“Dayanışma bizi ayakta tuttu!”

Depremin 7. ayında Adıyaman SES Şube Eş Başkanı İbrahim Halil Aydın ile konuştuk...

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 04 Kasım 2023
  • 14:30

-Depremin üzerinden 7 ay geçti. 6 Şubat depremini bizzat yaşadınız. Bu sürece dair neler söyleyebilirsiniz?

6 Şubat'taki deprem küçük kıyamet, küçük felaketti diyebiliriz. Özellikle ilk gün çok sarsıcıydı. Ailelerimiz ve sevdiklerimiz ile ciddi bir şekilde etkilendik. Benim açımdan çekirdek ailemizde işte anne baba ve kardeşlerimizde ölen kimse yoktu ama geniş ailemizde, akrabalarımızda, dostlarımızda, birçok arkadaşımız, birçok tanıdığımız vefat etti. Çünkü depremin yıkıcılığı çok büyüktü. Adıyaman küçük bir yer. Herkes birbirinin akrabası, tanıdığıdır. Ölüm çok oldu gerçek sayılar yansıtılmadı. Adıyaman'da o dönemlerde yetmiş binden fazla ölümden bahsetmişti bir muhabir ve kendisi birebir mezarlıkları gezip ölü sayısını tespit etmişti.

Adıyaman'da şehrin üçte biri depremin ilk anında enkaz oldu. Geriye kalan binaların da yüzde sekseni yıkılacak. Deprem bizim için böyleydi. Yani sarsıcıydı, ölümüyle, yıkımıyla çok kötüydü. İnsanlar çok çaresizdi. Molozların altından sesler geliyor, çığlıklar geliyor “Bizi kurtarın” diye. Kimse bir şey yapamıyor. O beton blokları insan gücüyle kaldıramıyorsun. Geçtim iş makinalarını eline giyecek iş eldivenin yok, küçük bir küreğin yok. Mevsim şartları desen kar, yağmur, çamur...  Ondan dolayı insanlar çok çaresizdi, çok kötü bir durumdu. Devlet her zaman bize soğuk, otoriter yüzünü gösterir. Bu sefer o yüzüyle bile yoktu. Peki bizlerin yanında kimler vardı? Türkiye halkları vardı, her yerden insanlar gelmişti. Eline kazmasını, küreğini alan dayanışma için gelmişti. Uluslararası örgütler gelmişti. Bu dönemde işte birçok eksiklik ile birlikte aynı zamanda hissettiğimiz bir dayanışma ruhu da vardı.

Evet bu bir doğa olayıydı ancak sonucu doğal değildi. Kanserleşen kent yapılarının, gözü doymayan sermayenin sonucuydu. Adıyaman Belediyesi ilk dakikalarda enkaz olan bir binaydı. Bir ilin yapı denetimini denetleyen binasının yıkılması normal midir? Binaları denetleyen mekanizmanın kendisi yıkıldı. Adıyaman düz tarım arazilerinin üzerine kurulmuş bir şehir. Şehir tarım arazilerinin üzerinde kurulmamış, zemin etütleri yeterince yapılmış, dikey yerine yatay bir mimari yapılmış olsaydı yüz binlerce insan ölmezdi ve bu kadar mağduriyetler yaşanmazdı. Adıyaman'ın en büyük problemlerinden biri de afet koordinasyonunun olmamasıdır. İşte görevlendirilen valilik kendi başına bir şeyler yapıyordu. Göç İdaresi ve AFAD kendi başına bir şeyler yaptı. Kolluk kuvvetleri farklı bir yerdeydi. Yani bir koordinasyonsuzluk vardı ve yürütülemeyen bir süreç vardı.

-Sağlık emekçileri bu süreçten nasıl etkilendi? Sağlık emekçilerinin devam eden güncel sorunları nelerdir?

Sağlık emekçileri hiçbir zaman sahayı bırakmadılar. Ben de bir sağlıkçıyım, depremin ilk dakikasında hastaneye gittim. Hiçbir kamu kurumu çalışmazken, sağlık kurumları olması gerektiği gibi aralıksız çalıştı. Çünkü ölüm çoktu, yaralı çoktu. Sağlık emekçileri işlerinin başındaydılar. Sağlıkçılar da birer depremzedeydi. Buna rağmen kendi sağlık ekiplerimiz, yerel sağlıkçılarımız, sağlık kadrolarımız anında hastanedelerdi. Evet, ailesi enkaz altında olan çok insanlar vardı. Kendi sağlıkçılarımız enkazda kaldılar. Ama gene de işin başındaydılar. 

