Dünyada ve özellikle de Almanya’da otomotiv sanayi, ekonomide ağırlıklı bir yer tuttuğu için kapitalist rekabetin en sert yaşandığı sektörlerden biridir. İflaslar, fabrika kapatmalar, kitlesel işçi kıyımları, el değiştirmeler, skandallar, entrikalar, birleşmeler ve şirket evlilikleri nerdeyse günlük yaşanan olgular haline geldi. Öyle ki, artık kimin kimi satın aldığını, hangi markanın hangi tekele ait olduğunu, kimin kimle ortaklık kurduğunu takip etmek güç gerçekten.
Dünya çapında yaşanan ekonomik krizle birlikte gittikçe artan amansız kapitalist rekabetin en çok “mağdur” ettiği firmalardan biri de Opel’dir.
Opel, 2000’li yıllardan itibaren, özellikle de yeni bir kapitalist krizin su yüzüne çıktığı 2008’den bu yana gittikçe pazar kaybediyor. Zaman zaman tutulan bazı modeller üreterek bu düşüşü kısmen yavaşlatsa bile, durdurabilmiş değil.
Her yıl zarar ettiğini açıklayan Opel’in yardımına 2009 yılında Alman devleti yetişti. Devlet Opel’i kurtarmak için milyarları bulan karşılıksız para aktardı. Fakat batmakta “kararlı” olan şirkete bu da yetmedi. Firma, 3 bin işçinin çalıştığı Bochum’daki 52 yıllık işletmesini 2014 yılında kapatma kararı aldı. Tüm kent ve hatta tüm Ruhr bölgesindeki kitlesel ve yoğun tepkiler kapatmanın önüne geçemeyince, Bochum Opel geride çorak bir toprak bırakarak tarihe karıştı.
Opel’deki hazin hikaye bununla da bitmedi. Şirket, 2017 yılında, 2,2 milyar avroya Fransız Peugeot’a (PSA) satıldı. Opel’in sahibi GM, tazminatlar ve şirketin dönüşümü için PSA’ya 3 milyar avro da üstüne ödedi.
Satıştan bu yana PSA’nın nasıl bir politika izleyeceği çalışanlar tarafından merak ve kaygıyla izleniyordu. PSA yönetimi bir açıklama yapmamaya özen gösterdi. Fakat Opel patronları geçenlerde nihayet bu suskunluk fesadına son verdiler. Henüz resmen açıklamasalar bile, basına sızdırdıkları bazı bilgilerle yeni dönem politikalarını açığa vurmuş bulunuyorlar.
Buna göre şirket, “zarar etme, rekabet gücünün zayıflaması ve pazar kaybı” gibi gerekçelerle sonu kitlesel bir işçi kıyımına varacak tedbirlere başvuracağını deklere etti. Bahsedilen “tedbirler” şöyle: 2018 sonunda başlayan kısa çalışmaya 2019’da da devam edilecek. Bilindiği gibi kısa çalışmadan doğan ücret kaybı işsizlik fonundan karşılanıyor. Yine yılık üretilen araba sayısı 123 binden 68 bine düşürülecek. İki vardiyadan tek vardiyaya geçilecek.
Diğerleri gibi Opel de krizin faturasını işçiye çıkarıyor
Opel’deki bu yeni saldırı planı binlerce işçiyi bulan kitlesel bir işçi kıyımı anlamına geliyor. Halihazırda Opel’in Avrupa’da yaklaşık 37 bin, Almanya’da ise 19 bin çalışanı bulunuyor. En büyük işletmesi olan Rüsselsheim Opel’de ise 9 bini üretimde olmak üzere toplam 14 bin civarında kişi çalışıyor. Saldırının sivri ucu Rüsselsheim’a değecektir. Üretilen araba sayısının yarıdan yarıya düşürülmesi ve tek vardiyaya geçilmesi demek, çalışanların en az yarısının gereksiz hale gelmesi, yani saf dışı bırakılması demektir.
Bu saldırı sadece binlerce kişinin işini kaybetmesinden de öte, şirketin bulunduğu Rüsselsheim kenti ve dahası tüm Rhein Main bölgesi için ciddi bir sosyal yıkım anlamına gelecektir. Sorun sadece çalışanların issiz kalmasıyla sınırlı değil elbette. Bunların aileleri, taşeron ve yan kuruluşlarda çalışanlar, meslek yapan gençler, esnaf, Opel’in ayırdığı fonlarla ayakta kalan sosyal kurumlar vs. tüm yelpaze düşünüldüğünde on binlerce kişinin kaderi söz konusu. Sadece bugünün değil, işyerleri yok edilerek gelecek kuşakların da kaderiyle oynanmış oluyor.
Bu kitlesel işçi kıyımı planı durdurulamazsa eğer, belki de planları arasında yer aldığı halde, şimdilik açıklamaya cesaret edemedikleri, Rüsselsheim Opel’i de tümden kapatmak hiç de ihtimal dışı değildir.
Opel işçisi saldırıyı püskürtecek deneyime sahiptir
Saldırı oldukça kapsamlı ve ağır. Fakat Opel işçisi de bu saldırıyı püskürtebilecek asgari olanaklara sahiptir. Yıllardan beri çeşitli devrimci-demokrat örgütlerin çalışma yürüttüğü, oraya dönük yayınlar çıkardığı ve değişik vesilelerle seslendiği, kısmen politize olmuş bir yer. Son yıllarda gittikçe azalsa bile, onlarca grev, direniş ve protesto yaşamış, mücadele deneyimi olan işçilerin bulunduğu bir işletme. Çalışanları arasında çok sayıda Türkiyeli işçinin de bulunduğu işletmenin olduğu Rüsselsheim kenti ve çevresi demokrat-ilerici kimliğin ağır bastığı bir bölge.
Eğer bölgedeki devrimci-ilerici kurumlar da soruna gerekli ilgiyi gösterip, bir direniş örgütleme faaliyetine omuz verirlerse, Bochum’dakine benzer -kazanımla sonuçlanmamış olsa bile- tüm bölgeyi saran kitlesel ve militan bir tepki ortaya çıkabilir.
Kızıl Bayrak / Frankfurt