Yoksulluk ve Almanya kelimelerinin yan yana kullanılması ilk başta tezat gibi gelebilir. Zira Almanya modern ve gelişmiş bir ülke. Dünyanın herhangi bir yerinden yola çıkmış göçmenlerin canı pahasına kendilerini atmak istedikleri ülkelerin başında geliyor.
“Görüntü her şeyi verseydi bilime gerek kalmazdı” diyen Marx’ın bu sözünü bir kez daha doğrulayan Almanya’nın gerçekliğine daha yakından bakalım.
Almanya’da her yıl Federal İstatistik Dairesi bir yoksulluk raporu yayınlar. 2017 yılı yoksulluk raporuna göre, Almanya’da 15.5 milyon insan yoksulluk sınırında yaşıyor. Bu, her altı kişiden birinin yoksul olması anlamına geliyor ve nüfusun %19’una tekabül ediyor. Bu oran Avrupa Birliği ülkelerinde ise ortalama %22.5. Bunlar resmi rakamlar elbette. Kayıtlara geçemeyen kimsesiz insanları kapsamadığı açık.
Aynı raporda, tek başına yaşayan kişiler için yoksulluk sınırı 1.096 avro, dört kişilik bir aile için ise 2.300 avro olarak tespit edilmiş. Bunun altında bir gelire sahip olanlar, bırakalım sosyal ve kültürel ihtiyaçları, çoğu zaman en temel yaşam ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor.
Yoksul kesimi oluşturanların başında işsizler geliyor. Çalışan bir insan işsiz duruma düşmüş ve iş bulma kurumunun sürekli tacizleri sonucu bir taşeron firmaya girmek zorunda kalmamışsa eğer, bir sene boyunca net maaşının en fazla %67’sini alabilir. Daha sonra ise Hartz-IV denilen sosyal yardım parasıyla geçinmek zorundadır. Sosyal yardım parası ise kira hariç 400 avronun altındadır.
Yoksul olmak için sadece işsiz olmak gerekmiyor, çalışanlar da düşük ücretlerden dolayı yoksul olabiliyor. Bunlara “çalışan yoksullar deniyor.” Almanya’da asgari ücret iki yılda bir belirleniyor. 2016’da 8.50 avro olan asgari saat ücreti, sadece 34 cent artarak 2018’de 8.84 avro oldu. Buna karşılık, çalışanlardan envai türlü vergi adı altında yapılan kesintiler gün geçtikçe artmakta, bir evde sadece bir kişi asgari saat ücreti ile çalışıyorsa yoksulluktan kurtulamamaktadır. Düşük ücretlerin en başat sebebi taşeronlaştırmadır. Yıllar içinde bir taşeron cumhuriyetine dönüşen Almanya’da düşük ücretler gün geçtikçe daha fazla insanı yoksulluğun girdabına itmektedir.
Bir diğer yoksul kesim ise emekliler ve yalnız yaşayan çocuklu annelerdir. Almanya’da emeklilerin %15,6’sı yoksul bir hayat sürmektedir. Özellikle yüksek kiralar emeklilerin belini bükmekte, yaşamak için geriye kalan para açlık sınırı olan sosyal yardım parasının bile altına düşmektedir. Çalışabilecek durumda olan emeklilerin çoğu ek iş yapmak zorunda kalmaktadır. Kadın emeklilerin ise, çalışırken aldıkları ücret daha düşük olduğu ve çocuk bakımı için evde kaldıkları süre boyunca emeklilik primleri ödenmediği için emeklilik maaşı da düşük olmaktadır.
Tek başına yaşayan çocuklu anneler çoğu zaman çocuklarından dolayı çalışamadıkları için sınırlı sosyal yardımlarla kıt kanaat geçinmek zorundadırlar.
Almanya’daki yoksulluk manzarasını görebilmek için, resmi kurumların yayınladıkları yoksulluk rakamlarını bilmek de gerekmiyor. Kentlerin kalabalık caddelerinde, trenlerde gittikçe çoğalan dilencileri, çöp kutularını karıştırarak pet şişe toplayan insanları, sokaklarda sayıları on binleri bulan evsizleri, en temel gıda malzemelerini bile alamadıkları için, gıda ve yemek yardımı yapan “Tafel” denilen yardım noktalarının önünde uzun kuyruklar oluşturan insanları her an görebilirsiniz.
“Kabına sığmayan” ekonomi
Almanya’nın, sefaletin sebebi olan servet tablosunu ise en iyi, Alman ekonomisini değerlendiren Münih’teki Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü başkanı Clemens Fuest ifade etmiş: “Kabına sığmayan ekonomi!”
ABD, Çin ve Japonya’dan sonra dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi olan Almanya, 2017’de son altı yılın en yüksek büyüme rakamlarını yakaladı. Yurtiçi gayri safi hasılası (YGSH) 2.2 oranında arttı. Üretken bir ekonomiye bağlı ihracat rekorlar kırıyor. İhracat, 2017’nin ilk iki ayında %6.5 arttı. Ülke art arda dört yıl harcadığından fazla gelir elde etti. Federal devlet, eyaletler, belediyeler, sosyal sigorta kurumlarının bütçesi 38.4 milyar avro fazla verdi. Kamu sektörünün gelir fazlası YGSH’nın yüzde 1.2’sine ulaştı...
Almanya’da zenginliği arttıran sadece üretim ve ihracat kalemleri değil. Sürekli arttırılarak emekçileri adeta soyan vergi ve sigorta primleri sermaye birikimini sağlayan önemli bir diğer faktördür. Ve tabii ki taşeronlaştırma ve özelleştirmeler yoluyla işçi ve emekçilerin ekmeğinden yapılan tasarruflar ve sosyal harcamalarda yapılan kısıtlamalar, kısaca “sosyal devlet” kamburundan kurtulmuş vahşi kapitalizmdir bu birikimin esas kaynağı.
