AB’li emperyalistler için bunaltıcı bir krize dönüşmüş bulunan “göçmen sorunu” Avrupa'daki politik gündemin önemli konularından biri olma özelliğini korumaya devam ediyor. Avrupa'ya doğru yaşanan göç elbetteki yeni değil, fakat bunun yaz aylarından itibaren “çözümü”nü dayatan gerçek bir krize dönüşmesi yüzbinlerce mültecinin “Avrupa kalesi”nin kapılarını zorlamasıyla gündeme geldi.
Bir yandan emperyalist ve gerici savaşlarla, ulusal, etnik ve mezhepsel boğazlaşmalarla, öte taraftan da sınırsız ve insafsız bir kapitalist sömürü ve yağmayla Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da milyonların ölümüne yol açıp, on milyonlarca insanı savaşın ateşi içine sürenler, onları açlığın, derin bir yoksulluğun, işsizliğin ve geleceksizliğin karanlığına terk edenler, şimdi yarattıkları trajedinin tatsız sonuçlarıyla karşı karşıya bulunuyorlar. Birleşmiş Milletler’e göre günümüzde, dünyada insanlık tarihinde kaydedilmemiş sayıda sığınmacı bulunuyor. Emperyalist kapitalizmin doğrudan icraatları sonucu dünyada yaklaşık 60 milyon insan zorla yerinden edilmiş ve sığınmacı durumuna düşürülmüştür. Dünyanın en büyük sığınmacı dramı ise diğer ülkelere kaçanların sayısının şimdi dört milyonu aştığı Suriye’de odaklanıyor.
Üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulu ve sınırsız bir sömürü ve yağmaya dayalı kapitalist sistem, tepeden tırnağa şiddette ve gericiliğe dayalı emperyalist barbarlık, dünya üzerinde emekçi ve ilerici insanlık için bir cehennem yaratmış bulunuyor. Göçmenlik de on milyonlarca insanın yaşadığı cehennemden biridir. Şimdi bu cehennemden kaçan yüzbinlerce insan Avrupa’nın kapılarına dayanınca AB ülkeleri, büyük bir “mülteci krizi”yle sarsılıyor. Birbiri ardına yapılan “çözüm zirvelerleri”yle kapılarına dayanan mültecilere aşılmaz duvarlar örülüyor ve gerisin geri geldikleri cehenneme gönderiliyor.
Kapitalizmin karanlığında ve çöplüğünde üreyen, ABD ve batılı emperyalist müttefikleri tarafından yaratılıp desteklenen ve halklara karşı bir cinayet ve katliam makinası olarak büyütülen IŞİD sürülerinin Paris’te gerçekleştirdiği büyük katliamla sarsılan AB, bu caniliği göçmenlere ve mültecilere karşı yeni bir saldırıya dönüştürecek, içerde ve dışarda güvenlik önlemlerini sertleştirecek, mümkün olduğunca kapılarını tümüyle kapatma yoluna gidecektir. Avrupa’dan gelen ilk tepkiler göstermektedir ki, Paris katliamının sorumlusu olarak mülteciler gösterilecek, “göçmen krizi” yeni bir boyut kazanacak, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kışkırtılacaktır.
Nitekim katliamın ardındaki ilk incelemelerde Paris’teki saldırganlardan ikisinin mülteci kökenli olduğuna ilişkin propaganda Avrupa’ya yayılmış bulunuyor. Bunu vesile eden Polonya, AB’nin getirdiği zorunlu kota çerçevesinde kabul etmek zorunda olduğu mültecileri almayacağını açıkladı. Birkaç ay önce mültecilere karşı “vicdanı” ve “merhameti” nedeniyle övünen Almanya Başbakanı Angela Merkel’in üzerinde sınırları kapatma baskısı yoğunlaştı. Kendi partisi içinde, “Mültecileri geri çevirmek zorundayız. Eğer bu olmazsa vatandaşın Başbakan’a güveni azalır” sesleri yükselmeye başladı. Fransa Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen, Fransa’da radikal İslam ideolojisinin ortadan kaldırılmasını önerdi. Le Pen, İslami örgütlerin yasaklanması, radikal camilerin kapatılması, nefret söylemi yayanların sınır dışı edilmesini, yasadışı mültecilerin geri yollanmasını istedi. Başka ayrıntılarına girmeyeceğimiz bu ilk tepkiler ve tutumlar, Avrupalı emperyalistlerin göçmen ve mülteci sorununa aradıkları “çözüm”ün dikkate değer örneklerini sunmaktadır.