Kaos biraz olsun dindikten sonra ilk talebimiz zaten kendileri de depremzede olan sağlıkçıların dinlenmesi üzerineydi. Onların bir kere bu travmayı atlatabilmesi için biraz bu iş alanından uzaklaşmaları gerekiyordu. Öyle bir şey olmadı, yaslarını yaşamaya fırsatları ve zamanları olmadan direkt işe çağrıldılar. Gönüllü sağlıkçılar geldikten sonra buradaki yerel personellere kriterler getirilerek belli bir zaman aralığında işe gelmemeleri sağlanabilirdi. Sert bir dille uyarılar yapıldı, “işe gelmezseniz tutanak tutarız” tehditleri savruldu. Tabi ki bu duruma karşı sendikalar olarak bunun mücadelesini verdik. Defalarca kurum amirleriyle bir araya geldik. Biz de onlara sert bir dille uyarılar yaptık, karşılarında durduk. Yani biz bununla ilgili gerekli müdahalelerimizi yapacağız. Alanlarda olsun, başka yerde de biz bunun mücadelesini vereceğiz. Yani sağlık emekçileri gerçekten Covid döneminde özveriyle çalıştılarsa deprem döneminde de özveriyle çalıştılar. 

Bu kadar çabaya rağmen sağlık emekçilerini ödüllendirme/hakkını verme yoluna hiçbir zaman gidilmedi. Kısacası Covid sürecinde sağlığın cilası döküldü, deprem de ise enkaz altında kaldı. Çünkü sağlık sistemimiz baştan problemli. Ticari esaslara göre oluşturulmuş bir sağlık altyapımız var. Basamakları olmayan, koruyucu-önleyici olmayan bir sağlık sistemi var. Mekan yetersizliği var. Mesela sırf Adıyaman'da 3 hastane kapatıldı. Koskoca şehir bir hastaneye hapsedildi. Şehir hastanelerinin pilot uygulaması ilk Adıyaman'da gerçekleştirildi. Böylelikle kadın doğum hastanesi, devlet hastanesi, eğitim araştırma hastanesi kapatıldı ve eğitim araştırma adı altında tek bir hastanede toplandı. Adıyaman'da ikinci bir hastane yok. Yani Adıyaman'da ikinci basamak dediğimiz insanların tedavilerinin yapıldığı ikinci basamak yok. Depremde kadın doğum hastanesi yıkıldı. Kadın doğum ve çocuk hastanesi ağır hasarlı. Zaten Adıyaman'daki dört yüz yataklı eğitim ve araştırma hastanesi dediğimiz yer Adıyaman'ı kaldırabilecek kapasitede değildi. Şu an nasıl hizmet veriliyor biliyor musunuz? Resmen bir hastane yani kadın doğum ve çocuk hastanesi tek bir koridora sıkıştırılmış durumda. Bu yetersizlik ile birlikte sağlıksız bir ortamı beraberinde getiriyor. Su eksiği var, hijyen problemi var, toz problemi var. Tüm bunlara ek olarak bir de depremin travması var...  

Maalesef Adıyaman'daki bürokrasi olsun, siyasiler ve mülki amirler olsun sağlık altyapısını kendi gündemlerine almadılar ve hala da almıyorlar. Ayrıca sağlığı sadece devlet hastanesi olarak da konuşmamak gerekir. Sağlığı konuşacağımız yer koruyucu ve önleyici olan birinci basamaktır. Nitekim depremde sağlık alt yapısının en problemli olanı birinci basamaktı. Çünkü birinci basamak kamu eliyle yapılan yerlerde hizmet vermiyor. Bir işletme mantığıyla Aile Sağlık Merkezleri işletiliyor. Doktor kendisi gidip bir yer bulacak, kiralayacak, içindeki ekipmanı kendisi tanımlayacak, Sonra da hemşiresini ve diğer çalışanları ayarlayacak. Yani bir işletme mantığı. Durum bu olunca gidip bir evin altındaki bodrumu, ambarı veya dükkanı kiralayıp orayı aile sağlık merkezi yapabiliyorlar. Adıyaman'da yedi tane ağır hasarlı aile sağlık merkezi var. Bu durumun ardından Aile Sağlık Merkezi ancak mayıs başında hizmet vermeye başladı. Eğer Aile Sağlık Merkezleri kamu eliyle yürütülen, tek katlı, bağımsız binalar olsaydı depremin ilk dakikalarında alana çıkıp hizmet verebilirlerdi.

-Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) olarak bu dönemde neler yaptınız?

Depremin ilk anında SES Genel Merkezi olarak mesaj yoluyla üyelerimize bulundukları şehrin il sağlık müdürlüklerine gönüllü olarak deprem bölgesine gelme taleplerini iletmelerini istedik. Arkadaşlarımızın çoğu başvurularını yaptı ancak il sağlık müdürleri koordinasyon sağlayamadı. Buraya da yeterince gönüllü gönderemedi. Bu süreçte biz kendi koordinasyonumuzu oluşturduk. İki şubemizden haftalık olarak on, on iki arkadaşımız buraya geldi. Mahallelerde, köylerde, çadırlarda informal ve bütün alanlarda bizler çalışma yürüttük. Mahallelerde, köylerde sağlık taraması yaptık/yapıyoruz. Psikososyal anlamda desteklerimiz oldu aynı şekilde. Deneyimli olduğumuz için, örgütlü olmuş olmanın verdiği bir tecrübeyle de bu alanda iyi bir çalışma örebildiğimizi düşünüyoruz. Devletin olmadığı yerde bizler o açığı kapattık. Zaten bizim koordinasyonumuz Cemevi’nde idi. Bütün Adıyaman’da sağlık açısından olsun, lojistik olsun, arama kurtarma boyutunda bir koordinasyonumuz vardı. İnsanlar oraya geliyordu. Yani bir alternatif yaratmıştık aslında. Sonrasında defterimizi açıp bir baktık ki 720 köye sağlık hizmeti götürmüşüz. Arkadaşlarımız çok özverili bir şekilde çalıştılar.

13 Mayıs'la birlikte ise biz çalışmalarımızı büyük oranda bitirdik. Niye bitirdik? Gördük ki devlet bizim gibi sağlık alanında veya diğer alanlarda hizmet veren STK'lara güvenerek kendi işleyişinden biraz uzaklaşmıştı. Devletin işleyişi sürdürmesi için biz alandan biraz çekildik. Tabii ki yine de alanda çalışmalarımız devam ediyor. Dönem dönem gönüllü sağlıkçı arkadaşlarımızın gelmesi ile saha taramaları yapıyoruz. Raporlaştırma çalışmaları yapıyoruz. Her ayın altısında şu anki durum nedir ve ne yapılması gerekir şeklinde Adıyaman KESK Platformu olarak bir rapor yayımlıyoruz. Ayrıca Adıyaman'daki emek ve demokrasi güçleriyle birlikte şehrin yeniden inşası üzerine çalışmalar-tartışmalar gerçekleştiriyoruz. Buna yönelik dönem dönem kamuoyuyla çalışmalarımızı ve ne yapılması yönündeki görüşlerimizi paylaşıyoruz.   Çünkü şehrin tekrardan yapılanması gerekiyor. Şehir yeniden inşa edilirken dokusuyla, tarihiyle yapılandırılması gerekir. Şehirler insanların bellekleridir, insanların belleklerinden uzaklaştırılmaması gerekir. İkincisi şehir yapılırken doğanın dengesi sarsılmadan, ekolojik denge içinde inşa edilmesi gerekir.

Bir de karşımızda sermayenin olduğu bir güç var. Bu güç kendini, kendi sermayesini hep düşünür. Ondan dolayı bizim onlara karşı durmamız gerekiyor. Yani onlara bir itiraz, bir ses yükseltmek için biz sürekli alanlardayız. Çünkü bizi bu duruma getiren sermayedir, iktidardır. Bizim gibi gerçekten demokrat kimseler olmasa, yeniden inşa sürecinde yine aynı sorunları yaşarız. Her platforma, gerekli yerlerde taleplerimizi ve söylenmesi gereken şeyleri iletiyoruz. Yani bir de enkazların kaldırılmasından, yıkılması gereken binalara kadar halen ciddi problemler var. Bu süreç insan sağlığını da ciddi bir şekilde tehdit ediyor. 

