ABD’de seçim gündemi koronavirüs salgının gölgesinde kalsa da temel bir başlık olmaya devam ediyor. Demokratlar’ın adaylık yarışında, “sosyalist” Bernie Sanders önce kampanyasını askıya aldı, ardından da -belli vaatler karşılığında- Joe Biden’ı destekleyeceğini açıkladı. Sanders’in sosyalistlik iddiasına ve onun düzen içindeki konumlanışına dair çokça teşhir yazısı çıktı ve çıkıyor. Yine de Amerika’da değerlendirilmesi gereken esas konu sınıf mücadelesi ve onun siyasal örgütü olma iddiasındaki öznelerdir. Çünkü Sanders’in tweetleri ya da seçim beyannamesine de gündelik pratiğine de yön veren budur.
Uzaktan bakıldığında Sanders’in adaylığının anlaşılması zor. Zira alışıldık seçim sisteminde arkasında bir parti olmadan kişinin devlet başkanlığı adaylığı temelsiz görülür. Fakat ABD’deki sözde demokrasi oyunu ve bunun ön seçim mizanseninde bir kişi iddialı bir adaya dönüşebiliyor. Hem de üyesi bile olmadığı bir partide…
Sosyalist olduğunu söylemesine rağmen Sanders’in savunduğu bir örgüt de yok. Amerika Demokratik Sosyalistleri’nin/ADS (Democratic Socialists of America) desteği durumu biraz değiştirse bile hala organik ilişkileri yok. Ön seçimdeki başarı, karşılıklı çıkar ilişkisiyle belli konularda ortaklaşmalar yarattı. Ama Sanders ‘bağımsız’ duruşunu sürdürüyor. Biz de bundan dolayı Sanders’i değil ADS’yi inceleyeceğiz. Zira bu örgüt, Amerika’daki sınıf mücadelesinin güncel seyrini, yükselen ivmeyi ve bunun örgütlenme düzeyi hakkında fikir veren bir yapıdır. Sanders ise bunun politik arenadaki bir yansıması, başkanlık seçimlerindeki adayından ötesi değil.
1982’de kurulan ADS’nin 2000’lere kadar varlığını hissettirdiği söylenemez. Fakat özne olarak geçmişi olmasa da bu akımın ABD koşullarında solun taraflarından biri olduğu aşikâr. Burjuva sosyalistleri yaşanan deneyimlere rağmen ‘uslanmıyor’, hala sistemi reforme etme iddiasını savunabiliyorlar. ADS de bu çizginin Amerika’daki temsilcilerinden biri sayılabilir. ADS, Sosyalist Enternasyonal’den çekilecek kadar eleştirel(!), Ortadoğu konusunda ise politik tavrı olmayacak kadar düzen içi bir örgüt. Sosyalist Enternasyonal, artık değil devrimcilerin reformist akımların bile itibar etmeyeceği kadar düzenin hizmetinde hareket eden sosyal demokratların birliğidir. Ortadoğu konusundaki tavır ise, sosyalistlerin emperyalizme karşı duruşlarının turnusol kağıdıdır. Hele ki Amerika’da iktidara talip olanların işgal topraklarına dair söylemleri muğlak olamaz. Yaptıkları Yemen için, Filistin için ‘insanlık dramı’ ajitasyonuyla insani yardım sınırlarında kalıyor. Ezilen halkların emperyalistler ve işbirlikçi bölge devletlerine karşı direnişi diye bir tartışmaları yok.
ADS’nin gençlik örgütlenmesinden hem öğrenci hem de fast food sektöründe çalışan bir işçi Austin Cable şunları söylüyor: “Sanders, herkese sağlık hizmeti, ücretsiz üniversite, asgari ücretin artırılması gibi vaatlerini, ABD’de sınıf bilincini yükseltmek için örgütlenen işçilerin yardımı olmadan yerine getiremez. Sanders yönetimi, kapitalistlerin bizden çaldığı serveti işçi sınıfına geri vermek gibi gerçek değişiklikler yapmak için arkasında toplanılabilecek bir araç.”
ADS, Sanders’i salt aday olarak desteklemiyor, seçimlerdeki vaatlerinin zaten işçi sınıfına dayanmadığı takdirde uygulanamayacağını söylüyor. İşçilerin kendilerinin özne olmasını vurguluyor. Bu, seçimleri umut olarak göstermekten bir adım ötesine geçebildiklerini gösteriyor. Bundan dolayı ön seçim dönemlerini, Sanders’in adaylığı adına oy istemekten öteye örgütün üye sayısını arttıran bir politik kampanyaya dönüştürdüler.
