Türkiye hapsolduğu çemberi kırabilir mi? – Fehim Taştekin

Ankara ABD, İsrail ve AB’ye sıcak mesajlar vererek dış politikada esneme emareleri gösteriyor. Ancak bunlar yeni bir başlangıçtan öte tıkanmışlığı aşmaya dönük manevralar olarak görülüyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 23 Mayıs 2020
  • 21:28

Sağlam bir ekonomi olmadan aktif dış politika yürütülemeyeceğini öğütleyen siyaset guruları bir kez daha haklı çıkıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin atılgan dış politika söylemi artık Türk askerinin Suriye ve Libya’da cephelere sürülmesiyle rüyalarına kavuştu. Ne var ki haftalardır farklı başkentlerde çaresizce yürütülen merkez bankaları arasında swap arayışından da anlaşıldığı üzere yüksek maliyetli dış politikayı sürdürecek bir bütçe kalmadı. Haliyle hükümet koronavirüs salgınının yarattığı olağanüstü durumu fırsata çevirerek kavgalı ortaklarıyla yeni sayfalar açma gereği duyuyor. 

Gülümseten jestler ABD’ye hitaben başlayıp Avrupa Birliği’ne (AB) yönelik uzlaşmacı açıklamalarla sürdü. Bunları Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminde önemsenen İsrail ile sıcak mesajlaşmalar izledi.

Her adımın altında ekonomi yatmıyor elbette. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2016 darbe girişiminden bu yana artan oranda Avrasyacı kanatların kuşatması altında. Erdoğan bu kuşatmanın başka bir darbe senaryosunu tetikleyip kendi sonunu getirmesinden korkuyor. Bu yüzden Amerika’yla fabrika ayarlarına dönme ihtiyacı öne çıkıyor.

Bu minvalde Rusya’dan alınan S-400 savunma sisteminin çalıştırılmasını ertelemek için koronavirüs bahanesi Hızır gibi yetişti. Erteleme kararı Başkan Donald Trump’ın Erdoğan’ı kayıran çizgisini sürdürmesinde önemli bir kolaylık. Buna paralel olarak Erdoğan, 29 Nisan’da Trump’a mektup yazıp “Suriye ve Libya başta olmak üzere, bölgemizdeki son gelişmeler, Türk-ABD ittifakının en güçlü şekilde sürdürülmesinin ne kadar önemli olduğunu göstermiştir” mesajı verdi. 

Daha dikkat çekici bir pas eski Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’tan geldi. 13 Mayıs’ta Washington’da bir panelde “Rusya’yla ilişkilerimiz stratejik değil, taktikseldir” dedi. Bu açıklama Ankara’daki havadan bağımsız değildir. Hâlbuki hükümet üyeleri iki yıldır Rusya ile ilişkileri “stratejik ortaklık” olarak tanımlıyordu. 

Bu yönelim karşılık da buluyor. Sözgelimi ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffery, Libya, Irak, Suriye, Karadeniz ve Kafkasya konularında Türkiye ile çok iyi geçindiklerini söyledi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de Libya’da Türkiye’ye hak verip Fayiz Serrac hükümetini desteklemekten bahsetti. Bunlar Erdoğan’ın hoşnut olacağı sözler.

Beri tarafta COVID-19 salgınının ilk haftalarında sığınmacılarla Avrupa’yı “titreten” Erdoğan, şimdi AB’ye tam üyelik hedefini dillendiriyor. Erdoğan 9 Mayıs Avrupa Günü vesilesiyle yaptığı açıklamada salgına karşı Türkiye’nin birçok AB üyesine örnek olabilecek düzeyde iş çıkardığını belirtip ekledi: "Ülkemize ayrımcı ve dışlayıcı tutum takınan AB artık aynı gemide olduğumuzu anlamalı (…) AB’ye tam üyelik için kararlıyız.”

Bu gelişmelere paralel olarak Türkiye-İsrail arasında sıcak rüzgârlar estirildi. İsrail Dışişleri’nin yönettiği devletin resmi Twitter hesabından @israil’den 7 Mayıs’ta “Türkiye ve İsrail 1990’lardaki gibi yeniden dost ve müttefik olacak mı?” sorusuna şu yanıt verildi: “Türkiye ile diplomatik ilişkilerimizle gurur duyuyoruz. Bağlarımızın gelecekte daha da güçlenmesini umuyoruz. Bütün Türk takipçilerimize sevgilerimizi gönderiyoruz.” 

Bu mesaj epey heyecan yarattı. Ardından 11 Mayıs’ta Mısır, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Doğu Akdeniz ve Libya konusunda Türkiye’yi hedef alan bir açıklama yayımlarken İsrail buna eşlik etmedi. Bu tutuma da büyük anlamlar yüklendi. 

Ankara’nın niyeti, İsrail’i enerji savaşında yanına çekmek. Libya hamlesiyle oluşturulan dengenin sağlamlaşması açısından İsrail’le de benzer şekilde deniz yetki alanları anlaşmasının yapılması önemseniyor. Bunu isteyen çevreler İsrail’le belli sorunlara rağmen enerji alanında işbirliğinin ilerletilebileceğini düşünüyor. 

Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş ülkelerle ortak hareket eden İsrail ise bölge dışından BAE ve Fransa’nın katılımıyla büyüyen cepheleşmeye mesafe koyuyor. İsrail-Türkiye ilişkileri Filistin meselesinde restleşmeye, ticarette ortaklığa, enerjide ise pazarlığa açık çok dosyalı bir karaktere sahip. Ancak İsrail’in, enerji meselesinde Avrupa’ya gaz ulaştırma konusunda Türkiye rotasını önemsemesine rağmen ciddi belirsizlikler taşıyan Libya ile aynı safa geçmesi beklenmiyor. Türk tarafı ısrarla İsrail eğer Kıbrıs Cumhuriyeti yerine Türkiye ile anlaşma imzalasaydı 6 bin kilometre kare daha fazla alana sahip olacaktı argümanını kullanıyor.

Ancak Türkiye askeri yardıma muhtaç olan ve meşruiyeti tartışılan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti dışında kimseye tezini kabul ettiremiyor. Durum buyken İsrail’in enerjide ortak olduğu ülkelerle bozuşması beklenmiyor. Nitekim Türkiye’deki İsrail Büyükelçiliği, İsrail'in Türkiye ile deniz yetki anlaşması imzalama niyeti olduğuna dair haberleri yalanladı.

Eski İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Alon Liel de Türk medyasına, Libya benzeri bir anlaşmayı iki nedenle olası görmediğini anlattı: Birincisi Libya, İsrail’i düşman görüyor. İkincisi, İsrail Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile siyasi müttefik. Liel, Türkiye-İsrail ilişkilerinin ikili bir sorunun ötesine geçip bölgesel bir gerilimin parçasına dönüştüğüne dikkat çekerken Kahire-Ankara hattındaki bozuşmanın İsrail-Türkiye arasındaki normalleşme sürecini de tıkadığını vurguluyor.

Elbette İsrail enerji nakil hattını ayrı bir masada konuşmaya hâlâ istekli. Aralıkta Türkiye’nin İsrail’e “Avrupa’ya doğalgaz transferi konusunda müzakereye hazırız” mesajı ilettiği, İsrail’in de “Müzakereye açığız” yanıtı verdiği iddiası basına sızmıştı. 

Ortam ısınmışken İsrail’in Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Roey Gilad, Halimiz.com’da yayımlanan yazısında, İran’ın Suriye’de yıkıcı davrandığı, İdlib’de 50’den fazla Türk askerinin ölümünde rol oynadığı ve İran varlığının Türkiye’nin çıkarlarına ters düştüğünü savunarak Ankara’yı her alanda ortaklığa davet etti. 

Epey zamandır muhalefetten de Doğu Akdeniz’deki çıkmazdan kurtulmak için öncelikle Mısır ve İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi gerektiğine dair çağrılar geliyor. Buna karşın iyimserliği kıran unsurlar var.

Yeni hükümeti kuran Başbakan Benyamin Netanyahu, Batı Şeria’nın yüzde 30’unun ilhakına yönelik tasarıyı Trump hâlâ iş başındayken kabineye sunmak istiyor. Buna sert tepki vereceklerin başında Türkiye geliyor. Yani ilişkileri bu yaz bir sert dönemeç daha bekliyor. Mavi Marmara davasında sanık olan Gabi Aşkenazi’nin Dışişleri Bakanı olması da yeni başlangıcın önünde bir diğer psikolojik fren.

Özetle Türkiye’nin ilişkileri kutuplaşma ekseninden çıkartmadan, bir ya da iki ülkeyi diğerlerine karşı kazanma stratejisi geçici manevra alanları açabilir. Ancak bunların Türkiye’yi kalıcı sonuçlara ulaştırması zor. ABD ile ilişkilerde de S-400, Suriyeli Kürtler, Gülen Cemaati, Halk Bankası gibi sıcak dosyaların soğutulması isteniyor ama kasımda Trump giderse ne olacağı belirsiz.

AB ile bahar beklentisine karşın Fransa’yı Türkiye’ye karşı “şer ittifakının hamisi” olarak gören bir söylem hâkim.

2005’te başlayan üyelik müzakereleri 2007’de hepten tıkanmış; 2013’ten bu yana da Türkiye otoriter eğilimini sürdürüp AB’ye uyumdan tamamen uzaklaşmıştı. Erdoğan normalleşme arzusunu “koronavirüs ile başarılı mücadele eden Türkiye’nin ne denli güçlü ülke olduğu” savı eşliğinde dillendiriyor. Hâliyle bu söylem, Türkiye’nin uyumlu çizgiye dönmesi değil mevcut demokrasi karnesiyle kabul görmeyi uman bir yaklaşımı barındırıyor. Amaç gerçekten dönüşüm mü yoksa maceracı dış politikanın çarkına su taşıma beklentisi mi? Galiba ikincisi.

Al-Monitor / 23.05.20