Ankara’da İçişleri Bakanlığı’nı hedef alan ve PKK’nin askeri kanadı HPG’nin üstlendiği saldırı Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta halihazırda devam eden operasyonlarına yeni bir boyut katar mı?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan güney sınırlarında en az 30 km derinliğinde güvenli bölge oluşturma hedefini yineledi. "Yeni adımlarımız hazırlık, zaman, ortam meselesidir. Bunun için ‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ sözü kulaklardan hiç eksik olmasın" dedi. Öncekilere kıyasla kara harekâtı için güçlü bir sinyal sayılmaz. Olabileceklerin çerçevesini Dışişleri Bakanı Hakan Fidan daha net çizdi: "Irak ve Suriye’de PKK/YPG'ye ait bütün altyapı, üstyapı tesisleri, enerji tesisleri bundan sonra güvenlik güçlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin, istihbarat unsurlarımızın topyekûn meşru hedefidir. Üçüncü tarafların PKK/YPG'li tesislerden ve şahıslardan uzak durmasını tavsiye ediyorum."
Ankara’daki saldırının ürettiği sonuçlar öncekilerden farklı olmayabilir. Genelde Kandil, Hakurk, Zap, Avaşin, Metina, Haftanin ve Gare dağlarında PKK hedefleri vuruluyor; yine vuruldu. Suriye ve Irak’ı birlikte ele alan güvenli şerit hedefi güncelleniyor; yine tekrarlandı. Kürt sorununun kuşattığı sivil siyaseti felç eden tutuklama operasyonları başlıyor; yine başladı. CHP dahil geri kalan bütün muhalif cephe iktidarın politikalarına göre hizalanıyor; onlar da hizalanmaya akşamdan hazırlar.
Sonuçlar dikkate alındığında ister istemez 2015’te PKK basın merkezinin önce üstlendiği, sonra reddettiği Ceylanpınar’da iki polisin öldürüldüğü saldırı akla geliyor. Kürt sorununa yaklaşımdaki kırılma Rojava’da özerkliğin yol açtığı korkularla başlasa da Ceylanpınar seçimlerin gaspı, otoriter dönüşüm ve faşizmin yeniden inşasında tepe tepe kullanılan bir gerekçeydi. Kürt sorununa askeri çözüm arayanlar siyaseti yeniden esir aldı. Şimdi iktidar bir taraftan yerel seçimlere diğer taraftan anayasayı değiştirmeye hazırlanıyor. Hükümetin mevcut koşullarda MHP’yi terk edip Kürtlerle ittifak kurma senaryosu gerçekçi durmuyor. İktidarı kurtarsa kurtarsa çatışma kurtarır. Yol açtığı ekonomik krizlerin üstesinden gelemeyen hükümet yine güvenlik kaygılarını öne çıkartıyor. Kış yaklaşırken deprem bölgelerinde çözülemeyen sorunların yol açacağı huzursuzluğu da savuşturması gerekiyor. Haliyle bu saldırı iktidara aradığı pası vermiş olabilir. Bu yüzden de sıcağı sıcağına 2015 senaryosu akla geldi. Fakat PKK’nin beklemeden sorumluluğu üstlenmesi, ardından faillerin kimliğini açıklaması, örgütle bağlantılı yayın organları ve sosyal medya hesaplarında saldırının “fedai eylemi” olarak yüceltilmesi durumu farklı kılıyor. Belli ki o tarafta şiddetin sivil siyaset alanını daralttığı, hatta yok ettiği eleştirileri fazla bir şey ifade etmiyor. Gelen itiraz; “Meclis zaten işlevsiz, siyaset çözüm üretmiyor, alternatif siyaset alanı kapalı ve tek adam rejimi hedeflerinden şaşmıyor.”