İşçi sınıfının basıncı ADS’yi ve Sanders’i şekillendiriyor
Dikkat çeken bir ‘sınıf bilinçli işçinin’ vurgusunu aktardık. Bunu daha da açmak adına başka bir ADS yöneticisinin röportajıyla devam ediyoruz: “Üyelerimizi halihazırda sendikalı olan ya da sendikalaşma mücadelesi verilebilecek işyerlerinde işe girmeye teşvik ediyoruz. Kâr amacı gütmeyen sivil toplum örgütlerinde çalışan arkadaşlarımızı işçi hareketi açısından daha stratejik olduğunu düşündüğümüz sektörlerde iş bulup çalışmaya teşvik ediyoruz.”
Yansıdığı kadarıyla ADS, burjuva sosyalist ideolojisinin tipik örgütü olmaktan çıkıp işçi sınıfı içerisinde örgütlenme çabasıyla kendini var ediyor ve bunu bir işçi partisi gibi yapmaya çalışıyor. Örneğin ADS, en güçlü olduğu kentlerden biri olan New York’ta beş işkolunu (Öğretmenler, hemşireler, taşımacılık işçileri, belediye işçileri ve inşaat işçileri) “stratejik sektör” olarak belirleyip bu alanlarda örgütlenmeyi hedefleyebiliyor.
ADS’nin güçlenmesinin Amerika’daki sınıf mücadelesinin güncel değişiminden, yükselen ivmesinden ve bunun örgütlenme güdüsünden kaynaklandığını ifade etmiştik. New York, ABD’de sendikalaşma oranının en yüksek olduğu ve her üç işçiden birinin sendika üyesi olduğu bir kent. Yani ADS’nin kent tercihi bu işçi dinamizmine dayanıyor. Stratejik sektör tercihlerindeki öğretmenlerin başı çekmesi de son dönemde ABD’deki büyük öğretmen grevlerinden bağımsız değil.
ADS aynı zamanda sendikal bürokrasi içerisinde yer alan ancak mücadele iddiası taşıyanların da örgütü olmaya çalışıyor. Üyelerini sendikal faaliyete yönelten ADS, aynı zamanda sendikalar içinde siyasal bir arayışın adresi olma iddiasında. Uçuş Görevlileri Sendikası Başkanı Sara Nelson gibi isimler bu süreçte ADS ile organik ilişkiler kuruyor. Bir sonraki dönemin AFL-CIO (Amerikan İşçi Sendikaları Federasyonu) başkanlığı için yarışacak olan Nelson, ADS’nin sendikal alanda Sanders modelinin bir örneği.
ABD’de sendikal bürokrasiye karşı örgütlenmeyi tartışan kitaplar çıkıyor. Bunun üzerine tartışma yazıları yayınlanıyor. Sendikalı işçi sayısı düşerken Sanders, “İşyeri Demokrasisi Yasa Tasarısı”nı ve sendikalaşma oranını dört yıl içinde iki katına çıkartmayı vaat ediyor. Bir devlet başkanı adayı sendikal örgütlenme sayısını artırmayı seçim vaadi yapabiliyor! Amerika’da sol liberal seçim söylevlerinin, Trump polemiklerinin gölgesinde sınıf mücadelesi sürüyor.
Çıkarılacak dersler üzerine...
Sınıf mücadelesi ve devrimci parti arasındaki diyalektik ilişkiler açısından bugün ABD’de bir arayıştan söz edebiliriz. Bu açıdan Avrupa solunda ve genel planda alışık olduğumuzdan farklı olarak sınıfın bir siyasal örgüt arayışı içinde olması olumludur. Genel grev dalgaları arasında sendikal bürokrasinin türlü oyunlarıyla sermaye hükümetleri karşısında yenilen Avrupa işçi sınıfı hala siyasal alanda düzen partilerini aşmayı denemiyor. Latin Amerika ve Ortadoğu’daki işçi ve halk hareketleri de aynı düzlemde kalıyor. Sendikal bürokrasiyi zorluyor fakat siyasal plandaki yenilgisi sürüyor. Partisi olmayan işçi sınıfı da ekonomik mücadelelere ve yasa karşıtı protestolara sıkışıyor. Amerikan işçi sınıfının tutumundan okuyabileceğimiz bununla bir yüzleşme ve aşma yönelimidir.
ADS’nin işçi sınıfına umduğunu veremeyeceğini şimdiden söylemek kolay. Bugün ADS’nin öne çıkması devrimci partinin boşluğundandır. Zor olan, işçi sınıfının bu arayış çabasında ADS’yi aşacak komünist bir işçi partisi yaratma düzeyini/cesaretini yakalayıp yakalamayacağını kestirebilmektir. Reformist ADS deneyiminden çıkarılabilecek ders, seçimler gibi bir vesileyle işçi sınıfının siyasallaşma eğilimine girebildiği ve bunun örgütlenmeyi güçlendirebildiğidir. Komünistler, sınıfıyla bütünleşip doğru politikaları hayata geçirdikçe ideolojik bakışlarıyla bu örnekten çok daha güçlülerini yaratacaktır.
İ. Manuşyan