ABD’nin “stratejik ortağı” diye geçinen Türk sermaye devleti, efendi-uşak ilişkisinin kısmen bozulmasıyla ciddi bir sıkışma yaşıyor. Türkiye’de döviz piyasası kargaşa içerisindedir. Borç açmazı nedeniyle çoğu ABD’li, İspanyalı, İngiliz ve Luxemburglu alacaklılar korkudan titremektedirler. 1990 yılındaki krizin yayılmasına benzer bir yeni kriz olasılığı dillendiriliyor. Türkiye üzerinden sinyaller veren mali krizin dünya finans krizine evirilerek yayılma olasılığından korkuyorlar. Türk Lirası 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana yüzde yetmiş değer kaybetmiştir. Cari açık artıyor. Türk tekellerinin ve bankalarının 200 milyar euroyu aşan yurtdışı borçları ödenememektedir. Sermayenin ABD’ye doğru akması TL’nin çöküş nedenlerinin başında gelmektedir.
AKP iktidarı, efendisi ABD ile ilişkilerin bozulmasıyla iyice belirgin hale gelen ekonomik krizden kurtulmak için diğer emperyalist güçlere el açıyor. Erdoğan kendi tahtını kurtarmaya çalışmanın verdiği telaşla içerisinde bulunduğu güçsüzlük ve çaresizliğin girdabında kıvranırken, aczini ahkam keserek kapatmaya çalışıyor. Bu arada borç para dilenmeyi de ihmal etmiyor. Din taciri iktidarın başı Erdoğan bu amaçla önümüzdeki günlerde Almanya’ya gidiyor.
Bu kriz ortamında Türkiye’ye ve dolayısıyla Erdoğan’a yardım elini Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier uzatmaktadır. Emperyalist yayılmacı emellerini günümüzde sinsi bir şekilde sürdüren Alman emperyalist devleti, Erdoğan’ın efendisi ABD ile olan uşaklık ilişkisindeki sorunları Türkiye’deki nüfuzunu büyütmenin fırsatına çevirmek istiyor.
Oysa kısa bir süre önce Türk sermaye devletinin temsilcisi Erdoğan rejimiyle Alman devleti arasında gerilim tırmanmıştı. Türkiye’de Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in tutuklanması ve Almanya’nın, AKP’li bakanların yapmak istedikleri referandum toplantılarını yasaklaması gerilimi daha da artırmıştı.
Alman tekellerinin ekonomik hakimiyeti
Almanya, Türkiye’ye yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımları sıralamasında birinci sırada yer alıyor. Aralarında en büyüklerin de bulunduğu 6.500 Alman tekeli ucuz işgücü cenneti olan Türkiye’de üretim yapıyor. Buna 5.500 civarında Fransız, 4.500 Hollanda ve diğer Avrupa tekelleri de eklendiğinde, Türkiye’nin AB için nasıl bir sömürü kaynağı olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Almanya 1980’den beri 12,5 milyar dolarlık yatırım hacmiyle en büyük yabancı yatırımcı olma konumunu sürdürmektedir. Başka hiçbir ülkede bu kadar Alman şirketi bulunmamaktadır. Almanya, Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı olma gibi bir ayrıcalığa da sahiptir. İkili ticaret hacmi (doğası gereği Almanya’nın lehine olmak üzere) 2013 yılında %5 artarak toplam 33,8 milyar euroyla yeni bir rekor seviyeye ulaşmıştır. Ekonomik bağımlılık alanında sağlanan bu gelişmeyle Almanya Türkiye’nin bir numaralı ticari ortağı olma gibi ayrıcalıklı bir konum elde ederken, Almanya’nın ticari ortakları arasında Türkiye’nin yeri ise 13’üncü sırada bulunuyor.
Halihazırda atılan adımların belirleyeni, emperyalist kapitalist dünyanın içerisinden geçmekte olduğu yeniden kamplaşmalarla ilişkili rekabettir. Ekonomik bağımlılık politik bağımlılıkla tamamlanmak istenmektedir. Ekonomik alanda yoğunlaşan bağımlılık ilişkisi siyasal bağımlılık alanında Alman tekellerinin beklentilerini tatmin edecek düzeye değildir. Zira şimdiye değin Türk sermaye devletinin politik ve askeri alanda ABD’ye olan bağımlılığında öze ilişkin bir değişim olmadı. Bu durum, son yıllara kadar özel bir sorun alanı oluşturacak düzeyde öne çıkmamış olmakla birlikte, iki devlet arasındaki ilişkilerde hep bir gerilim alanı olageldi.
Gelinen yerde balans ayarı bozuk, freni patlamış araç misali sağa sola toslayan Erdoğan AKP’si, Almanya’ya “vurarak” Amerika’ya yaranmaya çalışan bir konumdan, ABD’ye tavır koyarak yeniden Almanya devletiyle flört etmeye çark etmiş görünüyor.
Emperyalist yayılmacı emellerini günümüzde sinsi bir şekilde sürdüren Alman emperyalistleri ise Türk sermaye iktidarının acizliğini, nüfuzlarını politik arenada güçlendirmenin imkana çevirmek istiyorlar. Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’ın zor zamanlar geçiren Erdoğan’ı 28-29 Eylül tarihlerinde Almanya’ya davet etmesi bunun ürünüdür.
Erdoğan üst düzey siyasi temaslarının yanı sıra Almanya’nın önde gelen şirket yöneticileriyle de bir araya gelecek. Bu görüşmenin ardından Ekim ayı sonunda ise Alman Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmaier ile birlikte 90 kadar Alman şirketinin CEO’sunun Türkiye’yi ziyaret etmeleri ve bazı anlaşmaların planlanması ilişkilerin boyutunu göstermektedir.
CEO’ların ziyaretinde de gündemi, ekonomik ilişkilerin nasıl daha ileri taşınabileceği konusu oluşturacak. Türkiye’de yatırımı olanların bu yatırımlarını daha da arttırmaları, bunlara yenilerinin eklenmesi konuları masaya yatırılacak.
Merkel hükümeti, 35 milyar euroluk yeni demiryolu projesi, yine 3. Havalimanı yapımının finanse edilerek Frankfurt kargo hava taşımacılığının Türkiye’ye kaydırılmasıyla rahatlatılması ve yeni planlanan ekonomik anlaşmalar karşılığında Erdoğan’ın yapacağı katliamlara ve savaş suçlarına göz yummaya devam edecektir.
Söz konusu davete sol partiler ve geniş bir çevre karşı durmaktadır. Türkiye’de hiçbir demokratik hak ve özgürlüklerin olmadığının altı çizilmekte, Erdoğan’ın diktatörlüğüne dikkat çekilmektedir. Bu arada Erdoğan’ın Almanya’ya yapacağı ziyarete karşı 130 kurum ve inisiyatiftin yanı sıra çeşitli çevrelerin katıldığı protesto eylemleri sürüyor. 22 Eylül’den başlayarak “Hoş gelmiyorsun Erdoğan” sloganıyla gösteriler düzenleniyor. En büyüğü Berlin’de düzenlenecektir. Emperyalistlerle Türkiyeli uşakları arasındaki kirli pazarlıklara karşı kitlesel tepkiler göstermek, başta Türkiyeliler olmak üzere Almanya’daki işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin güncel sorumluluğudur.
Sermayenin diktatörüne de diktatörlüğüne de hayır!