Toplam 132 kişinin yaşamına ve yüzlercesinin de yaralanmasına mal olan Paris katliamının yankıları devam ediyor. Günlerdir Fransa başta olmak üzere, Avrupa’nın tüm kapitalist hükümetlerinin ana gündemini Paris katliamı oluşturuyor. Katliamdan bir gün sonra toplanan G-20 Zirvesi'ne damgasını vuran da Paris katliamı oldu. Ayrıntılarından arındırıldığında, iki günlük yoğun ve zaman zaman oldukça hararetli tartışmalara sahne olan Zirve'den beklenildiği gibi, içerde ve dışarda hızla hayata geçirilmesi planlanan, sosyal yıkım ve savaş kararları çıktı.
Fransız işçi ve emekçilerini karanlık günler bekliyor
Fransa devlet başkanı François Hollande Paris Katliamı nedeniyle Antalya’daki G-20 zirvesine katılmadı. Ancak her şeyden haberliydi. Sözde “sosyalist” Hollande ve Başbakan Manuel Vals omuz omuza, sadece savaş gibi olağanüstü durumlarda toplantıya çağrılan, Parlamento ve senatodan oluşan “Ulusal Kongre”yi topladılar ve ağız birliği içinde “Fransa savaştadır” açıklaması yaptılar. Özellikle Hollande oldukça hazırlıklıydı. Keza konuşması da oldukça bütünlüklüydü. Sözünü ettiği savaşın içe ve dışa dönük olarak neyi içerdiğini, dünyadaki müttefiklerine ve bu arada Fransız halkına çağrıları ve beklentileri gayet açık ve anlaşılırdı.
François Hollande, konuşmasına “Fransa’ya bir savaş açıldı. Biz de Fransa’nın gücünü ortaya koyup, bu savaşa cevap vereceğiz” mealinde bir girişle başladı. Ardından, “şimdiden başlamıştır” dediği savaşın esas hedefinin IŞİD ve onun şahsında uluslararası terörizm olduğunu dile getirdi. Dikkati çeken şey ise, Hollande’ın Suriye’yi terörü yaratan ülke ilan etmesi ve suçu neredeyse tümüyle Suriye rejimi ve Beşar Esad’a yıkmasıydı. Önce Suriye ve IŞİD üzerinde yoğunlaşacaklarını, fakat bunun yeterli olmadığını, Türkiye ve bazı diğer müttefik devletlerin de tehlike altında olduğunu, dolayısıyla savaşı bilahare bu topraklara kaydırma gereğini belirtmesi dikkate değerdi. F. Hollande “başlamıştır” dediği savaşın tüm mahiyetini ve hedeflerini ise ilerleyen bölümlerinde açıkladı.
Charlie Hebdo katliamında olduğu gibi, bu kez de hedef tahtasına çakılan ilk şey demokratik hak ve özgürlükler oldu. Hollande, bu konuda bazı değişiklikler yapmanın zorunlu olduğunu, bunun için de Fransız Anayasası’nın bir revizyondan geçirileceğini belirtti. Anayasada yapılacak değişikliklerin kapsamlı olacağının, demokratik hak ve özgürlüklerin iyiden iyiye budanacağının ve polis devleti uygulamalarının yeni boyutlar kazanacağının mesajını verdi. Paris sokaklarındaki ve giriş çıkışlardaki polis yığınağı ve yoğun denetim, birkaç gündür en çok duyulan sesin polis arabalarının sirenleri olması da bunu doğrulamaktadır.
Bu çerçevede ilk elden sınırların kapatıldığı, olağanüstü hal ilan edildiği, polisiye önlemlerin arttırıldığı biliniyor. Hollande, olağanüstü hal uygulamasının devam edeceğini ve üç ay süreciğini belirtti. Hollande güvenlik yalanı ile daha önce de başvurdukları telefon dinleme ve benzeri uygulamaların önümüzdeki dönemde daha da genişletilerek süreceğini dile getirdi. Anayasada yapılacak revizyonun da yardımı ile polise silah taşıma ve kullanma serbestisi gibi yeni yetkiler verileceğini açıkladı. Bununla da kalınmayacağı, bundan böyle iç güvenlik çerçevesinde Fransız ordusunun da devreye sokulacağını dile getirdi. Nitekim daha şimdiden sadece Paris’te 5 bin asker görevlendirilmiş bulunuyor. IŞİD’in bu acımasız ve alçakça katliamında rol alanların müslüman ülkelereden gelen ya da Fransa’da doğup Fransız vatandaşlığı hakkını kazanan göçmenler olduğunu ileri sürerek, Anayasada yapılacak değişiklilerden birinin de, vatandaşlık hakkına belli sınırlamalar getirileceğiydi.
Fransız Anayasası ilk kez bu denli kapsamlı ve ciddi biçimde masaya yatırılıyor. Tek başına bunun kendisi bile, demokratik hak ve özgürlüklere dönük saldırıların iyiden iyiye ileri boyutlar kazanacağını ve bunun dolaysız sonucu olarak, Fransız sermaye devletinin tam bir polis devletine dönüşeceğini göstermektedir. Fransız Devlet Başkanı içerde başvuracakları önlemleri kısaca bu şekilde açıkladıktan sonra, uluslararası alanda hayata geçirmekte kararlı oldukları önlemlerden söz etti.
