Deprem bölgesine dair gözlemler…

“O gün herkes öldü, bazıları gömüldü!”

Bir insan kendisini var eden sayısız anılarla dolu memleketinin harap oluşuna tanık olursa; devlet ortada bıraktığı için kazmayla, kürekle, o da yoksa tırnaklarıyla kan-ter içinde kazmasına rağmen enkaz altındaki sevdiklerinin yardım çığlıklarının yavaş yavaş azalmasına ve en sonunda susmasına tanık olmuşsa, sonrasında hala yaşıyor mudur?

  • Haber
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 23 Eylül 2023
  • 19:00

6 Şubat sonrası yıkım, Rosa Luxemburg'un “Ya sosyalizm ya barbarlık!” şiarının artık “Ya sosyalizm ya ölüm!”e dönüştüğünü açıkça gözler önüne serdi. Depremde yıkılan binaların altında kalanlar, günlerce feryat/figan göçük altında kurtarılmayı bekleyen ama kurtarılamayanlar, göçükten kurtarılsa da soğukta donarak ölenler ve niceleri... Ölüm elbette depremin bir yüzü, diğer yüzü ise arkada kalanlar ve acı, hem de en derininden. Hayatta kalanlar demek istemiyorum. Bölgede konuştuğumuz bir depremzede, bize bazı tanıdıklarının “Keşke o gün biz de ölseydik de sonrasında bu acının çilesini çekmeseydik” diyerek hüzünlendiklerini anlattı. Bir insan kendisini var eden sayısız anılarla dolu memleketinin harap oluşuna tanık olursa; devlet ortada bıraktığı için kazmayla, kürekle, o da yoksa tırnaklarıyla kan-ter içinde kazmasına rağmen enkaz altındaki sevdiklerinin yardım çığlıklarının yavaş yavaş azalmasına ve en sonunda susmasına tanık olmuşsa, sonrasında hala yaşıyor mudur? Bölgede duyduğum en çarpıcı cümlelerden birisi şu oldu: “O gün herkes öldü, bazıları gömüldü!” 

Depremin bölgedeki emekçilerde yarattığı travma işte tam da bu “yaşarken ölme” halini anlamayı gerektiriyor.

***

Daha öncesinde DGB olarak Antakya'ya, en son 23. Evvel Temmuz Festivali'ne katılmak için gitmiş, Samandağ ilçesinde depremin 5. ayına dair deneyim ve gözlemlerimizi Kızıl Bayrak'a aktarmıştık. Depremin 6. ayı geride kalmışken Ağustos'un 18'inde, Hatay'a gitmek için tekrar yola çıktık. 1. gün, Antakya'da çocuklar ile drama atölyesi gerçekleştirip, yerli emekçi halkla depremin ve mevcut sistemin sorunları ve olası çözüm yolları üzerine sohbetler ettik. 2. gün ise Samandağ Kuşalanı Köyü'nde benzer etkinlikler gerçekleştirdikten sonra, Suruç'ta katledilen Okan Pirinç'in ailesine ziyaret gerçekleştirdik. Bölgeden ayrılmadan önce son olarak toprakları devlet tarafından gasp edilen Dikmece halkı ile mücadeleyi büyütmek için direnişe katıldık. 

***

Antakya'ya girmemizle beraber gözümüze ilk çarpan şey binaların çoğunun yerle bir olmasıydı. Ayakta kalabilenlerin çoğunun ise gözle görülür çatlakları ve kırıkları vardı. Bariz hasarı olmayan binaların ise ne kadar sağlam oldukları meçhul. Bir depremzede aile, binaların hasar tespiti için düzgün incelemelerin yapılmadığını, hatta bazı binaların hasar tespitinin görevlilerin şöyle uzaktan bakmasıyla belirlendiğini, ev sahiplerinin hasar tespiti sürecine müdahale ettiklerini ve bu nedenle şu an kimsenin Antakya'dan ev almaması gerektiğini belirtti. Aile aynı zamanda yıkılan binalarla birlikte oluşan molozların havaya sağlık açısından tehlikeli tozlar saldığını ve bu sebeple birçok Antakyalının kalmak istemelerine rağmen, özellikle çocuklarının sağlığından endişe ettikleri için şehirden ayrıldıklarını söyledi.

Antakya'da çocuklarla yaptığımız drama atölyesine hem çocuklar hem de ebeveynlerinin büyük bir ilgisi vardı. Konuştuğumuz depremzedelerin büyük bir çoğunluğu Arap Aleviydi ve bunun getirisinin ve götürüsünün farkındaydılar. Getirisi, Antakya'nın bilindiği üzere birçok farklı kültürün bir arada yaşayabildiği, insanların sıcakkanlı ve hoşgörülü olduğu, yoğun kültürel zenginliğe sahip bir bölge olması. Götürüsü ise gerek devletin yaptığı cılız deprem yardımlarının etnik ayrımcılık sonucu eşit dağıtılmaması, gerekse daha geniş ölçüde asimilasyon politikaları sonucu bölge halkına baskı olarak geri dönmesi.

Konuştuğumuz birçok depremzede bir sıkışmışlık yaşadıklarını ve arada kalmışlık hissini dile getirdi. “Türk bayrağı altında yaşıyoruz ve Türk’üz, Arapça konuşuyoruz ve aynı zamanda Arap’ız ama ne tam Türk’üz ne tam Arap. Konuştuğumuz dil ise çat pat yarı Türkçe yarı Arapça” türü cümleleri sık sık duyduk. Deprem bu sıkışmışlık hissini iyice şiddetlendirmiş. Konuştuğumuz bir depremzede, “Kendi yağımızda kavruluyorduk, elimizdekini bari almasınlar” diyerek Antakya'nın deprem öncesi sıcak ve hoşgörülü ortamını özlemle andı.

