Avrupa Birliği’nin (AB) 28 ülkesinde 23-26 Mayıs tarihleri arasında yapılan ve yaklaşık 400 milyon seçmenin katıldığı Avrupa Parlamentosu seçimleri geride kaldı. Avrupa Komisyonu sözcüsü Margaritis Schinas, söz konusu seçimi, “Gezegenimiz üzerinde sınırlar üstü en büyük seçimler ve geleceğimiz hakkında karar verme fırsatı” diye nitelendirmişti.
Avrupa Parlamentosu (AP) üyelerinin seçimlerle tespit edilmeye başlandığı 1979’dan bu yana katılım oranları sürekli bir şekilde düşüyordu. Bu yıl, seçimlere katılım yüzde 51 oldu ve son yirmi yılın en büyük katılımı gerçekleşti.
Bunda, ırkçı ve aşırı sağ partilerin oy oranlarını yükseltmemesi için seçmenlerin bilinçli bir tutumla sandığa gitmiş olmalarının rol oynadığı iddia ediliyor. Yanı sıra seçimler öncesi Avrupa genelinde “milliyetçi-ırkçı partilere oy yok” şiarıyla yürütülen çalışmaların da payı olduğu ileri sürülüyor. Nitekim Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi Avrupa’nın pek çok ülke ve kentinde eylemler düzenledi. 9 Mayıs’ta Almanya’da yapılan eylemlere 150 bine yakın kişi katılırken, Avrupa genelinde toplam 49 kentte yüz binlerce kişinin katıldığı gösteriler düzenlenmişti.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde birçok ülkede geleneksel sosyal demokrat ve muhafazakâr Hristiyan demokrat partiler oy kaybına uğradılar. Keza sol sosyal demokrat partiler de ciddi bir varlık göstermezken, aşırı sağ, popülist partiler seçimlerden güçlenerek çıktı. Avrupa Parlamentosu’nda yer alacak olan 171 vekil, aşırı sağ, milliyetçi ve ırkçılardan oluşan partilerden seçildi.
751 sandalyeli Avrupa Parlamentosu’nda kesin olmayan sonuçlara göre muhafazakar Avrupa Halk Partisi (EVP) grubu 173, Avrupa Sosyal Demokrat Parti (S&D) 147, Liberaller 102, Yeşiller 71, sağcı Avrupa Muhafazakarları ve Reformcuları (EKR) grubu 58, Milletler ve Özgürlükler Avrupa’sı (ENF) 57, sağ-milliyetçi Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Avrupa’sı (EFDD) grubu 56, Avrupa Solu ve Kuzey Yeşilleri (GUE/NGL) 42 milletvekili kazandı. Diğerleri ise hiçbir gruba üye olmayan partilerden seçilen vekillerden oluştu. Bu sonuca göre EVP 42, S&D grubu 20 milletvekili kaybetti. Liberaller ise geçen döneme göre 35 milletvekili kazandı.
Seçimler, ülkeden ülkeye farklılık gösterse de kıta genelinde geleneksel merkez sağ ve merkez sol partilerin kaybetmesiyle sonuçlandı. İlk sonuçlara göre AP’deki en büyük grup olan Avrupa Halk Partisi (PPE) 179 sandalyenin sahibi oldu. Bu sonuç 2014 seçimlerine göre 42 sandalye kaybedildiğini gösteriyor. Benzer şekilde Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar Grubu (S&D) da 150’de kaldı. Sosyal Demokratlar 2014 seçimlerinde 191 sandalye kazanmıştı. Sağcı popülistler ve ırkçı-milliyetçiler ise bazı AB ülkelerinde güçlü sonuçlar elde ettiler.
Seçim sonuçlarının ilk elde Avrupa ülkelerine göre dağılımı şöyle:
Almanya’daki AP seçimlerinde Başbakan Angela Merkel’in partisi CDU, yüzde 7,5 oy kaybetmesine rağmen yüzde 22,6 ile birinci parti oldu. AP’de sahip olduğu 29 sandalyeden 6’sını kaybeden CDU, Brüksel’de 23 milletvekiliyle temsil edilecek. Sosyal Demokrat Parti ise oy kaybı yaşadı. 2014 seçimlerine göre oy oranı yüzde 11,4 azalan SPD’nin, AP’de milletvekili sayısı, 27’den 16’ya düştü.
Yeşiller bir önceki seçime göre oylarını yüzde 9,8’den yüzde 20,5’e yükselterek ikinci parti oldu. AP’deki sandalye sayısını ise 11’den 21’e çıkardı. Beklenen patlamayı yapmasa da seçimlerde oylarını artıran bir diğer parti de ırkçı Almanya için Altternatif (AfD) partisi oldu. AfD, 2014’e göre oylarını yüzde 3,9 artırarak yüzde 11 ile dördüncü parti oldu. AfD, AP’de 11 milletvekili ile temsil edilecek.