Yıkımın uluslararası standartları vardır. KESK’in, SES’in ve birçok bağımsız kurumun da yıkımın nasıl yapılması gerektiği yönünde bir yönergeleri var. Yani bir kere sulu yıkım olması gerekir. Sulu yıkım yapılmadığı zaman toz ve betonda kullanılan asbest uçar ve insanlar nefes aldığı zaman gider akciğere bulaşır ve ciddi rahatsızlıklara yol açar. Yani şu an net bir sayı vermemekle birlikte göğüs hastalıklarında ciddi bir artış var. Ancak yıkımlar yapıldığı zaman dikkat etmiyorlar. Yıkımlar, yönergeleri gözetmeksizin “kenti nasıl kolay bir şekilde yıkarız” mantığıyla yapılıyor. Biz bu şekilde yıkım olmaz diyerek çokça kez gittik. Oradaki çalışanlar “Biz buranın çalışanıyız, bir şey yapamayız, şirket sahibiyle görüşün” diyerek şirket sahibini çağırdılar. Şirket sahibine de biz “bu şekilde yıkıma izin vermeyiz” diyerek böyle birkaç tane engelleme gerçekleştirdik. Sermaye de iktidar da hep kendi parasını düşünür. Ama buna engel olacak güç biziz, halktır.

-Adıyaman'daki güncel sorunlar nelerdir?

İnsanlar ciddi bir şekilde göç etmeye devam ediyor. Bu göçün en büyük nedenleri deprem korkusu, yaşam alanlarının olmamasıdır. İnsanların büyük bir kısmı ileride oluşabilecek sağlıksız durumlardan dolayı şehirde yaşamak istemiyorlar. Yani biliyorlar ki bu tozlu ortamda yaşarlarsa yarın hepsi hasta olacak. Molozların döküldüğü yerler, ciddi problemler yaracak alanlar. Dere yataklarına, tarım arazilerine, insanların yaşam alanlarına yakın yerlerde molozların dökülmesi çok tehlikeli. Tüm bunlar doğaya karışacak ve yarın bir gün tekrar karşımıza ciddi sorunlar olarak çıkacak.

Şu anki şehir tamamen bir konteyner şehir haline geldi. Evler yok, konteyner kentler var. Konteynerler yapılırken dikkat edilmesi gereken gerçekten önemli hususlar vardır. Bu en başta altyapıdır. Altyapılar oluşturulur ondan sonra konteynerler yerleştirilir. Zaten insanlar barınmayla ilgili bir problem yaşıyorlar. Bari konteyner veya bir barınma alanına geçtiği zaman hiçbir sorunla karşılaşmasın. Şu an Adıyaman'da otuza yakın konteyner alanı var. Hepsinde su problemi var ve günlerce suyun akmaması durumu var. Suyun olmaması da ciddi rahatsızlıklar getiriyor. Konteynerler toplama alanı gibi yapıldığı için mahremiyete de dikkat edilmemiş. Bu durumda ciddi problemler oluşturuyor. Çocuklarının güvenliği, cinsel istismarı konusunda ailelerin ciddi tedirginlikleri var. Mahremiyet hiç düşünülmemiş. Çocuklar yirmi bir metrekarede yaşayamıyor zaten, çıkması gerekiyor dışarı. Güvenlikli bir ortam yok. Şehirde ayrıca ulaşım problemi de var. İnsanların bir yere veya temel ihtiyaçlarına ulaşımı konusunda ciddi problemler var.

Okullarla ilgili sorunlar ayrı bir boyutta. Okullar açılacak ama eğitimleri nasıl yapılacak? Konteyner alanlarında mı yapılacak? Ya da konteyner alanlara yakın okullarda mı yapılacak belli değil. Adıyaman'da yedi okul yıkıldı. Yetmişe yakın ağır hasarlı okul var. Eğitimde ciddi sorunlar ve belirsizlikler var. Tabi bunun yarattığı ayrı bir travma da var. Çocuklar okula döndükleri zaman arkadaşlarını ve öğretmenlerini bulamayacaklar. Bunun gibi ciddi problemler ve sorunlarla karşı karşıyayız. Bu süreci yürütebilecek bir devlet mekanizması yok şu an. En büyük problem ve insanlardaki kaygıların önündeki en büyük sorun da bir belirsizliğin olması. Yani bu süreci yürütebilecek bir yapının, bir devlet aklının olmaması.