Peki iktidarın tepe tepe kullanacağı bu saldırıdan ne bekleniyor? Sınırların altına itilmiş bir savaşın Türkiye içine artık taşınma imkânlarının kalmadığı ve şehirlerin güvende olduğu yanılsamasına son verilmek istendiği açık. Basitçe "Savaşı durdurun, bu sizin elinizde" deniliyor. Mesajın yerini bulduğundan eminler! Fakat mesajın ne savaştan beslenen tarafları ne de “Silahlı mücadeleyle Kürtlerin elde edilebileceği bir şey kalmadı, silahlar bırakılsın” diyen kesimlerin duruşunu etkileme şansı var. Çatışma faşizmin ve zorbalığın ana beslenme damarına dönüşmüşken bagajda silahlarla sivil siyaset yürüyemez.
***
Burada argüman savaşına boğulmadan tekrar girişteki soruya dönersek; Erdoğan sadece Suriye değil Irak’ı da içine alan işgalci bir stratejide ısrar ediyor. Ne var ki koşulları oluşturamıyor. Suriye tarafında Rusya ve ABD’den yeşil ışık alamadığı için beşinci kara harekâtı neredeyse 3 yıldır "Bir gece ansızın" tekerlemesiyle patinaj yapıyor. Rusya, Ukrayna savaşıyla bağlantılı yaptırımlar yüzünden, ABD de NATO’nun genişleme planları nedeniyle Türkiye ile iyi geçinmek istiyor. Bu durum havadan operasyonlara esneklik sağlasa da kara harekâtında pozisyon değişikliğine yol açmıyor. Son saldırı sadece ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) desteği kesmesi yönünde Erdoğan’ın eline ilave bir koz veriyor. İki ülke arasındaki uçurum kapanmaktan uzak. Bunun son göstergesi Deyr el Zor’da SDG’ye karşı aşiret isyanına dair tutum farklılığıydı. Türkiye hazır Deyr el Zor karışmışken Suriye Milli Ordusu (SMO) ve bunlarla ilintili aşiretlerle Menbic ve Ayn İsa taraflarında yeni cepheler açmaya yeltendi. Buna mukabil ABD de SDG kontrolünde oluşan gedikleri gidermeye çalıştı. ABD, Arap aşiretleri SDG’ye sabitlemek için ağırlığını koyarken sadece Suriye ve İran’a değil Türkiye’ye de “Fırat’ın doğusunda işim bitmedi” demiş oldu. ABD bir taraftan terör örgütü saydığı PKK’ye karşı Türkiye’nin savaşına destek verip diğer taraftan SDG’yle ortaklığı sürdürürken iki NATO müttefiki arasında oluşan çelişkiyi idare edilebilir buluyor. Ankara’daki saldırı da IŞİD’e karşı ortaklık sayesinde PKK’yi ABD ve AB’nin terör örgütleri listesinden çıkarma kampanyalarına zarar verir ama Amerikan çelişkisinde bir kırılma yaratmaz.
Beri tarafta son demecinde Fırat’ın doğusundaki aktörleri terörist olarak niteleyen Suriye lideri Beşşar el Esad’la el sıkışarak cepheyi ortaklaştırma hesapları da yürümüyor. Şam’ın normalleşme için “Türkiye çekilsin” koşulunu Ankara duymak bile istemiyor.
Aşiret isyanı sırasında Rusya’nın Suriye ve Rus ordusunun bulunduğu alanlara ilerleyen SMO güçlerini bombalaması da Moskova tarafında tutumun değişmediğini teyit etti.
