18 Mart Dünya Politik Tutsaklarla Dayanışma Günü vesilesiyle ATİK tarafından Frankfurt’ta bir etkinlik düzenlendi. Enternasyonalist Birlik’in (İB) de desteklediği etkinliğe BİR-KAR çalışanları da katılarak dayanışmada bulundu.
ATİK, Rote Hilfe, AZADİ e.V temsilcilerinin yanı sıra Münih’te tutuklu bulunan ATİK aktivistlerinin avukatının da konuşmacı olarak katıldığı etkinlik Frankfurt Halkevi’nde yapıldı. Etkinlik kısa bir müzik dinletisiyle başladı.
İlk konuşmacı olan Rote Hilfe temsilcisi, konuşmasına Hamburg’daki G8 tutuklularıyla ilgili açıklamalarla başladı. Onlarca kişinin tutuklandığı G8 davasında, Frankfurt’tan da aynı gerekçelerle tutuklu bulunan Halil ve Can adlı iki gencin, 8 aylık tutukluluktan sonra, 4 aydan bu yana serbest olduklarını fakat davanın henüz sürdüğünü belirtti. Temsilci, serbest kalmalarının büyük ölçüde dışarıda örülen dayanışma sayesinde mümkün olduğunu belirterek, “Politik davalar esas olarak mahkeme salonlarında değil, sokakta kazanılıyor!” diyerek, fiili meşru mücadelenin önemine vurgu yaptı.
Ardından söz alan ATİK başkanı Süleyman Gürcan ise ağırlıklı olarak Münih’te tutuklu bulunan ATİK aktivistlerinin dava süreci ile Almanya’da, başta devrimcilere karşı olmak üzere, genel olarak artan siyasal baskı ve uygulamalara dikkat çekti. Gürcan özetle şunları dile getirdi:
“2015 yılında Almanya, Fransa, İsviçre ve Yunanistan’da yapılan eş zamanlı operasyonlarla toplam 10 kişi gözaltına alınarak Münih’e getirilip tutuklandı. Tutuklular ‘TKP-ML üyesi’ olmakla suçlanıyorlar. Şimdiye kadar 150’den fazla duruşma yapıldı. Süreç içinde 7 kişi serbest bırakılırken, 3 kişi hâlâ tutuklu. Operasyonlar ve tutuklamaların gerisinde faşist Türk devleti ile Alman devletinin sıkı işbirliği yatmaktadır. Çeşitli kereler bilgi alışverişi ve doğrudan görüşmelerle bu operasyonlar ortak olarak hazırlanmıştır. Diğerlerinin yanı sıra, operasyondan bir yıl önce, 2014 yılında iki devletin gizli istihbarat örgütleri ‘TKP-ML’ye özel’ bir görüşme yapmışlardır. Bu görüşmede isimlerin yer aldığı bir liste Alman makamlarına iletilmiştir.
“Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ta Osmanlı’dan bu yana tarihi bir geçmişi var. Türkiye’deki tüm katliamlar Alman devletinin yardımı ve işbirliği ile gerçekleştirilmiştir. Dersim’de kullanılan zehirli gaz Almanya’nın Duisburg kentinden gönderilmiştir. Hitler bile Ermeni katliamı konusunda Türk hakim sınıflarını örnek aldığını belirtmiştir. 6.300 Alman firması Türkiye’de faaliyet gösteriyor...”
Ardından 2015’ten bu yana süren Münih davasının avukatı Stephan Kuhn söz aldı. Kuhn şu vurgularda bulundu: “Süren dava 1980’li yıllardan bu yana Almanya’da süren en önemli ‘terör’ davalarından biridir. Tutuklamalar Alman anayasasının 129a ve b maddelerine dayandırılıyor. Müvekkillerimin tümü, ama özellikle de Müslüm Elma yoğun bir izolasyona tabi tutuluyor. Arkadaş, aile ve akrabalarıyla açık görüş yaptırılmıyor. Almanca konuşmaya zorlanıyor. Tüm görüşmeler bir refakatçi eşliğinde yapılıyor. Avukatı ile görüşmesi de uzun süre engellenerek savunma hakkı gasp edildi. Yayın konusunda bıktırıcı ve uzun bürokratik engeller çıkarılıyor. Postaları bile iki ay sonra verildi.
