Hollanda’da binlerce öğretmen daha yüksek maaş ve daha az iş baskısı talepleriyle 15 Mart Cuma sabahı greve gitti. Grevle ilişkili olarak, Eğitimciler Sendikası (AOB) Lahey’in Malieveld meydanında 40 binin üzerinde bir katılımla miting düzenledi. 2.600’den fazla ilkokul grev nedeniyle kapandı. Ortaöğretimde ise grev coşkusu oldukça düşüktü. Greve günü yalnızca yaklaşık 30 lise, kapılarını kapalı tutu.
Eğitimciler düşük maaş, yetersiz kadro, çok yüksek çalışma baskısına karşı hükümeti uyardılar.
Hollanda’da her 10 üniversite çalışanından yedisi “yüksekten çok yüksek iş yüküne” sahip. Çalışanların yaklaşık dörtte üçü, iş miktarının son iki yılda arttığı düşüncesine sahip. Yüzde 65’i bazen acele ve karmaşadan dolayı iş değiştirmeyi düşünüyor. Çalışanların psikolojik şikayetleri de artmış durumda.
Gösteriye katılan bazı öğretmen ve öğretim üyelerinin basına yansıyan açıklamaları şöyle:
“Hiçbir eylem, afiş ve megafonlarla donanmış sokak yürüyüşünün rolünü üstlenmeyecektir.”
“Dayanışmanın ortaya çıktığı yer burasıdır, bu beraberlik de çok güzel.”
“Sosyal medya olanlardan ve sıfırlardan oluşuyor. Sokakta gerçekten rakibe vurabilir ve destekçilerinizle tanışabilirsiniz.”
“Harekete geçme isteği ekonomi düzeldikçe artar. Bu tarihsel bir gerçektir. Sonra duygu ortaya çıkıyor, daha iyi gidiyor, ama bunu fark etmiyorum. Kararlar tabana sorulmadan alınıyor. Sokak o zaman bir çıkış.” (Kaynak: Volkkskrant)
Bu haftanın başlarında iki iklim yürüyüşü vardı ve gelecek pazartesi günü emekli aylıkları için ulusal bir eylem günü olacak. Önceden kitlelerde ve sendikalarda harekete geçme isteği çok da ileri değildi. Kamuoyunda son dönemde yaygınlaşan gösteri ve eylemler kitlelerde bir özgüven ve heyecan yaratırken, hükümet cephesinde kaygılar artmaya başladı. Fransa’daki Sarı Yeleklilerin eylemi de ayrı bir korku nedeni.
Sistemin çözümsüzlüğü ve erteneler sorunlar...
Uzun süredir parlamento dışı gibi görünen eylemlerde -grevler, gösteriler, iş durmaları- çoğunlukla sendika üyelerinden oluşan küçük işçi grupları, bazen parlamento (Binnenhof) çevresinde “zorunlu turlar”da yürüyorlardı. Bunlar genelde sendika yönetimlerinin gündeme getirdiği göstermelik eylemlerdi.
Kapitalist-emperyalist sistemdeki krizin yeni savaşlar dalgasına yol açtığı dönemde, 2003 Irak işgaline karşı yapılan gösteride Amsterdam’da 70 bin kişiyi yürüdü. Bir yıl sonra, hükümet kesintilerine karşı yapılan büyük bir gösteriye 200 bin kişi katıldı. Bunlar, kitleselliği oranında eylemi daha görünür kılma konusundaki istekliliğin azalmasına neden olan zirve noktalarıydı.
Bugün yeniden bir canlanma yaşanıyor. Geçen pazar günü, iklim sorunu üzerine 40 bin kişi Amsterdam’da yürüyüş yaptı. Perşembe günü iklime yönelik ikinci öğrenci grevi yapıldı. Cuma günü, ilkokuldan üniversiteye kadar tüm eğitim alanında büyük bir grev gerçekleştirildi. Ulusal emeklilik kampanyası için pazartesi günü yapılacak gösteriye büyük bir katılım bekleniyor. Toplu taşıma bir kenara bırakılacak. Pilotlar, temizleyiciler, hemşireler, acenteler, elektro metal işçileri ve diğer kesimler taleplerini haykıracaklar.
Fransa, Belçika veya Büyük Britanya’nın aksine Hollanda zengin bir toplumsal hareket geleneğine sahip değil. Harekete geçme isteğinin daha zayıf olması, daha az hiyerarşik toplumsal düzenden, Hollanda’nın geleneksel olarak ticaret yapan bir ülke olmasından ve işverenlerle çalışanlar arasında diğer sanayileşmiş ülkelere göre daha uzlaşmacı bir geleneğin varlığından kaynaklanıyor.
Genelde hükümetle görüşmeler sonuç vermiyor. “Güçle başa çıkmak zorunda kalacaksın” kanısı kitlelere daha fazla nüfuz etmeye başladı. Hükümetin kuruluş aşamasında benzeri eylemler yaygın olarak yapılmış ve bazı kazanımlar elde edilmişti. Rutte III hükümetinin oluşumu sırasında Malieveld’e giden on binlerce öğretmen, yeni kabine göreve başlamadan önce taleplerinin bir kısmını kazandı. 2017 sonunda iş yüküne karşı protesto düzenleyen binlerce hemşire ekstra para aldı. KLM pilotları sadece daha iyi bir toplu iş sözleşmesi yapmak için grevle tehdit etmekle yetindiler.
Yapılanlar genellikle boşa gitmiyor. İklim grevi öğrencileri, danışma için derhal Başbakanlık ofisine davet edildiler. Sokaktaki çağrının güç ofislerinde duyulması budur. Sokağın güç faktörü olarak geri dönüşü sermaye ve temsilcilerini tehdit etmeye devam edecektir.
Kapitalist sistemde gelirin eşitsiz dağılımını güvenceye alan yasalar, kapitalist hükümetler tarafından çalışanlar üzerindeki yükün arttırılmasını, böylece sermayeye yeni finansal kaynaklar sunma olanağı veriyor. İşçi sınıfı ve emekçilerde ise yoksulluk baş gösteriyor. Emekçilerin temel ihtiyaçları olan sağlık, eğitim, spor, kültürel faaliyetler kâr amaçlı birer sektöre dönüşmüş bulunuyor. Bu haliyle kapitalist sistem emekçilere gelecek vadetmiyor. Dolayısıyla “Çözüm de kurtuluş da sosyalizmde!” şiarını kitlelere mal etmenin nesnel koşulları bir kez daha olgunlaşmaya başlıyor.
H. Yolaçan