Bu sürecin tek olumlu yanı insanların dayanışmasıdır. İlk defa Türkiye'de dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu herkes görmüş oldu. İşte o kolektif yapının, insanları ne kadar yaşatabildiği görülmüş oldu. İnsanlar bazı değerlerine tekrar sarıldılar. Komşuluğun, kolektif yaşamın, birlikte mücadelenin ne kadar önemli değerler olduğunu anladılar. Eskiden birbiriyle konuşmayanlar enkazlarının başında birlikte beklediler, birlikte ağladılar. Kır-kent ilişkisi bu dönem önümüze çok çıktı. Kır yaşamının ne kadar önemli olduğunu hatırladık. İnsanlar şehirlerden kırlara göç ettiler. Köylerin nüfusu birden inanılmaz arttı.

-Son olarak ne söylemek istersiniz?

Deprem gündemi geri plana itilmiş duruma. Sonuçta herkes hayatını idame ettirme telaşı içerisinde. Biz de burada olan bitenleri halen gündemde tutmaya çalışıyoruz, zira burada sorunlar çözülebilmiş değil. Ve dediğim gibi dayanışma olmadan, buraların durumu bilinmeden hiçbir şey de değişmeyecek.

Evet, deprem bir doğal afettir. Ama depremin sonuçları bir doğal afet değildir. Yani insanlarımızın sorgulaması gereken o deprem anı değil tek başına. Türkiye gibi bir deprem ülkesinde sorgulanması gereken şey, “devletin deprem konusunda neden hiçbir şey yapmadığı” sorusu olmalıdır. Depremin o dört gününe veya bir ayına veya deprem sonrasına biz hep sıkışıyoruz. Oysa asıl sorgulamamız gereken, devlet daha önce deprem konusunda neden ortada yoktu? Binalar yapılırken bunların denetimi yapılabilirdi. Ben burada sizin aracılığınız ile halklarımıza, insanlarımıza, işçilerimize, emekçilerimize şunun çağrısını yapabilirim: Deprem olduğunda gerçekten kimse olmuyor. Evet halklar oluyor, dayanışma oluyor ama o anki enkaz altında gerçekten kimse olmuyor. Onun için sadece devletin politikası değil, biz kendi önümüze ne koyacağız bu da önemli. Oturduğumuz binalardan iş yerlerimize kadar depreme dayanıklı mı değil mi? Buna bakalım. Yani bireysel inisiyatifimizi de geliştirebilmemiz gerekir. Sivil itaatsizliklerimizi geliştirebilmemiz gerekiyor. Yoksa gerçekte o deprem anında devlet niye yoktu tartışmak bir şey çözmüyor. Devlet niye önceden deprem konusunda bir önlem almadı? Veya biz kendimiz niye depremle ilgili gerekli hazırlıklarımızı yapmadık? O anı tekrar yaşamamak için bizler şimdiden bu soruları sormalıyız.

Bir de insanlara yapılan yardım seçimler sonrasında kötü söylemlere neden oldu. “Biz işte yardım ettik ama bunlar akıllanmamış” şeklinde yorumlamamak gerekiyor. Bu yardımları siyasi mercilerin yapması gerekiyordu ancak yapmadı. Onlar yapmadığında da bizlerin yaptığı desteği insanlara karşı bir lütuf olarak görmemek gerekiyor. Bizler insan olduğumuz için yapmamız gerekeni yaptık. Dayanışma gerçekten yaşatır bunu gördük. Dayanışma bizi ayakta tuttu. 7. ayı geride bırakmışız, KESK olarak hep sahadaydık. Bu koşullarda dayanışma olmasaydı ne örgüt olarak ne de bireysel olarak ayakta kalabilirdik. Böyle fiziksel olarak, ruhsal olarak insan tükenir. Ama bir gün bile biz tükenmedik. Hala dinç bir şekilde alandayız ve olmaya devam edeceğiz. Bize güç veren sizler gibi arkadaşların buraya gelmesi bir dayanışma içinde olduğumuzu hissettirmesidir. Bizi var etmek için geldiğinizi bildiğimiz için biz de sizden güç alıyoruz. Ondan dolayı yetebildiğimiz yere kadar dayanışma halinde olmamız gerekir. 

