Başlıktaki dizide, aslında amacı tam bu olmasa da bir İngiliz aristokrat aile üzerinden evin farklı katlarındaki farklı sınıfların birbirine bakışı anlatılıyordu. Dikkat çekici olan, yukarıdakiler, yani sermaye sınıfı aşağıdakilerin (çalışanların) hayatıyla ilgilenmezken, aşağı kattakilerin gözü kulağı hep yukarıdaydı. Çünkü hayatları, üst kattakilerin ihtiyaçlarını, isteklerini yerine getirmeye odaklıydı.
Yukarıdakilerin eylemleri, aşağıdakilerin hayatlarını belirliyordu. Tanıdık geldi mi?
Geçen haftaki ifşaat furyasının konusu yine ‘yukarıdakilerin’, yani siyasetçilerin, bürokratların, yargı mensuplarının ve sermaye sahiplerinin Ankara ve İstanbul’daki lüks otellerde katıldıkları uyuşturucu partileriydi. Sedat Peker bu kişilerin ‘dokunulmazlığını’ yazdı.
Kaldı ki o yazmasa da bu isimlere dokunulmayacağını herkes tahmin eder, bazen de şahit olur.
Ama biz aşağıdakilerin, günlük hayatta karşılaştığı başka ‘dokunulmazlar’ da var ve sayıları, etkinlikleri hızla artıyor.
Bu yasadışı ağların sadece üst kattakileri değil, en alttaki tetikçileri, torbacıları bile belirli bir dokunulmazlık zırhı içerisinde hareket ediyor, yeni dönemin ruhuna uygun şekilde genişleyen suç ağı ve kara paranın verdiği pervasızlıkla yaptıklarını saklama gereği duymuyorlar.
Son örneklerden biri, İstanbul’un Ataşehir ilçesine bağlı 1 Mayıs Mahallesi’nde yaşandı. D.Y. isimli kadın, aynı mahalleden çete mensubu olduğu iddia edilen M.T.’nin kendisini kaçırdığını, bir gece alıkoyduğunu, sabaha kadar dövdüğünü, tecavüz ettiğini ve videoya çektiğini anlattı.
Ardından geçen hafta aynı mahalleden D.T. isimli bir kadın da ETHA’dan Pınar Gayıp’a konuştu, M.T.’nin evinin önüne gelip silahıyla tehditler savurduğu için karakola gidip şikayetçi olduğunu anlattı: “Sonra çok özür diledi, affetmemizi istedi. Hem ailenin hatırına hem de mahallemizin çocuğu, elimizde büyüdü, alkolün etkisiyle böyle davrandığına inandım, daha doğrusu kendimi inandırdım. Çok pişman olmuş görünüyor ve çok anlayışlı, iyi davranıyordu. İfademi çekmeyi bile düşündüm. Bizi eve bıraktı o akşam. Ama yolda giderken şu ifadeyi kullandı: ‘Siz orada ifade verirken ben de mahalledeki karakolda Çetinlerle (polis) çay içiyordum.’”
O geceden sonra bir süre sesi çıkmayan M.T.’nin bir akşamüstü tehditlerie devam ettiğini söyleyen D.T., M.T.’nin kendisini aradığını “Hangi savcıya, polise şikayet edersen et bana bir şey olmaz” dediğini aktardı.
Yine polise giden ve M.T. hakkında uzaklaştırma kararı çıkartan D.T., “Ama o bu kararı defalarca ihlal etti. Üç gün hapishanede yattı. İkinci kez tedbir kararı çıkartmak için tekrar gittim karakola. Beni tehdit ettiği ses kaydı ve videoları polise sundum. Delilleri almaya tenezzül etmedikleri gibi bunu ifademe de yazmadılar. ‘Biz sana yarın bir WhatsApp numarası yollarız oraya atarsın’ dediler ama numara falan gelmedi.”
Tabii, M.T.’nin sadece bu beyanlarıve tehditleri, güvenlik güçleriyle işbirliği içinde olduğunu, ona destek çıkıldığını kanıtlamaz ancak işlediği suçların yanına kalması bu iddiaları destekler görünüyor. Sadece silahla dolaşması, tehdit, alıkoyma, haraç, tecavüz iddialarının bir tanesi bile ağır suçken şimdiye dek hiçbiri yargı konusu olmadı.
Konu yargıya taşındığında ise Gülsuyu’ndaki çete yargılamasında olduğu gibi bu işbirliğinin kanıtlarına da rastlıyoruz. Zaten sokak aralarında yürütülen ve bu denli büyük paraların döndüğü uyuşturucu pazarının birkaç ‘yoldan çıkmış’ serseri mayın tarafından ve herkesten habersiz şekilde yürütüldüğüne de kimse inanmıyor.
Dolayısıyla ‘yukarıdakilerin’ lüks otellerdeki partilerinin malzemesi, sokaktakilerin kanını, canını almaya devam ediyor. Geriye de giderek büyüyen bir adaletsizlik kalıyor.
BirGün / 16.11.21