Fransa, Charles De Gaulle döneminde ABD ve NATO’ya karşı mesafeli bir tutum içindeydi. Bu gelenek Jacgues Chirac döneminde de iyi kötü sürdü. Ne var ki, Sarkozy ile birlikte bu gelenek bozuldu. Fransız dış politikası iyiden iyiye eksen değiştirdi. Özgünlüğünü kaybetti. ABD’nin ve NATO’nun izlediği politikalar izlenmeye başlandı. ABD’nin savaş politikalarının eklentisi haline gelindi. “Sosyalist” Hollande ile bu geleneğe geri dönüleceği sanılıyor ve bekleniyordu, ne var ki, tam tersi oldu. Hollande döneminde Fransa daha bir saldırganlaştı. Mali ve Orta Afrika’ya dönük sömürgeci uygulamalar daha da yoğunlaştırıldı. Ortadoğu, Fransız emperyalizminin oldukça iştahlı, istekli ve hırslı biçimde icraat yaptığı bir coğrafya oldu.
Örneğin, Libya’ya ilk Fransa müdahale etti. O kadar ki, Libya’nın çok kısa sürede tam bir harabeye çevrilmesinde ve sonu gelmeyen tüketici bir iç savaşa sürüklenmesinde, Fransız emperyalizminin çok önemli rolü bulunmaktadır. Bu aynı tezcanlılık, hırs ve bunun ifadesi saldırganlık şimdi de Suriye’ye dönük olarak sergileniyor.
Tüm veriler, özellikle de Hollande’ın Anayasada yapılacağını belirttiği değişikliklerle birlikte, Fransız emperyalizminin önümüzdeki dönemde “IŞİD’e karşı daha aktif ve daha sonuç alıcı mücadele” yalanı ile Ortadoğu ve özellikle Suriye’de daha da saldırganlaşacağını göstermektedir. François Hollande’ın katliamın daha ilk saatlerinde dile getirdiği IŞİD’e karşı daha geniş bir koalisyon önerisi ve daha aktif savaş çağrısı da bunun ifadesidir.
Tümüyle kendilerinin sorumlusu oldukları iktisadi krizin de, devlet aygıtının tahkimatı için yapılan harcamaların da, emperyalist saldırganlık ve savaş çerçevesinde yapılan harcamaların da faturası, bugüne dek hep işçi ve emekçilere kesilmiştir. Yine aynısı yapılacaktır.
Fransız emperyalizminin Hollande aracılığıyla dile getirdiği yeni savaş stratejisi dahi tek başına önümüzdeki dönemde işçi ve emekçileri geçmiştekilerden daha ağır bir faturanın beklediğinin işaretidir. Demek oluyor ki, Fransız emperyalist burjuvazisi ardı arkası kesilmeyen iktisadi ve sosyal yıkım saldırılarına daha acımasız ve yıkıcı boyutlar kazandıracaktır. Özetle her alanda ve her bakımdan Fransız işçi ve emekçilerini oldukça zor
günler beklemektedir.
Irkçı-faşist saldırganlık azacak, faşizm tehlikesi büyüyecektir
Avrupa’nın genelinde olduğu gibi, Fransa’da da öteden beri İslamofobik eğilim, özellikle de ayrıcalıklarını yitirme süreci yaşayan ve huzuru bozulan tuzu kuru orta sınıf içinde oldukça güçlüdür. “İslam karşıtlığı” şeklinde kendisini ortaya koyan bu olgu, ırkçı-faşist partilerin ve Almanya’daki neo-Nazi ve Pegida gibi ırkçı-faşist çetelerin istismar ettiği ve bu temelde de güç topladıkları bir zemindir. Fransa’da bunu en iyi biçimde Mari Le Pen’in ırkçı-faşist Cumhuriyetçi Parti’si yapmaktadır.
Paris katliamı sözü edilen “İslamofobik eğilim”in, aynı anlama gelmek üzere “İslam karşırtlığı”nın toplum ölçüsünde daha güçlü ve belirgin biçimde kendisini dışa vurmasının vesilesi olmuştur. Katliamın dinci faşist çete IŞİD tarafından gerçekleştirilmesi, bunu ayrıca tetiklemiştir. Dikkate değer olan, bu eğilimin giderek toplumun daha geniş kesimlerine doğru yayılması, yavaş yavaş bugüne dek ırkçı-faşist örgütlerle temas kurmamış sıradan insanların içinde de karşılık bulmasıdır. Bunun kendisi, başta Cumhuriyetçi Parti olamak üzere irili ufaklı ırkçı-faşist parti ve örgütleri anında harekete geçirmiştir.
Paris başta gelmek üzere, Fransa’nın pek çok kenti günlerdir bu parti ve akımların İslam karşıtı gösterilerine sahne oluyor. Paris ve diğer kentlerdeki bu ırkçı ve yabancı karşıtı gösterilerin temel sloganı ise “İslam dışarı” sloganıdır.
