde görülecektir.
Başta anlattığım o ufak anı benim hatıralarımın bir parçasıdır. Zaman zaman okulda bu şekilde ufak tefek hikayeler anlatılarak hem bize devletin bekasından ve kutsallığından bahsedilir hem de devlete karşı olanların hain ve bölücü oldukları empoze edilir. Anlatan MEB’in atadığı sınıf öğretmeni, dinleyenler 9 yaşındaki biz öğrenciler, konu ise devlet ve karşıtlarıydı. Anlayabilene aşk olsun!
K. Torlak