Gözlerden kaçmış olabilir, geçen haftanın en önemli gelişmelerinden birisi ABD’nin Suudi Arabistan’a nükleer teknoloji satma planının ortaya çıkmasıydı. İddianın sahibi New York Times gazetesiydi. Gazete ABD’nin Suudi Arabistan’a nükleer silah yapımında kullanılabilecek nükleer reaktör satma planının olduğunu öne sürdü. Damat Jared Kushner’in Riyad ziyaretinde veliaht prens Muhammed Bin Selman (MbS) ile bunun pazarlığına giriştiği iddia edildi.
Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programına karşı savaş çanları çalan Trump’ın Suudilere nükleer silahlanma konusunda yardım ediyor olabileceğinin ifade edildiği haberde kırk nükleer santral kurulacağı iddia edildi. New York Times geçen yıl da tam da bu vakitler benzer bir iddiayı ortaya atmıştı. Suudilerin nükleer silah emelleriyle ilgili kaleme alınan makalede, Washington’un nükleer güç sahibi olmak isteyen Suudi monarşisine yardımı irdeleniyordu.
Wikileaks’teki nükleer pazarlık
Suudi Arabistan’ın nükleer isteği yeni değil. Öyle ki bu durum 2011’de açıklanan Wikileaks belgelerine de yansımıştı. Dönemin Suudi Kralı Abdullah’ın ABD’li yetkililerle yaptığı nükleer pazarlık kayırlara geçmişti. Kral Abdullah, “İran nükleer silah elde aşamasına gelirse Ortadoğu’daki herkes atom bombası peşinde koşacaktır. Suudi Arabistan da buna dahil” sözleriyle ABD’li yetkilileri ikna çabaları belgelere yansımıştı.
Suudi yönetimi her seferinde nükleer güç olma taleplerini açık açık dillendiriyor. İlk işaretler geçen mart ayında verilmişti. Veliaht Prens Muhammed Bin Selman (MbS) 80 milyar dolarlık 16 nükleer santral ihalesi için ABD, Fransa ve İngiltere’nin kapısını çalmıştı. ABD’den nükleer silah geliştirmeden kullanılabilecek uranyum zenginleştirme dâhil nükleer santral teknolojisi istemişti.
Trump ile sıkı bir pazarlığa girişilmiş durumda. Nükleer araştırma merkezinin temeli de geçen yıl MbS tarafından atılmıştı. Nükleer reaktör tek başına yetmiyor. Uranyum zenginleştirme teknolojisinin de verilmesi için bastırıyorlar.
Uranyum zenginleştirme heveslerinin arka planında nükleer caydırıcı güce sahip olma hevesi var. Suudiler, nükleer silah hedefine ulaşırsa İran ile baş etmemiz mümkün değil, bu nedenle mutlak suretle bizim de bu güce erişmemiz gerekiyor argümanını ortaya atıyorlar.
Bölgesel bir güç olabilmek için gizlide gizliye bir nükleer program peşinde koşturuyor. İsrail de İran’a karşı desteklediği Suudi Arabistan’ın nükleer teknolojiye sahip olmasına karşı çıkmıyor. Tel Aviv, S.Arabistan’dan sadece uranyum zenginleştirme faaliyetine girmemesini istiyor. Bu konuda sıkı taahhütler alındı.
Suudiler nükleer sahibi olursa ne olur?
İran’ı nükleer silah elde edecek gerekçesiyle hedef alan ABD’nin Suudileri nükleer güç sahibi yapmak istemesi, bölgesel denklemde önemli kırılmalara yol açabilecek bir adım. ABD emperyalizminin ayrıcalıklı jandarması Suudilerin nükleere kavuşması, İran’ın nükleer hamlelerini daha da tetikleyecektir. Bu da Ortadoğu gibi dar bir alanda üç ülkenin; İran, İsrail ve Suudi Arabistan’ın nükleer sahibi olması demek. BAE, Katar ve BAE ile Mısır’ın da nükleer sevdası düşünüldüğünde Ortadoğu’daki nükleer tehlikenin büyüklüğünü gösteriyor.
Ortadoğu’da başat güç olmaya çalışan Suudi Arabistan, İran ile bölgesel bir rekabet halinde. İran ile girişilen nüfuz savaşında bölgedeki ülkeleri istikrarsızlaştırmak pahasına vekalet savaşlarına sponsor oluyor. Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan gibi ülkelerde kendilerine yakın grupları destekleyerek iç karışıklık çıkarmakta, hali hazırdaki kırılganlıkları ise daha da derinleştirmekte. Tüm bir Ortadoğu haritasına bakıldığında Suudi Arabistan’ın İran ile giriştiği bu kavganın etkilerini görmek mümkün. Suudi monarşisinin bu hamleleri elbette ki ABD’nin küresel yönelimlerinden bağımsız değil. İsrail ile birlikte İran’ın nükleer programına en sert tepkiyi Suudilerin vermesi bölgesel güç mücadelesinin bir nedeni. Bölgesel ve küresle denklemler düşünüldüğünde ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki zengin petrol taşeronu Suudi Monarşisini nükleere kavuşturması olmayacak şey değil.
BirGün / 05.03.19