Fransa’da ırkçı Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik yüzde 23,53 oy oranıyla ilk sırada yer aldı. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un partisi LREM ise yüzde 22,47 ile ikinci sırada kaldı ve Yeşiller (EELV) de yüzde 13,13 oranında oy ile önemli bir başarı elde etti. Dört partiden oluşan sosyalist koalisyon ise ancak yüzde 6,43 oranında oy alabildi.
Sonuçların açıklanmasının ardından basının karşısına geçen Marine Le Pen, Cumhurbaşkanı Macron’a çağrıda bulunarak parlamentoyu feshedip erken seçime gidilmesini istedi.
Hollanda’da Aralarında Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi’nin (PVV) de olduğu AB karşıtı partiler beklenen başarıyı gösteremedi. Seçimin galibi yüzde 19 ile sosyal demokrat İşçi Partisi (PvdA) oldu. Onu yüzde 14,6 ile liberaller (VVD) ve yüzde 12,1 ile Hristiyan demokratlar takip etti. Yeşiller ise yüzde 10,9 oy oranı ile dördüncü oldu.
Avusturya’da Halk Partisi (ÖVP) yüzde 34,9 oy aldı. Muhalefetteki Sosyal Demokrat Parti yüzde 23,4 ile ikinci ve aşırı sağcı Özgürlük Partisi yüzde 17,2 ile üçüncü sırada bulunuyor.
Belçika’da milliyetçi “Neo-Flaman Birliği” yüzde 13,49 ile ilk sırada yer aldı. Aşırı sağcı Flaman Çıkarı adlı parti ise yüzde 11,44 ile ikinci sırada bulunuyor. Sosyalistler %10,5 ile üçüncü sırada kaldı.
İtalya’da AP seçimlerinin galibi göçmen karşıtı, aşırı sağcı-ırkçı Lig partisi oldu. Matteo Salvini liderliğindeki bu parti yüzde 33,64 oranında oy alarak 28 parlamenter çıkardı. Koalisyonun diğer ortağı 5 Yıldız Hareketi ise yüzde 16,65’te kaldı ve 14 sandalye elde etti.
Muhalefetteki Demokratik Parti (PD), 5 Yıldız Hareketi’ni geride bırakarak yüzde 23,52 oyla ikinciliğe yükseldi ve 19 sandalye elde etmiş oldu.
İspanya’da Sosyalistler büyük bir çıkış yaptı. Pedro Sanchez liderliğindeki Sosyalist Parti (PSOE/PSC) AP seçimlerinde oyların yaklaşık yüzde 32,84’ünü kazandı. Merkez sağ Halk Partisi (PP) ise yüzde 20,13’de kaldı. Bu sonuçlara göre İspanya’dan AP’ye gidecek 54 temsilcinin 20’si Sosyalist Parti’den 12’si Halk Partisi’nden olacak. Göçmen karşıtı Vox partisi ise ilk kez katılığı seçimlerde Brüksel’e 3 temsilci gönderecek.
Katalonya’nın bağımsızlığı tartışmalarından dolayı İspanya’da hapis cezasına çarptırılan ve Belçika’da sürgünde yaşayan Carles Puigdemont da seçimin galipleri arasında.
Portekiz’de Sosyalist Parti (PS) yüzde 33,52 ile büyük bir çıkış yaptı. Muhafazakar Sosyal Demokrat Parti (PSD) ise yüzde 22,24’te kaldı. Ülkedeki hayvan hakları partisi ise büyük bir çıkış yakalayarak yüzde 5 oy oranını yakaladı ve parlamentoda bir sandalye elde etti.
Macaristan’da mülteci karşıtlığıyla bilinen sağcı-gerici Başbakan Victor Orban’ın partisinin içinde yer aldığı koalisyon (FIDESZ + KDNP) seçimlerde yüzde 52,33 oy alarak büyük bir başarı elde etti. Demokrat parti yüzde 16,19 oranında oy alabildi.
Yunanistan’da muhafazakar Yeni Demokrasi Partisi (N.D) yüzde 33,27 oranında oy aldı. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın partisi Syriza ise yüzde 23,85’te kaldı. Sonuçları görmezden gelemeyeceklerini söyleyen Başbakan Aleksis Çipras, erken seçim çağrısında bulundu.
İngiltere’de Nigel Farage’ın Brexit partisi yüzde 31,7 ile birinci parti oldu. Liberal Demokratlar yüzde 18,55, İşçi partisi yüzde 14 ve Yeşiller yüzde 11,09 alırken, iktidar olan Muhafazakar Parti yüzde 8,7’de kaldı. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn yaptığı açıklamada ikinci Brexit referandumunun veya genel seçimin artık şart olduğunu ileri sürdü.
