Pandemi sürecinde giderek distopik hale gelen dünyamızda, özellikle çatışma alanlarında nüfuz temininin asli aracı militarizm olup çıkıyor. Yakın gelecekte ordular 'ihale alan işletmelere' evrilirse şaşırmamak gerek.
Ülkeler savunma anlaşmalarına dayanarak yabancı topraklarda asker bulundurabilir. Yahut bloklaşmaların icapları elbette vardır. Günümüzde askeri müdahalelerle çatışma alanı kılınmış, temsili iradelerinin tartışmalı ve sorunlu olduğu ülkelere yaklaşım öne çıkıyor. Yeni sömürgeciliğin görüngüleri Afrika'da, Asya'da göze giriyor.
Bu açıdan Türkiye'nin de kendini neoliberal dünyaya askeri cephede ispatlamaya çalıştığı trajik iki örnek var: Libya ve Afganistan.
Libya örneği...
Batı ile barışma girişimini linç edilerek ödeyen Kaddaf'nin Libyası'nda modern ulus devlet yapısı yıkılalı epey oldu. Ülke 2012'den itibaren 'ılımlı İslam' kuşağının deneme tahtasına döndü. Sonuç de fakto bölünme oldu. Son altı yılın öyküsü bunun üzerinden döner.
Zengin petrol ve yeraltı kaynaklarıyla Libya'nın bölünmüşlüğü, üstelik yoksul güneyin yolcularının göç rotası olması işlerine gelmediğinden, Batılılar yarattıkları enkaza el attılar. Sonunda 23 Ekim 2020'de BM'nin 'kalıcı ateşkes' ve 'birleşme' süreci geldi. Cenevre'de Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Süheyrat anlaşmasının ürettiği Tobruk meclisinin görevlendirdiği Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu'nun temsilcileri anlaşmaya imza koydu.
Yeni birlik hükümeti ve Aralık 2021'deki seçimle ülkeyi birleştirmeyi öngören anlaşmanın asli unsurları yabancı savaşçılar ve orduların üç ay içinde çekilmesi, petrol üretim ve ihracatının başlaması.
Bu Libya'nın salt batısında hükmü geçen UMH'nın üçüncü ülkelerle askeri anlaşmalarını askıya almasını gerektirdiğinden Ankara için sorunlu. Herkes Libya 'normalleşecek' diye sevinirken, Erdoğan, anlaşmayı "En üst düzeyde ateşkes değil, daha alt düzeyde. Kalıcılığı ne kadar olur zaman gösterecek. Güvenilirliği bana göre çok da olabilecek gibi değil" diye karşıladı. O gün bugündür Türkiye asker çekme çağrılarıyla karşılaşıyor. Sonuncusu mayıs başında Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun Trablus ziyaretinde Libyalı mevkidaşı Necla Menguş'un ağzından döküldü.
Suriye'den taşınan cihatçılar harcanabilir olduğu için çekilmelerine yeşil ışık yakılmıştı. Ancak TSK varlığı önemli koz. Öyle ki, NATO zirvesi öncesi Savunma Bakanı Hulusi Akar, "Türkiye Libya'da yabancı güç değildir" bile diyebildi!
Şaşırmamalı. Türkiye'de sol dışında anti-emperyalist damar 'kendine Müslümanlıktan' ibarettir: 'Elalem asker yolluyorsa neyimiz eksikçilik'. Askeri varlığın meşrulaştırmasının '500 yıllık bağlarla' ifadesi 'faydacılıktan' yorumlanır. İdeolojisine bakılmaz, askeri varlık, o ülkenin kaynakları için rekabette nüfuz getirecektir. Tabii Libya, Batı'nın 'hegemonya mümessilliğinden' bağımsız bir 'İslamcılık alemi' olabileceği hüsnü kuruntusunun 'rekabetçi' alanına da denk düşmekte.
Afganistan örneği...
