Emperyalistlerin “insani yardımı”

ABD, dünya üzerinde sarsılan hegemonyasını yeniden sağlama almak, yükselen yeni güç odakları olan Çin ve Rusya’nın etkisini kırmak ve en temel amacı olan dünyanın zengin enerji kaynaklarına sahip olabilmek için yine çok yönlü saldırganlık sergiliyor. İki dünya savaşına sebep olan savaş kışkırtıcıları işçi sınıfı ve emekçi halkların mücadelesiyle durdurulmazlarsa eğer üçüncüyü çıkarmayı da sorun etmeyeceklerdir.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 01 Mart 2019
  • 20:02

ABD emperyalizmi yeniden “insani yardım” kurgusu ile sahnede. Venezuela sınırında yardım konvoyu krizi sürerken, muhaliflerle güvenlik güçleri arasında çatışma çıkmıştı.

Büyük bir petrol rezervi olan Venezuela’nın en büyük petrol alıcısı ABD’dir. Takiben Hindistan ve Çin geliyor. Neredeyse tüm ihraç gelirini petrolden sağlayan Venezuela geçen seneden bu yana ABD’nin uyguladığı ağır yaptırımlar sonucu oldukça zor günler yaşıyor. Yoksulluk ve işsizlik had safhada. Amerikancı muhalefetle hükümet arasındaki en gergin tartışmalardan birini “insani kriz ve yardım” konusu oluşturuyor. Maduro haklı olarak “yardım” tartışmalarının ABD’nin işgal stratejisinin bir parçası olduğunu ve bu şova izin vermeyeceğini söylüyor. Sözde muhalefet ise 300 bin kişinin acil yardıma ihtiyacı olduğunu, 2 milyon kişinin de sağlık riski taşıdığını belirterek yardımların sınırdan geçirilmesinde ısrar ediyor, dünya kamuoyuna mazlumu oynuyor.

Yardım malzemelerinin sınırdan geçirilmesi durumunda Maduro kontrolü tümden kaybetmiş görünecek. Girmesine izin vermediği müddetçe de sıkıntı içerisindeki halkı umursamadığı görüntüsü ile muhaliflerin ve emperyalistlerin eline koz verecek. Bir sonraki adımda emperyalist güçler “insani kriz”, “diktatör Maduro halkına zulmediyor” gibi söylemler ileri sürerek Venezuela’ya müdahalede bulunabilirler. ABD her gün tehditlerine devam ediyor, gerekli gördüğü takdirde sahnede doğrudan boy da gösterebilir.

Nitekim Rusya, ABD’nin Venezuela’ya askeri müdahalede bulunmak için hazırlık içerisinde olduğunu açıkladı. Pentagon’un bölgedeki askeri gücüne takviye yaptığını, orduyu ve özel birimlerini Porto Riko ve Kolombiya’ya gönderdiğini belirtti.

Sömürgeciliğin kanlı tarihçesinde çokça örnekleri bulunan bu tür askeri ve diplomatik müdahalelerin başını soğuk savaş döneminden itibaren ABD çekiyor. Darbeler, suikastlar, iç savaşın örgütlenmesi, ağır silahların temini, terör örgütlerini kurma ve finanse etme gibi oldukça geniş yelpazede rol oynayan ABD, Ortadoğu’da saplandığı bataklık sonrası şimdi de Venezuela’ya el atmış durumda. Hugo Chavez’e yapılmak istenenler Maduro’ya da yapılıyor. Bu sefer karşı devrim cephesinin eli daha güçlü. Ağır ambargo ile açlık üzerinden emekçi kitlelere boyun eğdirilmesi hedefleniyor. ABD’li yetkililer Kaddafi’nin linç edilmiş görüntülerini sosyal mecralarda paylaşarak tehditlerine devam ediyorlar.