Milyonlarca insanın kaderi ve yaşamı üzerinde süren kirli pazarlıklar
Avrupalı emperyalistler İkinci Emperyalist Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük sığınmacı dalgasıyla karşı karşıyadırlar ve adeta bunalmış durumdadırlar. AB ülkeleri, kendilerini, kendi hazırladıkları ve yarattıkları on milyonları bulan “göç gibi büyük bir felaket”ten, “Avrupa kalesi”nin yaratılması yoluyla korumaya çalışıyorlar. Sözüm ona mülteci krizine çözüm bulmak için art arda zirveler yapan AB’li emperyalistlerin bulduğu tek çare ise kendi sınırlarını savaşlardan, yokluktan ve yoksulluktan kaçan insanlara kapatmak ve değişik ülkelerde “toplama kampları” kurmak oldu. Çeşitli ülkelerdeki emperyalist ve gerici iç savaşların doğrudan sorumluluğunu taşıyan ve milyonlarca insanın trajedisine yol açan AB ülkeleri, canlarını kurtarmak için kendi ülkelerine kaçan 160 bin mülteciyi bile aralarında paylaşmak konusunda anlaşamamış, onlara yer bulamayarak “çözüm”ü bir başka zirveye havale etmişlerdi. Tek başına bu olgu bile modern, medeni ve devasa zenginliğin biriktiği Avrupa’da kapitalizmin insanlık karşısındaki utanç ve dehşet tablosunu göstermektedir.
Akdeniz ve Ege kıyılarına vuran çocuk cesetlerinin ve bu denizlerin derinliklerine gömülen 20 bini aşkın yaşamın ardından timsah gözyaşı döken batılı kapitalistlerin “hümanizmi” ve “insani duyarlılıkları” kısa bir süre sonra yerini onların özüne ve karekterine uygun bir zalimliğe bırakmıştı. Şimdi bu zalimliği ve acımasızlığı bir taraftan binbir zorluklarla sınırları ve denizleri aşarak AB ülkelerine gelen mültecileri geldikleri dehşet ortamına geri göndermek, öte taraftan da Akdeniz ve Ege’nin sahillerini ve sınırlarını mültecilerden temizlemek ve Yunanistan, İtalya ve Türkiye gibi ülkelerde merkezi toplama kampları kurmak için harekete geçmiş bulunmaktadırlar. Bunun için kirli ve tiksinti verici pazarlıklara konu olan zirveler birbirini izlemektedir.
Emperyalistler ve egemen sınıflar yaşanan büyük çaplı mülteci dramını ve milyonların yaşamını siyasal ve ekonomik çıkarlar sağlamak gibi bir fırsata çevirmek için yarışıyorlar. Avrupa Birliği’nin 12 Kasım’da toplanan, konusu Türkiye’den ve Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya akan mülteci ve göçmen sorunu olan Malta zirvesi, rüşvet, şantaj ve pazarlıklara sahne olması bakımından söz konusu çıkarların mide bulandırıcı örneğini sunmuş oldu. Bu zirvenin hedefi Türkiye’yi ve Afrika ülkelerini göçmenler için bir toplama kampı haline getirmekti. Pazarlık konusu olan Avrupalı emperyalistlerin ilgili ülkeleri kendi sınır bekçileri olarak kullanmaları için onlara sunacağı rüşvetti. Nitekim, Afrika’nın 1,8 (3,6 milyar olduğu da idda edilmektedir), Türkiye’nin ise 3 milyar avro rüşvet kopardığı kamuoyuna açıklanmış bulunuyor. Avrupalı emperyalistler Türkiye’nin mültecilere jandarmalık yapması ve sınır bekçiliği görevini üstlenmesi karşılığında Türkiye’ye ekonomik ve siyasi rüşvet sunarken, Türkiye’nin de daha fazlasını koparmak için mültecileri AB’ye karşı şantaj aracı olarak kulandığı biliniyor. Merkel’in deyimiyle ziyaretinin “her iki tarafın da birbirine olağanüstü ihtiyacının olduğu bir dönemde gerçekleşmesi” karşılıklı çıkarlar üzerine süren ve milyonların kaderini ilgilendiren bu kirli pazarlık, tarafların gönül ferahlığıyla sonlanmış gibi görünüyor. Suriye’deki iç savaşın ve sayıları milyonları bulan Suriyeli mültecilerin yıllardır yaşadıkları insanlık dışı koşulların mimarları arasında olan AB ülkeleri ile Türkiye arasındaki pazarlıkların, Merkel’in 1 Kasım seçimlerinden önce gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretiyle mutlu sona bağlandığı duyuruldu.
AKP hükümeti Türkiye’den Avrupa’ya mülteci akınını durdurmak ve Avrupa’ya kaçmış mültecilerin Türkiye’ye iadesini kabul etmek, Türkiye’de kurulacak 6 merkezde göçmenlerin iltica başvurularının değerlendirilmesi, yani Türkiye’yi “Avrupa kalesi”ni koruyacak bir tampon bölgeye dönüştürmesi karşılığında sadece 3 milyar avro koparmakla kalmadı, önemli siyasal rüşvetler de elde etmeyi başardı.
Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bu rüşvetler arasında, TC vatandaşlarına Schengen ülkeleri için vizenin kaldırılması, dondurulan AB’ye üyelik müzakerelerinin yeniden başlaması, AB zirvelerine davet edilmesi, Türkiye’nin Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nun 1 Kasım seçimleri sonrasına kadar hasıraltı edilmesi ve Türkiye’nin “güvenlikli ülkeler” listesinde yer alması gibi konular var.
İçeride ve dışarıda saldırganlığı pervasızlığa vardıran, patlatılan bombalarla kentlerinde büyük katliamlar işlenen, demokratik hak ve özgürlükleri çiğneyen, cinayetler işleyen, Kürdistan’da kentleri günlerce kuşatıp çocukları katleden, kirli bir savaş yürüten, cihatçı çeteleri barındıran, mültecilere insanlık dışı muamele yapan Türkiye gibi bir terör rejimini “temelden güvenlikli ülke” olarak gören AB emperyalistleri, bununla sadece yüzlerindeki maskeleri söküp atmakla kalmış olmadı, aynı zamanda Türkiye’deki terör rejiminin arkasında durduklarını ve onun suç ortakları olduklarını da bir kez daha göstermiş oldular.
Avrupalı emperyalistler ikiyüzlülüklerini bir başka vesileyle de gösterdiler. Avrupa Birliği’nin açıkladığı Türkiye İlerleme 2015 Raporu’nda “Türkiye, Suriyeli ve Iraklı sığınmacılara eşi benzeri görülmemiş insani yardım ve destek sağlamaya devam etti” denerek Erdoğan’ın “misafir” dediği ve 2.3 milyon Suriyeli’ye anlatmakla bitiremediği iyilikleri ve insanlığı övgülere konu ettiler. Oysa emperyalistlerle kol kola girerek Körfez şeyhleri ile birlikte Suriye iç savaşının ana sorumlusundan biri olarak tarihe geçen ve dört milyonu aşkın Suriyeli’nin yurtlarını terk etmesinin ve insanlık dışı koşullarda yaşamasının mimarı olan Türkiye, mültecileri ölüme sürüklemektedir. Türkiye’de yaşayan mülteciler insan kaçakçılığı, fuhuş, uyuşturucu ve mafya kapanı içinde tüketilmekte, temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılmakta, boğaz tokluğuna en ağır koşullarda, kayıt dışı ve tüm sosyal güvencelerden yoksun olarak çalışmaya mahkûm edilerek kapitalistlerin sermayelerini büyütmekte ve ırkçılığın hedefi olmaktadırlar.
Yaşamak için sosyalizm!
Emperyalist-gerici savaşların ve insafsız kapitalist sömürünün ortaya çıkardığı insanlık dramı katlanarak devam edecektir. Emperyalist merkezlerin kendi aralarındaki egemenlik mücadeleleri kızıştığı ve dünyanın dört bir yanında sürdüğü, gerici savaşların yaygınlaştığı ve kapitalist sömürünün derinleşerek yerküreyi daha da acımasızca tahrip ettiği günümüz koşullarında, emekçiler ve ezilen halklar, bu tablonun yaratacağı ekonomik, siyasal ve sosyal yıkımı daha dehşetli biçimde yaşayacaktır. Emperyalist merkezler ve kapitalist metropoller, kendi yarattıkları ve insanlığa büyük faturalara ve acılara dönüşmüş bulunan sosyal felaketlerden kendini koruyamayacaktır. Bugün için dalgalar halinde büyüyen kitlesel göçün kapılarına dayanmaları karşısında nasıl bunalıp acizleştiklerine, "kriz" feryatları kopardıklarına tanık oluyorsak, yakın gelecekte de işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sert sınıf kavgası ve büyük sosyal mücadeleleri karşısında bunalacaklarına tanıklık edeceğiz.
On milyonlarca insanın yerini yurdunu terk etmemesi, yollarda, denizlerde ve sınırlarda ölmemesi için, polis coplarıyla, dikenli tellerle, aşılmaz duvarlarla, hapishanelerle, toplama kamplarıyla, ırkçılıkla ve aşağılanmalarla karşılaşmaması için, işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalist sömürü çarkı içinde tüketilmemesi, yokluğa ve yoksunluğa, işsizliğe ve açlığa mahkum olmaması için, ezilen halkların ve ulusların emperyalist boyunduruk altında köleleştirilmemesi için, özetle sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız, gerçekten özgür bir dünya için kapitalizmin tarihe gömülmesi ve işçi sınıfının iktidara gelerek sosyalizmi inşa etmesi bir zorunluluktur.