Fransa, Almanya ve Avusturya başta olmak üzere Kıta Avrupası, 1848-49 yıllarında çalkalanıyordu. Avrupa’da ekonomik gelişmenin yüksek olduğu Belçika’da şiddetli bir endüstri krizi yaşanıyordu. 1847-48’de tekstil sektöründe işsizlik büyüyordu. Açlık ve yoksul mahallelerde öyle bir boyuta gelmişti ki hapse girmek pahasına her gün dükkan camları kırılıyor ve açlık giderilmeye çalışılıyordu.
Avrupa’nın birçok bölgesindeki ekonomik krizin yansımaları politik gerilimi de arttırıyordu. Nerenin ne zaman patlayacağının belli olmadığı bu süreçte, ayaklanmaları başlatan nedenleri iki noktada toparlayabiliriz. Birincisi; 1845-46 yıllarında patates hastalığı nedeniyle kötü ürün alınmış ve 1847 ile birlikte hayat alabildiğine pahalılaşmış idi. İkincisi ise İngiltere’deki genel ticaret ve sanayi bunalımı yaşanıyordu.
1848’lerden Paris Komünü’ne ilerlerken
1848’de Avrupa’nın ilk ayaklanması Paris’te başladı. Bu süreç içerisinde işçiler de kendi talepleri ile ayaklanmanın parçasıydı. İşçiler, “çalışma hakkı” talebi ile iş güvencesine sahip olmak istiyorlardı. Şubat’ta kurulan geçici hükümet bu hakkı verdiğini ilan ederek işçilere sevimli görünmeyi bir süreliğine başardı. İşçiler açısından gerçek anlamıyla değişen bir şey yoktu. Mayıs itibari ile işçiler için koşullar zorlaşırken, 22 Haziran’da atölyelerin kapatılması kararı ve 113 bin işçinin işsiz kalması bardağı taşıran son damla oldu. ‘48 Haziran’ında Paris sokakları yeni bir ayaklanmaya sahne oldu. Bu sefer başrolde işçiler vardı. İşçi ve emekçilerin ayaklanması burjuvazinin azgınca saldırısı ile bastırıldı. İşçi tulumu ile barikat başlarını tutan tüm işçiler bu saldırganlıktan payını aldı. Modern kapitalist toplumdaki burjuvazi ile proletaryanın ilk karşı karşıya gelişi olarak tanımlanan ayaklanma sırasında 800 işçi katledildi. Ayaklanma bastırıldıktan sonra 2 bin işçi kurşuna dizildi, 25 bin kişi tutuklandı, 3 bin 500 kişi sürgün edildi.
Yaşananların ardından 1848, Fransa’da burjuvazinin güç birliği yaptığı ve burjuva devletin güçlendiği bir dönemdir. Bonapart’ın yeğeni Louis-Napolyon, “herkese eşit mesafede olacağını” söyleyerek işçi ve köylülerin de desteğini alıp cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. 2 Aralık 1852’de gerçekleştirdiği darbeyle de kendini imparator ilan etti. İmparatorluk görünümlü, burjuvazinin emrinde süren, kendine has bir yönetimin hüküm sürdüğü bir döneme girildi. 1865 yılı itibari ile burjuvazinin III. Napolyon’a olan güveni zedelenmeye başladı.
Burjuvazi açısından Bonapart’a karşı tepkiyi arttıran olaylar şunlardı: Fransız-İngiliz ticaret anlaşması; imparatorluğun sarayda şatafat içinde yaşaması; polis gözetiminde de olsa cumhuriyetçilerin ve sosyalistlerin toplantılar yapması, gazete basması ve dağıtması, çalışmalar yürütmesi...
Bu süreç bir yandan da işçi sınıfının Bonapart rejimine karşı güçlendiği bir dönemdi. 1860-70 arası yıllarda birçok işçi eylemliliği yaşandı. İşçiler, burjuvazinin etkisinden sıyrılarak kendi örgütlülüklerini oluşturdular ve Enternasyonal kuruldu. 28 Eylül 1864’te işçi sınıfının uluslararası birlik ve dayanışmasını oluşturma hedefiyle kurulan Enternasyonal, Avrupa’da yaşanan tüm süreçlerden dersler çıkartarak önüne örgütlenme ve çalışma hedefi koydu. Ocak 1870’e gelindiğinde yapılan tüm toplantıların, eylem ve grevlerin birikimi ile “Yaşasın Cumhuriyet! Kahrolsun Bonapartlar!” şiarıyla 200 bin kişinin katıldığı büyük bir gösteri gerçekleştirildi.