***

-Depremzede kadınların yaşadığı sorunlara dair neler söyleyebilirsiniz?

Depremlerde konuşmamız gereken en önemli sorunlardan biri de kadın alanı. Çünkü kriz anlarında en çok etkilenen kesimlerin başında kadınlar gelir. Ama her kriz anında olduğu gibi deprem döneminde de kadın özgüllüğü asla düşünülmedi. Biz saha taramaları yaptığımızda kadınlarda en çok idrar yolu sorunları yaşadığını gördük. Bunun en büyük sebebi kadınların günlerce lavaboya tuvalete gitmemesidir. Kadınlara neden tuvalete gitmediklerini sorduğumuzda ise tuvaletlerin erkeklerinde içinde bulunduğu çadır ve konteynerler ile çok bitişik olduğu yanıtını aldık. Kadınlar düşünülmeden ortak yaşam alanları kuruldu birçok noktada. Yani sorun her şeyin kadın özgünlüğü düşünülmeden erkek zihniyeti ile yapılması.

Kadın yaşam alanları yok konteynerlerde. Özellikle depremin ilk zamanları gittiğimiz çadır alanlarında kadınlara hiç denk gelmiyorduk. Toplumun yarısından fazlası kadınken bu nasıl olabilir? Çünkü toplu yaşam alanları kurulduğu için erkekler “kadınlarımıza kim ne yapar? Ne gözle bakar?” gibi nedenlerle kadınlar çadırlara hapsedilmişti adeta. Kadınlar çadırların dışına çıkmıyorlardı. Biz saha taramasına çıktığımızda -köylerde, çadır kentlerde, düzensiz çadır alanlarında, mahallelerde- yanımızda kadın bir arkadaşımızın muhakkak olmasına özellikle özen gösterdik, çünkü kadınlar o zaman yanımıza geliyorlardı. Kendi sorunlarını ve problemlerini paylaşıyorlardı. İşte üreme sağlığından tutalım, hijyene kadar birçok sorunu bizimle paylaşıyordu.  

Şu anki konteynerlerde bile kadınlar için oluşturulmuş bir yaşam alanı yok. Genç kızlara ait bir yaşam alanı yok. Kadınlar eskiden komşularla bir araya gelip, akrabalarıyla bir araya gelip bir şeyler paylaşabiliyorlardı. Konteynerlerin dizaynı önemli kriterler gözetilmeden yapılmış. Her mahalleden birbirini tanımayan insanlar sokağa yerleştirilmiş. Ondan dolayı kadınların konteynerin dışına çıkacak, sohbet edecek bir arkadaşı yok. Birbirini tanıyan herkes farklı alanlara yerleştirilmiş. Ortak yaşam alanları yok konteynerlerde, kurslar yok, kadın destek merkezleri yok. Adıyaman'da Şiddeti Önleme Merkezi birkaç hafta önce açıldı. Oysa yirmi bir metrekarelik yaşamda kadın her gün şiddete uğruyordu. Fiziksel şiddetten duygusal şiddete uzanan şiddet türlerine maruz kalıyor kadınlar.

-Adıyaman'da mülteciler Bebek Köyü'ne zorla götürülüyor. Mülteci çocukların okullara alınmadığını biliyoruz. Adıyaman'da mültecilerin yaşadıkları sorunlara dair neler söyleyebilirsiniz?

Suriyelilerin, mültecilerin Türkiye'ye ilk göç sürecinde ciddi bir öfke vardı. Mülteci ayrımcılığı, mültecilere yönelik şiddet dili, öfke vardı. Ama son 6-7 yıldır mültecilerle birlikte yaşamak kabullenilmişti. Ama depremle birlikte ciddi bir Suriyeli ayrımcılığı açığa çıktı. Ciddi bir öfke patlaması oldu. Bunun bir nedeni kriz anında gelen ihtiyaçların paylaşılması hususunda -pastanın paylaşılması konusunda- bir durum ortaya çıktı. Ama bunlar bir yana, mevcut iktidar tarafından Suriyelilerin seçimde çok konuşulması, Suriyeliler üzerinden politikaların yürütülmesi ister istemez halkta da ciddi bir öfkenin ortaya çıkmasına neden oldu. Şu an Adıyaman'da ciddi bir mülteci karşıtlığı var. Konteynırlarda istememe, kamu alanlarında istememe noktasına varmış durumda.