Afganistan daha eski örnek. ABD'nin SSCB'ye karşı İslamcılığı gerici bir aparat olarak kullandığı Soğuk Savaş'a uzanıyor. İslamcılığı çok parçalı ve sistemik bir tehlike görmemenin tezahürleri -bunu Brzezinski gayet iyi formüle eder- Afganistan'dadır.
Eski dost mücahitlerle yok edilen Afganistan'ın modern ulus devleti Talibanlaştığında, el Kaide ve 11 Eylül saldırıları üzerinden 'işlevsel' çatışma alanı kılınmıştı. Afyon üretimi ve uyuşturucu ticareti de bu süreçte patladı. ABD, ordusunu 'özelleştirdiği' 20 yılı aşan en uzun savaşını bu ülkede verdi. Trump'a kadar...
Eski Başkan, ABD'yi tüm çatışma alanlarından çekemese de 29 Şubat 2020'de Taliban'la Doha'da çekilme anlaşması yaptı. Taliban daha Afgan hükümetiyle anlaşmamışken... ABD'nin sivil ve askeri elitleri 'beyaz bayrak' çekmeyi Orta Asya'da Çin ile rekabet açısından uygun bulmadı. Analizler 'Biz çekilirsek Taliban kadın eğitimini, sekülarizmi, her gelişmeyi iptal edecek' kaygılarıyla bezendi. Sonuçta Trump gitti. Biden 'çekilmeyi' yeniden kurguladı. Trump'ın anlaşması 1 Mayıs 2021'de çekilmiş olmayı içeriyordu. NATO'ya atfen "Birlikte girdik, birlikte çıkıyoruz" diyen Biden, 1 Mayıs'ta başlatıp sembolik 11 Eylül tarihinde tamamlama hedefini koydu.
Taliban Kabil'deki zayıf hükümeti devirmek için gün sayarken, 'çekilme' bana kalırsa tevatür. Şimdiden ABD'nin komşu ülkelerde üslenme pazarlığı planların tutmayacağına işaret.
Bu süreçte yine Türkiye'yi işitiyoruz. Daha Biden 14 Nisan'da 'çekilmeyi' duyurmadan Dışişleri Bakanı Blinken'ın, mart başında Afgan liderliğine barış görüşmeleri önerisi içeren mektubunda Ankara'ya atfı dikkat çekiciydi. Blinken ne hikmetse hep Doha'da yapılmış görüşmeleri Türkiye'ye taşımak istiyordu.
‘TSKve Kabil Havaalanı’nın işlerliği’
Nisan ve mayısta düşünülen o konferans hiç yapılamadı. Taliban katılmayı reddetti. Şimdi çekilmenin yarısının tamamlandığı söylenirken, Türkiye yine askeri katkıyla anılmakta.
Akar, çekilme sonrası Kabil'deki Hamit Karzai Havaalanı'nın güvenliğini TSK'nın sağlanmasını önerdiklerini doğruladı. Tabii mali, siyasi ve lojistik destek isteniyor. Pentagon açıklamaları pazarlığın sürdüğüne işaret. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ise "Kabil'de uluslararası standartlarda bir havaalanının işlerliğini sağlamanın önemli olduğunu" dile getirdi.
Ne ki, İstanbul konferansını veto etmiş Taliban, Türkiye'yi NATO'nun parçası görüyor, Türk askerinin gitmesini istiyor. Tabii NATO çekilip İslam Emirliği kurulunca 'tarihi ilişkiler bulunan İslam ülkesi' olarak Türkiye'yle iyi ilişki umutlarını belirtiyorlar.
Erdoğan-Biden görüşmesi sonrası Ankara dengeyi tutturabilirse, hibrit savaşlarda rüştünü ispatlamış TSK'ya biçilen rol gerçekten işlevsel görünüyor. Türkiye'de yaşadığımız ekonomik ve siyasi krize hayrı nedir diye soramıyoruz bile.
BirGün / 14.06.21