***

Antakya, farklı kültürlerin kaynaşıp bir arada yaşayabildiği bir bölge olmasına rağmen depremzede emekçilerin AKP'nin düşmanlaştırıcı mülteci politikaları sonucu olumsuz yönde ne denli etkilendiğini de görmüş olduk. Esasen, AKP için Suriyeliler kolay sömürülen, ucuz işgücü olmalarının ötesinde bir şey ifade etmiyor. Buna rağmen AKP, yaptığı propagandalarda ümmetçilikten ve din kardeşliğinden dem vurup, Suriyeli mülteciler için sayısız yardımlar yaptığını iddia ediyor. Bu propagandanın etkisi altında kalan Antakyalı emekçiler ise, depremde kendilerine yardım yapılmamasına rağmen Suriyelilere yapıldığı iddia edilen bunca yardıma içerlemekte, yaşadıkları birçok sorundan Suriyelileri sorumlu tutabilmektedirler. 2. gün gittiğimiz Samandağ bölgesinde sohbet ettiğimiz bazı depremzedeler, Suriyeliler bölgeye gelip iş bulmaya çalıştıklarında, onları ve işverenleri tehdit ederek bunu engellediklerini, böylece Samandağ'ı “işgalden savunduklarını” gururla anlattılar.

***

Hem Antakya'da hem de Samandağ'da henüz temiz su ve elektrik gibi en temel ihtiyaçlar yeterince karşılanmış değildi. Bulunduğumuz süre boyunca elektrik ve su kesintileri yaşadık. Borudan gelen suların temiz olmaması bölge halkının sağlığı açısından ciddi bir tehlike teşkil ediyordu. Samandağ'da yaptığımız sohbette depremzedeler, vergilerini eksiksiz ödemelerine ve ilgili devlet kurumlarına defalarca başvurmalarına rağmen, hala su sıkıntısının asgari ölçüde bile giderilmediğini belirttiler. Devletin ilgisizliği karşısında kendi sularını çıkartmak istediklerinde ise, devletin buna izin vermediğini ifade ettiler. Hülasa, devlet ne su veriyordu ne de halkın kendi suyunu çıkartmasına izin veriyordu.

***

Kuşalanı Köyü'ndeki ziyaretimizde bölge halkı, bize oranın sosyoekonomik yapısı hakkında bilgi verdi. Samandağ'daki çalışan kesim çoğunlukla yurtdışında, özellikle de Afrika kıtasında işlerini icra ediyor. Çalışmak için gidilen ülkeler arasında Sudan'a yoğun ilgi vardı ve emekçiler oradaki iç savaşın işlerini nasıl olumsuz etkilediğini anlattılar. Sudan onlar için sadece bir çalışma ortamı değil, aynı zamanda gençliklerinin büyük bir kısmını geçirdikleri bir yerdi. Bu sebeple, oradaki savaş sonucu yıkım ile buradaki depremin yol açtığı yıkım arasında psikolojik bir bağ kurmuşlardı. Köyde yaptığımız çocuk etkinliğinde Afrikalı çocuklar da vardı ve bu bağı onlar da gösteriyordu.

İçinde yaşadıkları mevcut durumu Afrika ile kıyaslayan depremzedeler, Afrika'nın Türkiye'den daha iyi bir konumda olduğunu söylediler. Fil Dişi Sahili'nde çalışmış birisi, orada temiz su ve düzgün konut bulabildiklerini söyleyerek, 2023 yılı Türkiye'sinde devletin bunları bile tesis edememesini sert bir şekilde eleştirdi. Ülkesinin Afrika'dan bile çok geride olmasına üzüldüğünü belirtti. Bölgedeki muhtarın CHP'li olduğunu ve depremden sonra düzgün icraatlarda bulunmadı için muhalefetten de pek umudunun olmadığını ekledi.

***

Deprem bölgesinde dağıttığımız Emeğin Kurtuluşu ve Geleceğin Sesi'ne yoğun ilgi olmakla beraber; dönüş sonrası deneyimlerimizi değerlendirdiğimizde, sonraki gidişlerimizde deprem bölgesinin sorunlarını daha yakından ilgilendiren broşür tarzı bir yayınla da gidilebileceğini konuştuk. Gazete içeriği daha çok fabrikalarda mücadele eden işçi sınıfına odaklanıp onların sorunlarını dile getirirken; bölge halkı için elektrik, temiz su tahsisi, molozlar ve çevre kirliliğinin giderilmesi, devletin mülteci politikası vb. meseleler öne çıkan gündemlerdi. Ayrıca, konuştuklarımızın birçoğunun çalışma alanı yurtdışında, özellikle Afrika'daydı. Bu sebeplerden dolayı, bölgenin özgün koşullarına daha çok hitap eden bir yazıyla beraber gazetemizin dağıtılması, halkta daha yoğun ilgi uyandırabilir, daha sağlam ilişkiler kurmamızı sağlayabilir.

Aktarımımı Antakyalı bir devrimci olarak yaşamını sosyalizm davasına adayan ve bu uğurda ölümsüzleşen Alaattin Karadağ'ın mezar taşında yer alan bir şiir ile bitirmek istiyorum:

“Yolun düşerse kıyıya bir gün

ve maviliklerini enginin

seyre dalarsan,

dalgalara göğüs germiş olanları hatırla,

selamla, yüreğin sevgi dolu

çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar eşit olmayan savaşta

ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden

sana liman gösterdiler uzakta.”

Boğaziçi Üniversitesi'nden bir DGB'li