Haftalardır yürüttüğümüz azimli mücadele sonucunda temsilcilerimizi seçtik. Emek harcayarak kazanmış olmanın sevinciyle, gri bir günde bahar tadında bir günü yaşar gibiydik işçi arkadaşlarla. Bir seçimi daha kazanmıştık, örgütlü bir mücadelenin kazanımıydı bu.
Çalışarak üretmeyi seven bir emekçi olarak, işyerinde her seçim dönemi emekten yana olan işçi arkadaşlarla dayanışma içinde olmayı görev bildim. Demem o ki, işçisin, emekçisin, sömürünün farkındasın. Sömürünün çıplak yüzünü derinden yaşayan birisin. Sömürüye karşı mücadele edip nice can veren emekçileri biliyorsun. Bu durumda nasıl kayıtsız ve duyarsız olabilirsin ki. Bundandır ki örgütlü olup azimle mücadele etmenin haklı kazanımlarını hayatın birçok alanında yaşıyoruz.
İşyerinde bu seçim süreçlerinden geçerken, hayatımda dönüm noktası diyebileceğim, sömürülmenin en ağırını yaşadığım zaman dilimini anmadan geçemiyorum.
2011 baharında, LSG Sky Chefs’te dört yıl önce başladığım bölümü tam kadrolu bir elaman olarak bırakıp, yeni açmış oldukları bir bölüme (Werk) geçmiştim. Büyük bir keyifle işe başladım. Bu keyfin zamanla korkunç bir sömürülmeye dönüşeceğini nasıl tahmin edebilirdim ki? 21. yüzyılda ve Avrupa’nın göbeğindesin. Lufthansa gibi büyük bir firmanın elemanısın. Bundan daha iyisi var mı diyenler çoğunluktaydı.
Yoğun bir çalışma temposu başlamıştı. Sekiz saatlik denilen iş saati uzadıkça uzuyordu. On saat, on iki saatten önce işten çıkamaz olmuştuk. Tatillerde, bayramlarda bu süre daha da uzuyordu. Uzun saatlerin yanı sıra çalışma günlerimiz de uzamıştı. Yedi gün çalışıp haftalık izne çıkmamız gerekirken on iki, on üç güne varan çalışma günlerimiz oluyordu. Bu yoğun çalışma temposuna karşın yardım almadan yaşamımı idame ettiremiyordum. Bu acımasız sömürü canımı derinden yakıyordu. Bu arada altı aylık konulan deneme süresi içinde kimi arkadaşlar hızlı çalışmadıkları gerekçesiyle işten atıldılar. Bu işten çıkarılmalar diğer işçiler üzerinde büyük bir korkuya neden olmuştu.
Sosyal yaşamdan tamamen kopmuştum. Yoğun bir şekilde çalışıyorsun, düşüncen sadece işyerinde olacaklardan ibaret. Şu an yazarken sömürünün derin acısını tekrar hissetmemek ne mümkün.
Şunu dile getirmeden geçmek doğru olmaz. O günleri yaşarken BİR-KAR diye bir oluşumun var olduğunu bilmek, yaşadığım bazı şeyleri daha ağır kılıyor. Sevgili BİR-KAR’lı arkadaşlar, biz bu denli sömürülürken siz neredeydiniz demeden geçemiyorum. Biz mi sesimizi duyuramadık, yoksa sizler mi bize çok uzaktınız. Bak bugün varsınız, yanımızdasınız, bizimle dayanışma içindesiniz. Bu güçtür, bu örgütlü olabilmek demektir, bu her daim mücadele etmek demektir. Bu söylemlerime tepki duymasınlar BİR-KAR’lı arkadaşlar. Çok ağır koşullarda çalışıp o kadar da sömürüye maruz kalan günlerin bir feryadı saysınlar. İşçiyiz, emekçiyiz! Yüreği emekten yana atan sizden başka kim anlayabilir ki bizi?
Ağır çalışma koşullarına rağmen bu işyerinde kalmaya kararlıydım. Fakat bu sömürü düzeninin o şekliyle kabullenir bir yanı olamazdı. Bir çıkış yolu illa ki bulacaktık.
Ağır çalışma koşullarıyla neredeyse bir yılı geride bırakmıştık. Ağır çalışma koşulları içerisinde birbirimize kenetlenmişiz hiç farkında olmadan. Din, dil, ırk ve mezhep farklılığı sorun değildi; hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için diyebilecek durumdaydık. Birkaç arkadaşla birlikte artık bir şeyler yapmaya başlamıştık. Daha önce çalıştığım bölümdeki sendikacı arkadaşlarla diyaloga geçmiştik, görüşmeler başlamıştı. Her hafta düzenli görüşüyorduk. İyi bir yol haritası belirleyip büyük bir titizlikle sendikamız ver.di bünyesinde çalışma başlattık. Her ülke insanından karma bir liste oluşturmaya karar verdik. Ben liste dışında kalıp arkadaşlara destek olmayı isterken, diğer bölümdeki sendikacı arkadaşlar illa da benim listede yer almamı istediler.
Bu benim için bir dönüm noktasıydı. Ağır çalışma ve şeflerin baskılarına karşı daha bilinçli, daha örgütlü bir hale gelmiştik. Listelerimiz asıldı. İşçi sayımız yeni alımlarla beraber 180’e ulaşmıştı. Kendim daha önce de ver.di’yi üyesi olduğum için birçok arkadaşı da seçim öncesi sendika üyesi yapmıştım. Seçimlere kısa bir süre kalmıştı. Bir gün Yunan asıllı menajerimiz beni odasına çağırdı, listeden çıkmam için bazı tekliflerde bulundu. Çok şaşırmıştım. Nedenini sorduğumda aldığım cevap beni daha da şaşırtmıştı. Menajerimizin bana, işyerinde sevilip sayılıyorsun, listede kalırsan seçimleri kazanırsın dedi. Avrupa’nın bu yüzüyle ilk defa karşılaşıyordum. Avrupa’dır diyorsun, sosyal hakları, hak-hukuku çok diyorsun, usulsüzlük olmaz diye bakıyorsun. Gel gör ki sömürü düzeni her yerde aynı.
Ben, ben emekçiyim, bir yerlere geleceğim, terfi edeceğim diye arkadaşlarımı bırakmam, bildiğim doğru yoldan hiçbir dünya nimeti için dönmem diyerek yoluma devam ettim. Bir kez daha anladık ki, işçi ve emekçinin gücü hiç de küçümsenecek gibi değil. Büyük bir coşkuyla seçim günündeydik ve tüm arkadaşlar büyük bir duyarlılıkla oylarını kullandılar. Bizim dışımızda bir de patron yanlıları liste yapmışlardı. 150 üyenin oy kullandığı seçimde 115 oyu bizim liste aldı, beş sandalye kazandık. Kazanım emekten yanaydı. Şartların düzeleceğine inanmayan arkadaşlar vardı, onlar da ağır çalışma koşullarının iyileştirildiğini görünce bize inanmaya başladılar. Örgütlü mücadelenin kazanımlarıydı bu.
Bizler, devrim tohumları eken, yakın tarihte kaybettiğimiz sevgili Sinan yoldaşın ve devrim yolunda ilerleyen nice değerli yoldaşların bize göstermiş oldukları mücadele yolundan ilerlemeye devam edeceğiz.
Yaşasın işçilerin birliği!
Frankfurt LSG’den bir işçi