Libya yeni bir kavşağa geldi. Pek çetrefilli. Sahadan masaya geçiş sancısı büyük, oyun içinde oyun dönüyor.
Türkiye’nin son altı ayda artan müdahaleleri, Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nu kısa sürede 4 Nisan 2019 sınırlarına geri çekilmeye zorladı. Trablus’un güney kısımlarını alacak kadar rüzgârı arkasına aldığı sıralarda Moskova ve Berlin’de müzakere masasını terk eden Hafter şimdi destekçilerinin de baskısıyla ateşkes öneriyor.
Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi, 6 Haziran’da Hafter ve bu cephenin siyasi ayağındaki Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’le görüştükten sonra Kahire Bildirisi ile yeni bir pozisyon ortaya koydu. Bildiri 8 Haziran itibariyle ateşkesin devreye girmesi, seçilmiş başkanlarla yeni bir başkanlık konseyi kurulması, Cenevre’deki görüşmelere dönülmesi ve yabancı güçlerin çekilmesini öneriyor. Hafter’in diğer destekçileri Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fransa, Suudi Arabistan ve Ürdün de bu inisiyatifi destekliyor. Her zamanki gibi Hafter’in ana finansörü BAE müthiş sessiz. Ne olağandışı ne de şaşırtıcı. BAE 2014’ten beri bölgesel nüfuz savaşlarına ziyadesiyle müdahil olduğu halde kendisini asla ortaya koymuyor. Kendini ele vermeden sıyrılabileceği oyunlarda var. Mısır farklı. Bütün yıpranmışlığına rağmen ordusu ve Arap dünyasındaki siyasal ağırlığıyla kendinden bir şeyler bekleniyor. Kahire Bildirisi, Türkiye’nin Kuzey Afrika’da ayağına yer açmasına karşı Mısır’ın kayıtsız kalmak istemediğinin net göstergesi. Kendini bu şekilde ortaya koyma gereği duyuyor. Kahire’den çıkan sonuç, Rusya’nın çok yönlü oyun planının da etkili olduğu anlamına geliyor. Bildirinin ana hatları, Rusya’nın nisanda Akile Salih’in önüne koyup deklare ettirdiği yol haritasından izler taşıyor. Ruslar, Hafter’in çuvalladığını görünce Salih’i öne çıkartıp sahada daha fazla gerileme olmadan müzakerelere geçilmesini istemişti. Salih’in müzakerelere dönülmesi, üç tarihi bölgeyi temsilen başkanlık konseyinin oluşturulması ve yeni bir mutabakat hükümetinin kurulmasını içeren yol haritasına öfkelenen Hafter ise kendisini Libya’nın yegâne lideri ilan edip 2015’teki Süheyrat Anlaşması’nı da tanımadığını açıklamıştı. Sanki bu anlaşmayı daha önce tanımış gibi! Süheyrat sahipsiz bir anlaşmaydı.
Ruslar bir taraftan Wagner’i ön cepheden çekip ‘beceriksiz’ ve ‘kifayetsiz’ Hafter’e sınırlarını gösterirken diğer taraftan doğu cephesinin daha fazla çökmemesi için de askeri yardımlarını sürdürüyor. Beri tarafta Ruslar siyasi düzlemde BM’nin meşru yasama organı saydığı Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’nin ‘olası müzakerede taraf’ pozisyonunu güçlendirirken diğer taraftan petrol ortaklığının fonda tınladığı bir masada Türkiye’nin Trablus’taki en has adamlarıyla görüşüyor. Aynı Rusya ‘koordinasyon halinde’ kapıştığı Türkiye ile ‘Suriye modelini’ Libya’da test ediyor. Yani Trablus hedefinin imkansızlığı görüldüğünden bundan sonrası için fiilen bölünmüş Libya’nın geleceğini şekillendirecek pazarlıkları Ankara ile yürütmekten yana bir yaklaşım: Çatışsak da paydaşız. Diğer aktörlerin de daha fazla işin içine girmesini önlemenin bir yolu.
Bu henüz test aşamasında bir süreç. Elbette Suriye senaryosunun Libya’da tekrarlanmasını tehlikeli bulan bir sürü taraf var. Bir yere kadar Türkiye’nin müdahalesini ‘faydalı’ bulanlar da bunlar arasında.
Türk-Rus paslaşmasının niteliğini tam olarak bilmiyoruz. Hafter güçlerinin stratejik önemdeki Tarhune’den hiç savaşmadan çekilmesi olası bir koordinasyona işaret ediyor. “Acaba Türkiye ve Rusya müzakere masasına dönülmesi için Hafter’in Nisan 2019’den önceki sınırlara çekilmesi konusunda bir mutabakata mı vardı” sorusu önem kazanıyor. Fakat bu tür mutabakatlar İdlib düzlüğünde de defalarca yaşandığı gibi mevzi kazanmak için bir anda paçavraya da dönebiliyor.