Suriyelilere konteynerler verilmedi. Konteyner kentler oluşturulurken Suriyeliler hiç yerleştirilmedi. Biz o süreçte en azından dezavantajı olan Suriyeliler konteynerlere yerleştirilebilir, engelliler, yaşlılar, gebe kadınlar yerleştirilebilir dedik ancak onları bile yerleştirmediler. Bakın Adıyaman'ın bu sıcağında çadırlar da durmak mümkün değilken daha geçen haftaya kadar Suriyelilerin çok büyük bir kesimi çadırlarda yaşıyorlardı. Şu an şehrin otuz yedi kilometre uzağında ilk geldikleri kamplara tekrar yerleştiriliyorlar. Hiçbiri o kampta yaşamak istemiyor. Çünkü onlar burada bir yaşam kurmuşlardı. Burada sabah gidip inşaatta çalışıyorlar, fabrikada çalışıyorlar. Çadırda da yaşasalar burada sabah işlerine gidebiliyorlar veya kendi mahallelerinde temas ettikleri insanların arasındalardı. Ama bu şekilde toplumdan daha da yalıtılmış, toplumdan uzaklaştırılmış oldular. Tekrardan açılan o alana gitmeyenlerin de suyu, elektriği kesildi. Yani zorla gitmeye tabii tuttular. 

Peki şu an götürdükleri yerde durum nasıl? Götürdükleri yere konteynerler verilmiş ama konteynerler katlanabilir konteyner dediğimiz kış şartlarına hiç uygun olmayan türden. Valiye sormuşlar nasıl ısınacaklar diye sobayla, kömürle, odunla olacak demiş. Bu ne kadar güvenli olabilir? Zehirlemeye, yanmaya çok müsait bir yapı. Kısacası altyapı oluşturmadan, temel ihtiyaçlar düşünülmeden yeter ki Suriyeliler şehirden uzaklaşsın diye bu alanı tekrardan açmışlar. Ya bu insanlar bir kere kim olursa olsun temel insani hakkı olduğu için en iyi şartlarda yaşatılması gerekir. Yani hangi sebep veya durum olursa olsun, kim olursa olsun insanoğlu en iyi şartlarda yaşamı hak eder. Özellikle Suriyeliler sigortasız, düşük ücretlerle, güvencesiz bir şekilde fabrikalarda çalıştırılıyor. Ama konu yaşam alanlarına geldiği zaman, kamu hizmeti alma noktasına geldiği zaman maalesef Suriyelilere ciddi bir ayrımcılık uygulanıyor.

Adıyaman'da da şu an mülteciler gerçekten ciddi bir ayrımcılığa uğruyorlar. Mültecilere yönelik ciddi bir öfke var. Ve bu öfkenin en büyük sebebi de mevcut iktidardır. Suriyelilerin bu denli dışlanması, yaşam alanlarından koparılmasa bu kadar ayrımcılık da olmaz. Tabii sonuçta biliyoruz bu biraz da gündemi değiştirmektir. Depremin ilk döneminde de gördük bunu. Yağmalama olaylarında Suriyelileri günah keçisi ilan ettiler, hep Suriyelilere fatura kesildi. Bu durum da bilinçli bir şekilde yapıldı ki var olan eksiklikleri insanlar görmesin, algıları kaysın diye. Oysa onlar da bizimle birlikte depreme yakalandılar. Onlar farklı bir yerde yaşamıyorlardı. Deprem esnasında Suriyelilerden de çok ölen oldu. Onlar da birer depremzede. Onlar da işte konteyner ortamında, çadır kent ortamında yaşatılması gerekir. Ama maalesef buradaki yerel halka yapılan hizmetlerin hiçbiri Suriyelilere veya mültecilere yapılmadı.

Kızıl Bayrak / Adıyaman