Burjuvazinin artan güvensizliği, proletaryanın yükselen eylemliliği karşısında Bonapart kendi gücünü tazelemek için savaşa başvurdu. Ve Prusya’ya karşı 19 Temmuz 1870’de savaş ilan etti. 2 Eylül tarihinde Alman ordusunun üstünlüğü ile savaş sona erdi. Bu yenilgi Paris’te yeniden bir ayaklanmayı mayaladı. 4 Eylül tarihinde “Ulusal Savunma Hükümeti” ilan edildi. Bu sürecin ardından Paris’te iki ayaklanma daha oldu; biri Ekim 1870’te, diğeri ise Ocak 1871’de. Kitlelerle bağı zayıf olan, kitleleri harekete geçirmekte zorlanan ayaklanmalar bastırıldı. Ama tüm bunlar işçilerin mücadelesini bitiremedi.
1871 Şubat’ında yeni adımlar atıldı. Kurulacak iktidarın ilk tohumu olarak ifade edilen Ulusal Muhafız Merkez Komitesi kuruldu. Bu hamleler hükümetin gerginliğinin tırmanmasına, baskılarını arttırmasına, birliklerini Paris’in etrafına çekmesine neden oldu. Paris’teki işçilerin silahsızlandırılması yönlü girişimlerde bulunuldu. 18’ine bağlanan gece tüm silahları ele geçirmek için gerçekleştirilen saldırıya işçilerin yanıtı devrim oldu. Ve Paris’te Komün ilan edildi.
Paris Komünü ile yeni bir devlet şekli ortaya çıktı. Tüm eksiklerine ve zayıflıklarına rağmen dünyanın ilk işçi iktidarı örneğiydi bu. Komün meclisi seçimleri 26 Mart’ta yapıldı. 28 Mart’ta yeni iktidar ilan edildi. Komün, çalışmalarında işçilerden, emekçi sınıfların kitle örgütlerinden, meslek sendikalarından ve devrimci kulüplerden destek ve güç alıyordu. Kısa zamanda, çok sayıda sendika, kulüp, kadın örgütü ve çalışanlara yönelik öteki kuruluşlar kuruldu. Devletin en yüksek kuruluşu Komün Meclisi’ydi. Çalışmaları beğenilmeyen komün çalışanları geri çağrılabiliyordu. Komün’e bağlı komisyonlar vardı, yasama ve yürütme komün meclisinin elindeydi. Devlet memurları, işçilerin ortalama ücretine yakın bir ücret alıyordu.
Komün’ün ilanından sonra şu tedbirler alındı:
- Eski ordu dağıtıldı.
- Eski polis örgütü dağıtıldı. Bunun yerine kentte düzeni silahlı işçiler sağlıyordu.
- Kilise ile devlet birbirinden ayrıldı. Kiliseye eski hükümet zamanında yapılan mali yardım kesildi.
- Kilise, evlilik, doğum ve ölüm kayıtlarının tutulmasıyla görevlendirildi.
- Okullardan din dersleri kaldırıldı.
- Kilise ve manastırların büyük bir çoğunluğu halk kulüpleri haline getirildi.
- Zorunlu ve parasız eğitimi getiren kararname çıkarıldı ve yeni okullar açıldı.
- İşçi çocuklarını alacak olan kreş ve bakımevlerinin kurulmasına ilişkin düzenleme yapıldı.
Yenilgi ve derslerle dolu miras
Paris Komünü 72 gün sürdü. Zaferin sürekli kılınmamasının nedenleri 1871 Fransa’sının koşullarından bağımsız değildir. Kapitalizmin yeni yeni geliştiği Fransa’da, işçilerin bir program çerçevesinde hareket ettirecek devrimci bir partisi yoktu, kitle sendikaları yoktu.
Komün, ilkin Paris’in öteki kentlerin işçileri ve yoksul köylülerle ittifakını kuramadı. Devrimci bir partiden yoksun işçi sınıfı, köylülükle ittifakın önemini kavrayacak yaklaşımdan uzaktı. Bu uzaklıktan yararlanan karşı devrimciler, Komün’e karşı propaganda yürüttüler ve köylüler içinde çalışmalar yürüttüler.
Komün, son derece zor koşullar altında savaşmak zorunda kaldı. Zira iktidarı, dört bir yandan düşman birlikleriyle kuşatılmış başkentin sınırlarını aşmıyordu. Bankalara el konulmaması, devlet kaynaklarının kolektifleştirilmemesi kapitalistlerin gücünün ayakta kalması sonucunu doğurdu.
Paris Komünü uzun süre ayakta kalmadı ama bütün dünyada işçi sınıfının komünden sonraki mücadelelerine büyük bir etkisi oldu. Eski devlet çarkının baştan başa değiştirilmesi gerekliliğini gösterdi, sosyalizm mücadelesinde işçi-köylü ittifakının önemini teyit etti. Ve yaşadığı yenilgiyle Komün, aslında gerçekten devrimci bir partinin önderliğinde işçi sınıfının başarıya ulaşabileceğine de tersten ışık tutmuş oldu.