Şimdi Kahire Bildirisi’nden sonra Rus stratejisinin yürüyüp yürümediğini görmek için Ankara-Trablus hattının tutumuna yeniden bakmak gerekecek. Kahire, Moskova ve Ankara eş zamanlı diplomasi trafiğine sahne olurken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da 4 Haziran’da Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz el Serrac’ı ağırlamıştı. Ateşkes çağrısı bu görüşmeden iki gün sonra geldi ama geleceği zaten biliniyordu. Erdoğan’ın sözlerine bakılırsa Hafter’in müzakerelere sokulmaması yönünde yeni bir eşik beliriyor. Serrac da bu eşiği iyice demirledi: “Bu düşmanı tamamıyla ortadan kaldırıncaya kadar mücadele edeceğiz… Kendisine müzakere olanağı vermeyeceğiz.” Buna paralel olarak Trablus’taki askeri güçlerin sözcüsü Muhammed Kanunu, savaşı Hafter’in başlattığını ama nerede ve ne zaman biteceğine Mısır’ın değil kendilerinin karar vereceğini söyledi. Kanunu ayrıca Sirte, Cufra ve güneydeki petrol sahalarını kurtarmak için ‘Zafer Yolları’ adıyla harekat başlattıklarını da duyurdu. Bildiriden sonra Sirte’ye yönelik saldırılar sürerken Moskova’dan dönen Başkanlık Konseyi Başkan Yardımcısı Ahmed Mayitik operasyonun durdurulmasını istedi. Trablus’ta ortaklar birbirine bir anda ters düştü. İçişleri Bakanı Fethi Başağa “Sirte kısıtlama olmadan bize dönecek” diye tersleyip ekledi: “Doğu ve güneydeki bütün kentler Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin kontrolünde olacak.”
Sirte, Haziran 2019’da Hafter güçlerinin eline geçmişti. Nisan 2019 haritasında uzlaşma olduysa Sirte’nin yeniden el değiştirmesi şaşırtıcı olmaz. Ancak Cufra, 2017’de Hafter tarafına geçmişti. Üstelik Trablus’un güneyinden çekilen Wagner güçleri şimdi Cufra’dalar.
Ankara’dan Trablus’a dönen Serrac dün komutanlarla bir toplantı yaptıktan sonra Moskova’ya uçtu. Bu görüşmelerin sahaya yansımasını, özellikle Cufra’nın Ruslar açısından kırmızı çizgi olup olmadığını bugün-yarın görürüz.
Libya’da hiçbir taraf kendi askeri gücü, insan potansiyeli ve halk desteğiyle ülkenin tamamına hakim olup barışı getirecek durumda değil. Kahire, Moskova ve Ankara arasında top gibi gidip gelen aktörlerden söz ediyoruz. Millilik ve meşruiyet tartışmaları bu gerçeklik karşısında anlamını yitiriyor. Hafter’in milliliği dış güçler desteği çektiği an elinde kalan kadardır. Zaferini Türkiye’ye borçlu olan Trablus güçlerinin milliliği ve meşruluğu da tartışmalı. Ulusal Mutabakat Hükümeti’nden gelecek para ve silahın hatırına ortak hareket etmeyi kabul etmiş 30 küsur milis gücüne “Libya Ordusu” demenin değerini ölçmek için “Suriye Ulusal Ordusu”na bakmak yeterli. Geçmişte olduğu gibi yarın yine birbirini boğazlayacak ve ganimet savaşlarından geri durmayacak yapılar. Askeri şemalarla ordu resmi çizmek çoğu İslamcı milis güçlerini nizami ordu haline getirmiyor. Bunu şunun için hatırlatıyorum: Hakimiyet alanları büyüdüğünde milisleri kontrol etmek daha da güçleşiyor. Terhune’deki yağmalar bunun örneği. 2011 sonrasında İslamcı milisler doğudaki kabilelerde ciddi sorunlar yaşadı. Elbette Hafter’in Bingazi’den başlayıp Trablus’u kuşatmasına imkan veren domino etkisinin tersine dönmesi de mümkün. Bazı kabileler ‘gelecek garantisi’ ile güçlüden yana dönebilir. Hafter lehine hızla saf değiştirmeler bu tür garantiler sayesinde oldu. Ancak böylesi bir domino etkisi gerektiği ölçüde yakalanamazsa iş silahların gücüne kalıyor. Bu da savaşı bölgesel ve uluslararası aktörleri daha fazla içine çekerek büyütür. Ayrıca Trablus’a kadar gelen Hafter’in yaşadığı lojistik destek sorunu bu kez doğuya yönelen Trablus güçleri için geçerli. Muhtemelen Türkler ve Ruslar arasındaki yakınlaşma saha gerçekliğinden kaynaklanıyor.
Askeri çözümde ısrar Hafter için ne kadar çıkmaz idiyse Trablus tarafı için de o kadar çıkmaz. Ancak müzakere masası da öyle üç ayak üzerine her yere sabitlenebilen bir masa değil. Hafter’in dışlanıp Salih’in müzakerede muhatap alınması Ankara’nın rıza gösterdiği bir seçenek gibi duruyor. Fakat karşı cephe her şeye rağmen Libya Ulusal Ordusu ile Temsilciler Meclisi’ni birbirinden koparacak bir yolu tıkıyor. Kahire buluşması aynı zamanda Salih ve Hafter arasındaki çatlağı kapatma girişimiydi. Rusya da müzakerelerin yolunu açacak şekilde Temsilciler Meclisi’ne ağırlık verse bile şu aşamada Hafter’i oyun dışına itmenin doğu güçlerini dağıtacağını ve kendi elini zayıflatacağını görüyor olmalı.
BM’nin 5+5 formatında yeniden başlattığı görüşmeler anlamlı bir müzakere yolunu açarsa ne âla! Aksi halde bölünme senaryolarının konuşulduğu, Arap sokağında Türk sorununun büyüdüğü, bölgesel düşmanlıkların büyütüldüğü, idare edilemez ‘İdlib’ örneklerinin çoğaldığı bir sürece tanıklık edeceğiz.
Gazete Duvar / 08.06.20