Bu saldırganlık nedensiz değil. Latin Amerika ülkelerinde son dönemde Çin ve Rusya’nın etkisi arttı, ABD bu bölge üzerinde yeniden egemenliğini kurmak için adımlarını hızlandırıyor. Ve en büyük amacı da Venezuela’nın zengin kaynaklarına el koymaktır. Aynı şekilde Küba ve Nikaragua’nın da ABD’nin bir sonraki hedefi olduğu söyleniyor.

Doğu Avrupa ülkeleri, Afganistan, Irak, Suriye ve sayılabilecek birçok ülke ABD’nin işgal pratiğine sahne olmuştu. İnsan hakları bahanesi ile demokrasi konusunda oldukça gelişkin(!) olan ABD, başka ülkelere de insanlığın gelişimi için “demokrasi” götürme ya da “barış” sağlama yalanlarıyla saldırıyor. Güya “insani yardımlar ve müdahale” gerekçesiyle işgal ettiği topraklarda bugüne kadar milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. 1980’lerde Afganistan’da Sovyetler Birliği güçlerine karşı savaşan mücahitler ABD tarafından finanse ediliyordu. Mücahitlere yapılan yardımlar 5 milyar doları bulmuştu. O dönemde yeşil kuşak projesi çerçevesinde İslami ideolojiye dayalı birçok terör örgütü oluşturuldu, komşu devlet Pakistan ise nükleer silahlara sahip oldu.

11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere yapılan saldırı sonucu ABD, cihatçı örgütleri öne sürerek teröre karşı küresel savaş başlattığını ilan etti, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek için bilfiil işgale girişti. Vietnam savaşı sırasında Amerikan halkından darbe alan emperyalist iktidar, 11 Eylül saldırısı sonrasında savaş karşıtlığını dengelemiş, Amerikan halkının desteğini sağlamıştı. O dönem yükselen tepkilere ise Bush yönetiminin yanıtı, “Herkes kendi fikirlerini savunmakta özgürdür, ama bizim için bu fikirlerin hiçbir önemi yoktur” şeklinde olmuştu.

‘90’lı yıllarda Yugoslavya’nın sancılı geçen dağılma süreci de ABD ve Avrupalı emperyalistlerin müdahalesiyle gerçekleşti ve ardından çok ağır bir savaşa dönüştü. Medya gücünü çok iyi ifade eden “CNN etkisi” sonucu, Bosna ve ardından Kosova’da “insani kriz” taraflı lanse edilmiş, yine Amerikan halkının desteği sağlanarak Balkan ülkelerine askeri müdahalelerde bulunulmuştu. Ukrayna krizinde de NATO’nun müdahalesi vardı.

Yalnız ABD değil, diğer güç odaklarının da akbaba gibi üşüştükleri Ortadoğu’da ise yine yıllardır “insanlık adına yardım” denilerek, bölge kan gölüne çevrildi. Suriye’nin içler acısı durumu ortada. Yemen’de 4. yılını dolduran iç savaşta, ABD bir yandan Suudi Arabistan’a hava desteği verip silah satarken, bir yandan da Yemen halkına yardım yarışına girişti.

Emperyalizmin savaş ve saldırganlığı, “insani yardım” yalanı ile ülkelere müdahale etmesi sömürgeciliğin tarihine yeni sayfalar ekliyor. Emperyalistlerin müdahalelerinin gerisinde kendi ekonomik ve siyasi çıkarları vardır. ABD bir zamanlar SSCB’yi kuşatmak için sınır ülkelerinde her türlü kirli ve kanlı yolu deniyordu. Bugün dünya üzerinde sarsılan hegemonyasını yeniden sağlama almak, yükselen yeni güç odakları olan Çin ve Rusya’nın etkisini kırmak ve en temel amacı olan dünyanın zengin enerji kaynaklarına sahip olabilmek için yine çok yönlü saldırganlık sergiliyor. İki dünya savaşına sebep olan savaş kışkırtıcıları işçi sınıfı ve emekçi halkların mücadelesiyle durdurulmazlarsa eğer üçüncüyü çıkarmayı da sorun etmeyeceklerdir.