Aylardır kamuoyunu meşgul eden NSU davası ve sözde yeniden mercek altına alınan binlerce davadan, adaletin tecelli edeceği beklentisine kapılmak büyük bir naiflik olur. Tam anlamıyla bir ortaoyununa çevrilen NSU davasında olduğu gibi, bu yeniden incelenecek davalardan da bir sonuç çıkmayacağı kesindir.
NSU davasının halihazırdaki bir numaralı sanığı Beate Zschape’dir. Bu oldukça soğukkanlı katil hakkında bugüne dek burjuva basınına yansıyanlar daha çok işin magazinsel boyutları olmuştur. O kadar ki, bu ırkçı-faşist ‘hanımefendi’nin saç modeli, giyim tarzı ve mahkeme salonundaki duruşunun psikolojik analizleriyle daha şimdiden arşivlerde koca bir envanter oluşmuş bulunmaktadır. Yüzlerce katliamın sorumluları hakkında yazılıp çizilenlere bakıldığında bu davaların özü ve esası itibariyle nasıl karartıldığına her gün yeni bir vesileyle tanıklık etmekteyiz. Son iki haftadır sahibinin sesi Almanya basını katil Zschape’nin ailesini ve tanıdıklarını konuşturarak, bu acımasız caniyi neredeyse azize mertebesine çıkarmış ve dahası, Almanya kamuoyu ve mahkeme heyeti nezdinde yeterince ‘şirin’ göstermeyi başarmıştır.
Bu arada, bir taraftan NSU davasının gerçek anlamda sonuçlarına varmaması için yeterince çaba sarf eden bu iki yüzlü basın, bir diğer taraftan Alman Kriminal Dairesi’nin açıkladığı raporu sayfalarına taşımayı ihmal etmedi. Söz konusu bu rapor 1990-2011 yılları arasında Almanya çapında gerçekleştirilmiş olan ırkçı-faşist saldırıların istatistiklerinden oluşmaktadır. Rapordaki en çarpıcı verilerden birisi, şu ana dek kamuoyu nezdinde bilinen ve tartışılan rakamların çok çok üzerinde insanın bu katil sürülerince katledildiği gerçeğidir. Kriminal Dairesi’nin verileri de, bu süre zarfında katledilen insan sayısının 60 değil 746 kişi olduğunu belirtiyor. Bunları, kesin olarak bilinmemekle beraber, bu ırkçı faşist çeteler tarafından saldırıya uğramış ve hukuki anlamda herhangi bir sonuç elde edilmeden rafa kaldırılmış 3300 dava dosyasının varlığı tamamlamaktadır. Bu dava dosyaları tekrardan incelenmek ve en geç 2014’ün sonuna doğru sonuçlanmak üzere eyaletlere iade edilmiştir.
Bu aynı süre zarfında, özellikle de yabancı kökenli ırkçı-faşist saldırılara maruz kalmış insanlar, yine bu aynı iki yüzlü basın-yayın organları ve polis birimlerince suçlanmış, en masumane adalet arayışları dahi görmezlikten gelinmiştir. Bırakınız sorumluların bulunmasını ve yargılanmasını mafyatik ilişkilerle suçlanmış, kriminalize edilmişlerdir.
Alman Kriminal Dairesi’nin açıklamalarına göre bu kapanmış 3300 dosyanın tamamına yakını NSU, NPD vb. ırkçı-faşist partilerin saldırılarına hedef olmuş masum insanların açtıkları ve bir sonuç elde edemedikleri davalardan oluşmaktadır. Yani söz konusu olan bir şekliyle hukuki prosedüre girmiş davalardır. Oysaki gerçek anlamda bu katil sürüsünün dahil olduğu olayların sayısı çok daha fazladır. Bu dava dosyalarında dikkati çeken en temel şey ise, bu cinayet şebekelerinin yaptıklarının ‘sağ şiddet’ gibi muğlak ve ne anlama geldiği belli olmayan kavramların büyük bir titizlikle kullanılmasına gösterilen özendir.
Yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanmış da olsa, bugüne kadar bu davalarla ilgili tek bir adımın atılmamış olması, bundan sonra yapılacaklar hakkında da bir fikir vermektedir. Tıpkı NSU davasında oynanan ortaoyunu gibi, Kriminal Dairesi’nin açıkladığı yeni veriler de sadece ve sadece bu ortaoyununun biraz daha karmaşık bir hal almasına yol açmıştır. O denli ki, NSU davasında yeterince teşhir olan Almanya devleti ve onun istihbarat birimleri, oluşan kamuoyu baskısına rağmen delillerin karartılmasından tutunda, ellerindeki bilgi ve belgelerin mahkemeye verilmemesine kadar her türlü tezgahı düzenlemişlerdir. Bundan sonra da aynı şeyi yapacakları ve mümkünse bir iki katili gözden çıkararak bu davalardan ‘burjuva hukukunun şanlı zaferi’ diye bahsedecekleri günler çok da uzak değildir.
Köklü bir tarihsel geçmişe ve temele sahip olan Alman faşizmi ve onun bugünkü ardılları her geçen gün daha çok güçlenmekte ve ırkçı-faşist saldırıları ve cinayetlerine yenilerini eklemektedirler. Bütün bunların Almanya’daki istihbarat birimlerinin bilgisi dahilinde olduğunu ve hatta, bu paramiliter faşist örgütlerin bizatihi tarafından örgütlendiğini, NSU davasıyla ortaya çıkan belge ve bilgiler üzerinden bir kez daha öğrenmiş bulunuyoruz. Bu faşist çetelere başta barınma ve örgütlenme olanakları olmak üzere, her türlü patlayıcı maddenin ve silahın temininden tutun da kullanımına kadar, bu bahse konu olan istihbarat birimleri ve onun uzun kolları, üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır, yapmaya da devam edecektir.
Anayasa Koruma Örgütü başta olmak üzere, devleti ve ordusu, polisi, yargı organları, mahkemeleri ve hapishaneleri ile, onu oluşturan tüm kurumlar son yirmi yıldır artarak devam eden bu ırkçı-faşist saldırganlığın dolaysız ve yegane sorumlusudurlar. Bu nedenledir ki, ne NSU davası ne de tekrardan incelenmek üzere iade edilen diğer dava dosyalarıyla Alman sermaye devleti kendini aklayabilir. Bu devlet, Hitler faşizminin mirasını ve onun kendisine devrettiği tümüyle kanla yoğrulmuş kültürü koruyarak bugünlere gelmiştir. Her hücresine insan kasapları Gestapoların ruhu sinmiş bir polis devletidir. Tam da bu nedenledir ki, çırılçıplak bir polis devleti olan bu devletten, onun gerici bir hukuk sisteminden, adalet beklenemez.
Faşizmin adaleti yoktur. Faşizm bir insanlık suçudur ve onun insanlığa dönük suçlarının hesabını, sadece ve sadece devrimci partisinin önderliğinde birleşmiş işçi ve emekçiler soracaktır. Adalet de devrimle gelecek, sosyalizmle sağlanacaktır.
Enternasyonal-İnfo