Gerçek şu ki, Hitler faşizmine karşı devrimci anti-faşist direnişin en görkemlilerinden birine sahne olan Fransa’da, faşizm somut bir tehdit ve yakın bir tehlike haline gelmiştir. Devrimci sınıf mücadelesi ile önlenemezse eğer, bu tehlike daha da büyüyecektir. Bir kez daha, sözde sosyalist, gerçekte her dönem burjuvazinin koltuk değneği olan Hollande gibi sosyal-demokratlar, faşizmin iktidara yürümesinin en büyük yardımcılarıdır. Dikkate değer bir diğer şey ise, Fransız sermaye devletinin ve onun adına Hollande’ın El Kaide ve IŞİD terörü üzerinden bu eğilime arka çıkmasıdır. Bu tam bir alçaklıktır, iğrençliktir ve emperyalistlere özgü bir iki yüzlülüktür.
Oysa ki IŞİD, kendilerinin de aktif bir bileşeni olduğu, sözde IŞİD karşıtı emperyalist koalisyonun eseridir. IŞİD’i yaratan bizatihi Fransız emperyalizmi de dahil, bir bütün olarak emperyalizmdir. Onu Ortadoğu’nun ve dünya halklarının başına bela edenler kendileridir. Afganistan’da El Kaide’yi Afgan halkına saldırtanlar, şimdilerde de mezhep çelişkilerini kışkırtıp kardeş halkları bir birine boğazlatanlar, IŞİD adlı canavarı yaratanalar Fransız emperyalizmi ve ABD’nin başını çektiği, Türk sermaye devleti başta olmak üzere bölge gericiliğinin de aktif biçimde desteklediği koalisyon güçleridir. “Ilımlı islam” projesi de onlara aittir.
IŞİD fazlasıyla deşifre olup yıpranınca, yerine “Ilımlı güçler” dedikleri El Nusra ve benzeri çeteleri eğitip-donatanlar da kendileridir. Keza, IŞİD gericiliği de dahil, dinci gericilik burjuva gericiliğin bir versiyonudur.
Nereden bakılırsa bakılsın, Fransa devlet başkanı Holande esasında Avrupa’nın emperyalist burjuvazisi adına Fransa ve Avrupa’nın tüm uluslarından işçi ve emekçilere dönük bir “Haçlı seferi” başlatmıştır. Bir kez daha, kendisine yakışanı yapmakta, aynı kirli silaha başvurmakta, dini, etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden işçileri bölmeye, kardeş halkları birbirine boğazlatmaya çalışmaktadır.
"Cumhuriyetin değerlerini koruma" çağrısı, Fransız emperyalist burjuvazisinin çağrısıdır
François Holande’ın dikkate değer en önemli çağrılarından biri de tüm Fransız halkına dönük, birlik ve dayanışma çağrısıdır. Hollande bu çağırısını, “Cumhuriyetin değerlerini korumak” olarak kodlamıştır. Kendi emperyalist burjuvazisi adına yaptığı konuşmasında, Fransız halkının tarihsel yanları olan yurtseverce duygularına hitap eden ve onların bu duygularını alçakça istismar eden Hollande’ın bu çağrısı, neresinden bakılırsa bakılsın tam bir sınıf işbirliği çağrısıdır. Bunun özellikle Fransız işçi ve emekçilerinin tarih ve sınıf bilincinden yoksun geri kesimlerinde bir karşılık bulacağı muhtemeldir. Bu ise büyük bir tehlikedir.
Fransa sınıf mücadelelerinin sonuna dek götürüldüğü bir ülkedir. İhtilalci sosyalizmin beşiğidir. Dünyanın en radikal burjuva devrimine, 1831-34 Lyon dokuma işçilerinin görkemli ayaklanmalarına, Paris işçilerinin 1848-50 devrim girişimine ve en sonunda da proletaryanın 72 gün süren ilk iktidar deneyimine, yani 1871 Paris Komünü’ne sahne olmuştur. Fransa’nın tarihi, Millerand ve Hollande gibi sınıf işbirlikçisi kesimlerin geleneğine tanık olduğu gibi, tarihin en devrimci sınıfı olarak proletaryanın, Parisli işçilerin 1871’deki ayaklanması örneğinde olduğu gibi, onu iktidara taşıyan devrimci kalkışmalarına ve proleter kitle kahramanlığına da tanıklık etmiştir. Paris proletaryasının günü geldiğinde, tam da kendisine yakışır biçimde üç renkli bayrak yerine kızıl bayrak altında savaştığına da.
Fransız işçileri bir kez daha kendi devrimci tarihlerini, Lyon dokuma işçisi sınıf kardeşlerinin, 1848’de Paris barikatlarında dövüşen işçlerin ve Paris komünarlarının devrimci geleneğini hatırlamalıdır. François Hollande’ın “cumhuriyetin değerlerini korumak” olarak kodladığı özü esası sınıf işbirliği olan çağrısına, kendi geçmiş tarihsel ve devrimci geleneğine yaraşır bir tutumla karşılık vermelidirler.