Danimarka’da, Danimarka Liberal Partisi yüzde 23,5 ile seçimlerden zaferle çıktı. Sosyal demokratlar yüzde 21,5 ile ikinci sırada kalırken, Yeşiller yüzde 13,2’lik destek elde etti.
İsveç’te yüzde 23,6 oyla kazanan, Sosyal Demokratlar oldu. Liberaller yüzde 16,8 ile Sosyal Demokratları takip etti. Beş yıl önceki seçimlerde yüzde 15,41 oy almış olan Yeşillerin bu seneki seçimlerde yüzde 11,4’e düşmesi ise şaşkınlık yarattı. Ülkedeki aşırı sağcı parti (SD) ise yüzde 15,4 ile üçüncü sıraya yükseldi.
Finlandiya’da muhafazakarlar (KDK) yüzde 20,8 ile birinci oldu. Yeşiller (VHR) yüzde 16 ile ikinci sırada yer alırken, sosyal demokratlar (SPD) yüzde 14,6, aşırı sağcılar (PS) ise yüzde 13,8 oranında oy aldı.
Polonya’da aşırı sağ Hukuk ve Adalet Partisi yüzde 43,1 ile AP seçimlerinin kazananı oldu. Muhafazakar Avrupa Koalisyonu yüzde 38,4 oranında destek alarak ikinci sıraya yerleşirken, Wiosna ise sadece yüzde 6,7 oy alabildi.
Emperyalist tekellerin Avrupa’sına karşı mücadeleye!
Sonuçlar ne olursa olsun, Kıta’yı 20. yüzyılın başından itibaren büyük iktisadi bunalımlara, iki büyük yıkıcı savaşa, faşizme, devrimlere ve devrimci sınıf mücadelelerine sürüklemiş olan bütün çelişkiler bir kez daha ön plana çıkmış durumdadır. Kıta Avrupası yeniden bu katı gerçeklerle yüz yüzedir. Bugünün dünyasında Avrupa Birliği’nin kıtayı birleştireceği, barışı sağlayacağı, refah ve demokrasiyi geliştireceği propagandası zaten katıksız bir demagojiydi. Sözü edilen erdemlerin kapitalizm altında bulunabileceği düşüncesi bir yanılsamaydı ve emekçileri hedefleyen ideolojik bir saldırıydı.
Avrupa Birliği, Avrupalı işçi ve emekçilerin, Avrupalı halkların birliğini değil, emperyalist tekellerin diktatörlüğünü temsil etmektedir. O, özellikle de 2008 mali çöküşünden bu yana, başta Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İrlanda olmak üzere tüm Avrupa ülkelerine sert kemer sıkma önlemleri dayatan, milyonlarca insanı işsizliğe, yoksulluğa, geleceksizliğe, eğitim ve sağlık haklarını kısıtlamaya, sosyal hakları budamaya, özgürlükleri kısıtlamaya mahkum eden sermayenin Avrupası’dır. O, aynı zamanda AB’ye katılmış olan Doğu Avrupa ülkelerini ucuz emek alanına dönüştüren, onları yağmalayan bir güçtür.
AB, uzun ve zorlu mücadelelerle elde edilmiş olan toplumsal, sosyal, siyasal kazanımlardan geride kalan her şeyin ortadan kaldırılma çabası içinde olan, militarizmi ve saldırganlığı kışkırtan sermayenin birliğidir. İşçi sınıfının, emekçilerin sosyal ve demokratik haklarına yönelik daha kapsamlı ve sert saldırılara hazırlanan, polis devletini olağanlaştıran, ırkçı-faşist partilere cömertçe desteklerde bulunarak onların önünü açan sermayedarların Avrupa’sıdır.
Özgürlük abidesi rolü oynayan AB, çoktandır Avrupa’da milyonlarca insanı gizlice dinleyen, takip eden, böylece insanların özel yaşamına hükmetmeye çalışan barbarların karargahı durumundadır. Kendi sınırları, her yıl binlerce sığınmacının öldüğü surlara dönüşen insanlık düşmanlarının kalesidir.
Bizzat emperyalist-kapitalist sistem eliyle insanlığın karşısına yığılan devasa sorunların hiçbirini çözme yeteneği ve isteğine sahip olmayan kapitalizmin ve onun Avrupa kolunun çok yönlü krize, işçi sınıfına yönelik daha kapsamlı saldırılardan başka bir çözümü yoktur.
Dolayısıyla Avrupa Birliği ülkelerinin işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinin önündeki tek seçenek, kapitalist sistemi aşmak ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadeleyi geliştirmektir.