Tüm bunların yanı sıra, AB’nin lokomotifi olan Almanya bütün bir Doğu Avrupa’yı adeta sömürgeleştirmiştir. Telekomünikasyondan enerjiye, gıda sektörüne kadar en temel sektörler Alman tekellerinin elindedir. Bu yolla onlarca Doğu Avrupa ülkesinin zenginliği Almanya’ya akmaktadır. Avrupa Merkez Bankası’nın Almanya’da olması rastlantı değildir. Bugün Yunanistan’ın vergi sistemi bile adeta Alman “kayyım”ları tarafından idare edilmektedir.
Her türlü zenginliğin devasa boyutta biriktiği Almanya gibi bir ülkede yoksul olmak akla uygun değil kuşkusuz. Fakat kapitalist-emperyalist bir ülkenin tabiatına son derece uygun. Zira servet-sefalet kutuplaşması kapitalizmin en temel karakteridir. Kapitalist bir ülkenin zengin olması, o ülkede yaşayan herkesin zengin olması anlamına gelmiyor. Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve ücretli emeğin sömürüsüne dayalı işleyen kapitalizmde zenginlik ne kadar büyürse yoksulluk da o kadar büyür.
Yoksulluğun ikiz kardeşi kültürel yozlaşma
Yoksulluğun derinleştiği toplumlarda moral değerlerde aşınma ve kültürel yozlaşma da artar. Marx, “insanın sosyal durumunu belirleyen, içinde bulunduğu maddi koşullardır” der. Yoksulluk insanın sosyal aktivitelerini kısıtlayarak kişiyi toplumdan yalıtır, asosyalleştirir ve böylece yozlaşmasına yol açar.
Almanya’da uyuşturucu kullanımı oldukça yaygındır. Hırsızlık, dolandırıcılık ve şiddet gibi kriminal suçlarda korkunç bir artış yaşanmaktadır. Cezaevleri, çoğu yabancı kökenli genç insanlarla dolup taşıyor. Sokaklar artık eskiye göre çok daha az güvenli. Sokaklarda dilenen ve çöplerde yiyecek arayanların sayısı giderek artıyor.
Normal yollardan para kazanmak zorlaştıkça, insanlar insan onuruyla bağdaşmayan ve kimi zaman yaşamına mal olabilen tehlikeli ve meşru olmayan yollara daha çok başvuruyorlar.
Almanya, bedenini pazarlayarak yaşayan kadın sayısında da başı çekmektedir. Devlet için kazançlı devasa bir sektöre dönüşen bu alanda sayısı 400 bini bulan kadın çalışmaktadır. Tek başına bu olgu bile toplumun sürüklendiği kültürel-ahlaki yozlaşma ve çürümeye çarpıcı bir örnektir.
Burjuva devletin sosyal sorunlara çözümü: Daha fazla polis, daha fazla baskı
Özetlenen tablodan da görülebileceği gibi, Almanya gibi bir ülkede herkesin ihtiyacını karşılamak mümkün. Bu ülkede insanların yoksul, hele hele aç olması akıl dışıdır. Varlık içinde yokluğun sebebi özel mülkiyet düzeni, onun eşitsiz bölüşümüdür.
Kapitalizmin onulmaz çelişkisi olan bu yumuşak karnına dokunulduğunda ise karşımıza devlet çıkmaktadır. Burjuvazi, servet-sefalet kutuplaşmasını emekçilere normal göstermek için bin türlü yalan, hile ve ideolojik manipülasyonlarla rıza üretmeye çalışır. Bunun yetmediği yerde ise polis, yasalar, cezalar gibi şiddet araçlarını devreye sokar.
Almanya’da en son Bavyera ve NRW eyaletlerinde polis yasasında değişikliğe gidilerek, polisin yetkileri genişletildi. Toplumda gittikçe artan hayat pahalılığı, işsizlik, gelir uçurumu ve yoksulluğa karşı devletin cevabı polis devleti uygulamaları ve siyasal gericilik olmaktadır.
İşyeri teşkilat yasası sürekli değiştirilerek, emekçilerin hak arama mücadelesinin önündeki engeller arttırılmaktadır. Sözde bir hukuk devleti olan Almanya’da hukuki yollardan hak aramanın önündeki karmaşık bürokratik engeller bir yana, bu son derece pahalı bir işlemdir. Birçok emekçi, mahkeme ve avukat masraflarından korktuğu için hakkından vazgeçebilmektedir.
Almanya örneğinde bir kez daha görülebileceği gibi, yoksulluk, kapitalist ideologların iddia ettikleri gibi, ne aşırı nüfus artışından ne az gelişmişlikten ne göç almaktan ve ne de yetersiz üretimden kaynaklanmaktadır. Aksine aşırı üretimden ve buna dayalı elde edilen aşırı kârların yarattığı zenginlikten kaynaklanmaktadır. Yani sorun açları doyurma sorunu değil, tokları doyuramama sorunudur.
Kapitalizmin ürünü olan tüm sosyal sorunlar gibi yoksulluğun da tek bir çözümü var. Bu da, tek amacı “kâr, daha çok kâr” olan kapitalist sisteme karşı, bayrağında “herkesten yeteneğine, herkese ihtiyacına göre” ilkesi yazan, insanın mutluluğunu esas alan bir toplumsal devrimdir.
Çözümü bir de şairin dizeleriyle ifade edelim:
“… ve mavi okyanus ve kederli nehir yollarının, sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı, bir şafak vakti değişmiş olur, bir şafak vakti karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini toprağa basıp, doğruldukları zaman!”