***
Irak tarafında ise birkaç yıldır Türkiye’nin askeri operasyonlarına karşı kabaran bir hassasiyetten söz edilebilir. Son olarak 18 Eylül’de Süleymaniye-Erbet Havaalanı’nda 3 peşmergenin öldüğü SİHA saldırısı Türkiye karşıtlığını yeniden körükledi. Türkiye’nin Ankara saldırısına yaptığı misillemeler üzerine Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşit “İran’la olduğu gibi Türkiye ile de sorunları çözmek için bir anlaşmaya varmak istiyoruz" dedi. Bağdat’taki kaynaklara bakılırsa, Türkiye şimdiye dek ortak çözüm tekliflerini ciddiye almadı. Peki İran’la yapılan neydi? İki ülke arasında imzalanan güvenlik anlaşmasının ardından 19 Eylül itibariyle İranlı Kürt partiler bulundukları kamp ve merkezlerden çıkartıldı. Ayrıca sınırlara 3 bin kadar muhafız yerleştirildi. İran taleplerini askeri harekât düzenleme tehdidiyle tahkim etmişti. İran modeli Türkiye için çalışır mı? Ankara açısından ne merkezi güçler ne de Peşmerge sınırları kontrol edebilecek durumda. Türkiye “Ben kendi göbeğimi kendim keserim” diyor. Fakat dağlık bölgeleri, vadileri ve sınırdaki geçişleri kontrol altına almak da kolay değil. Öyle olsaydı Türkiye 30 yılda yürüttüğü yüzlerce operasyonla bunu yapabilirdi. Son birkaç yılın operasyon mimarisi SİHA teknolojisinin getirdiği üstünlüğe dayanıyor. Bunun sonuç getireceği yönünde beklentiler yükseltildi. Netice hedefin hala uzağında.
Ayrıca PKK’nin örgütlülüğü, askeri kapasitesi ve savaş deneyimi İranlı KDP, Komele ve PAK ile kıyaslanamaz. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin İranlı partiler üzerinde olduğu gibi PKK’yi etkileme ve sınırlama kapasitesi de yok.
Başka bir zorluk; PKK’nin etkinlik alanları dağ silsilelerinin ötesinde Kerkük, Mahmur ve Şengal’e uzanan hatlarda genişledi. Türkiye’nin artan operasyonları PKK’yi şehirlere iterken IŞİD’in yarattığı çöküş de örgüte etkinlik alanları açtı. Ankara bir taraftan Musul’a bağlı Şengal’i diğer taraftan Süleymaniye’yi ‘sorun’ olarak işaretliyor. Kerkük için de antenler kalkmış durumda. İşaret edilen koordinatlar esasen bütün bir Kürdistan’ı hedefe koyuyor.
Ekranlarda kara harekâtına dair müjde verenler ya geçmişteki hamlelerin sonuçlarını unutuyorlar ya da fiziki coğrafyanın, üzerinde ahkam kestikleri haritadan farklı olduğunu bilmiyorlar.
Bir şey daha; İran’ın Bağdat üzerindeki yaptırım gücü hiç olmadığı kadar arttı. İran sadece Irak ve Suriye değil Zengezur Koridoru bağlamında Kafkasya’da da Türkiye ile kavgaya girerken Bağdat üzerinden PKK’ye karşı baskı üretilmesini engelleyebilir. İran destekli Haşd el Şaabi güçlerinin Şengal’de PKK ilintili Şengal Direniş Güçleri ile güç birliği yaptığını hatırlayalım. Türkiye’nin ticaret ve güvenlik koridoru projesiyle Ovaköy’den Musul’a inme planları, İran’ın Süleymaniye-Kerkük-Musul eksenindeki hesaplarıyla çatışıyor. İran ülke içinde Kürt direncini kırmaya çalışırken ya da Suriye’de ABD-SDG ortaklığını hedef alırken PKK’ye diş bileyebilir ama ikili oynayabileceği manevra alanlarını da kapatmaz.
Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni zayıflatacak şekilde askeri stratejiyi genişletmesi ABD’nin çıkarlarına da ters. Kürdistan, ABD’nin Irak siyasetindeki ana kolonlarından birini oluşturuyor.
Erdoğan bir taraftan da ulaşım koridorlarına çok önem veriyor. Basra’yı Türkiye’ye bağlayacak koridor bunlardan biri. Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani önceki gün epey zamandır gündemde olan Kalkınma Yolu Projesi’nin başladığını duyurdu. Koridor çatışmadan uzak bölgelerden geçerse yol verir. İstikrarsız yol yol değildir. Kalıcı güvenlik ve istikrar savaşla değil barışla inşa edilebilir. Güvenli bölge denilen şey tamamen ateş gücüne dayanır. Erdoğan savaş alanlarını genişleten bir stratejiyle kendi koridor rüyasına kâbus perdeleri yazıyor vesselam.
Gazete Duvar / 05.10.23