Şimdiden ölümümü
bir başarısızlık olarak görmüyorum.
Hatta Nazım’ın da dediği gibi
“Yalnız yarım kalmış bir şarkının
acısını toprağa götüreceğim.”
Che Guevara
Che Guevara bu satırları 6 Temmuz 1958’de Meksika’da hapisteyken annesine yazdığı bir mektupta kaleme alıyor. Bundan 9 yıl sonra, 9 Ekim’de, 9 kurşunla düşman tarafından vurulduğunda tam da Nazım’ın dediği ve kendisinin hissettiği gibi yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götürüyor. Sadece kendisi için değil, halkı için taşıyor bu acıyı yüreğinde Che. Bu acıyla harmanlanan bir bilinç onu ölümsüz bir gerilla komutanı kılıyor. Che, bugün yüreklerine sevdalarını saklayıp da dağları mesken eyleyen ve isimleri bilinmeyen o binlerce gerillanın kamp ateşi yaktığı yerden saçlarımıza kadar ulaşan rüzgâr oluyor.
Neydi Che’yi yollara vuran? O henüz tıp öğrenimi gören bir öğrenciyken Latin Amerika'nın büyük bölümünü motor bisikletiyle turlamıştı. Alta Gracia, Peru, Amazon nehirleri… Bu yolculuk sırasında kitlelerin yoksulluğunu, özgürlüğe susamışlığını, her bir haktan nasıl mahrum bırakıldığını gördü. Arjantin'e döner dönmez büyük gayretle tıp eğitimini bitirmesi, iyi para kazanan ünlü bir doktor olmak arzusundan değildi. Bir doktor olarak cüzzam kolonilerinde sağlık hakkının, iyileştirdiği halde parasızlıktan okula gidemeyen çocukların gasp edilen eğitim hakkının, evlatları için çalışıp didindikleri halde bir gram ilaç almaya parası yetmeyen milyonlarca işçi ve köylünün insanca çalışma ve yaşam hakkının nasıl çalındığını gördüğü içindi. O, tercihini daha o zamanlar kariyerden yana değil devrimden yana yapmıştı bile. Kendini “Doktor Che” olarak yollara vurduktan kısa süre sonra “Komutan Che” olmayı tercih etti ve en sonunda uğruna ölümü göğüsleyeceği devrimci mücadeleye atıldı.
Che, özgür ve yüksek insani kaygılarla donatılmış bir bilincin devrimci mücadelenin yüce değerleri ile buluşmasıyla insana dair derin bir sorgulamanın vücut bulmuş hali oluyor. Uğruna savaşılan yeni dünyanın “yeni ve iyi insanının” en sade örneklerinden biri olarak Che, kapitalizmin onu markalaştıran ve popülerleştiren fotoğraf karelerinden çok, çok daha öte, anlamı bozulamayacak bir kahramanlığı mütevazı kişiliğinde taşıyor. Che’nin devrimci etiği, doğaya yönelik derin tutkusu, dostluk ve sadakat anlayışı… Bir de kalemi! Bir de yanından hiç ayırmadığı fotoğraf makinesi! “Olduğu adamı” kendisi seçen bu yiğit devrimci, olduğu adamın öldüğü şekliyle belleklerimizden silinmeyen bir devrim şehidi olarak enternasyonalizmin devrimci ifadesi oluyor.
Devrim için çarpan yürekler birbirlerini nerde olsa tanır; fabrikada, sokakta, dağda… Halkının öfkesini dağlardan düşmana mavzer mavzer yağdıran Che’yi anlayanlar yine her yüzyılın başında tükenmeden yeniden doğan tüm dünya halklarından devrimciler oluyor. Militan bir işçi anlıyor özgürlüğe sevdalı bir gerillayı.
Che’nin birleşik devrim rüyası, milyonlarca işçinin birliği altında kardeşleşecek, eşitleşecek halkların eşit ve özgür bir dünya özlemi bebeğin uykusunda büyümeye devam ediyor.
K. Ehram