“10 bin sayfayı aşan bir dosya var. Bunun hepsini tercüme ettirmek mümkün değil. Neyin ne kadar doğru tercüme edildiğinden emin olmak çok zor. Türkiye’den gelen bir bilgi kriminal polise bağlı çalışan tercümanlar tarafından çevrilip konuyor dosyaya. Ciddi bir güvenilirlik sorunu var. Öte yandan tutsakların savunmaları mahkemelerde alışık olmayan durumlar da ortaya çıkarıyor.”
Avukat, konuşmasının bazı bölümlerinde M. Elma’nın savunmalarından bölümler de aktardı. Elma’nın son savunmalarından birinde, “Bizim boyun eğdiğimizi hayal ediyor olabilirsiniz ama bu hayaliniz asla gerçek olmayacaktır!” yönlü sözlerini aktardı. Yine tecridin müvekkillerinin psikolojisini kötü etkilediğini ve kaldırılması gerektiği yönlü talebine karşılık, mahkeme başkanın, “Böyle savunma yapabildiğine göre, tecrit onu hiç de kötü etkilemiyor!” dediğini aktardı. Süren davanın sonucunda yeni tutuklamaların ihtimal dahilinde olduğunu belirten avukat dayanışmanın hayati önemini belirtti.
Etkinlikte son olarak, faaliyetlerinin odağını Kürt hareketi ile dayanışmanın oluşturduğu AZADİ e.V’dan Monika Morres söz aldı. Morres de daha çok Almanya’da aktif Kürt siyasetçilere yönelik süren ve gittikçe artan baskı, takibat ve tutuklamalar hakkında bilgi verdi. Morres şunları dile getirdi:
“Özellikle 2001 yılından itibaren Almanya’da siyasal baskılar adım adım sertleştirildi. Baskılar 129a ve b’ye dayandırılıyor. Kürt hareketinden şu anda 8 kişi tutuklu bulunuyor. Bunun dışında süren onlarca dava var. Özgür Politika’ya PKK’nin yayını muamelesi yapılıyor. Mezopotamya Yayınevi ve Mir Müzik yasaklandı. Bunlardan çıkan yayın ve ürünler verilmiyor tutsaklara. Sadece PKK değil, onunla dayanışma içerisinde olanları da yasaklama girişimleri var. Mahkemelerin Kürt siyasetçilere karşı tavırları son derece önyargılı, nefret dolu ve düşmanca. Türkiye’de artan baskılar vs. mahkemelerin kararını hiç etkilemiyor. Duruşmalarda yargıçların yer yer ciddiyetsiz tavırlar sergileyerek uyudukları bile oluyor. Serbest kalanlara adeta siyaset yapma yasağı getiriliyor. Derneklere gitmeleri, eylemlere katılmaları ve belli insanlarla görüşmeleri engellenerek dışarda da tecrit edilmek isteniyorlar. İlticacı ise iltica davası reddediliyor. Kürt sembolleri ve Newroz dahil birçok etkinlik keyfi olarak yasaklanıyor. Size karşı yapılan herhangi bir haksızlık karşısında mutlaka avukata gidin, kayıtlara geçirin. Sokakta direniş tamam ama hukuk alanında da bir direniş şart!”
Konuşmaların ardından etkinlik, 18 Mart’ta Münih’te görülecek duruşma öncesi yapılacak mitinge ve 23 Mart’ta Frankfurt’ta yapılacak Newroz’a katılma çağrısı ve soru-cevap bölümü ile sona erdi.
Kızıl Bayrak / Frankfurt