Yeni bir yılın ilk günlerindeyiz. Önceki yılı kederli bir yazıyla bitirmiştim. O keder ince bir sızı olarak yüreğimdeki pek çok sızının yanı başına yerleşti. Yüreğimi ve içindeki sızıları hissetmeye devam edeceğim. O sızıların arasında gördükleri şiddet nedeniyle başvuranların paylaştıkları nice öykü, aktardıkları sızıları da var. Zamanında dinlediğim öyküleri canlandırarak eğitimlerde kullandığım, o şiddeti deneyimlemiş insanların ruhlarında kalmış izleri yansıtmaya çalıştığım da olur. Tanıklık eden olarak yaşayanın yükünü tümüyle aktarabilmek mümkün olmasa da yaşadığım bir örneği paylaşmak isterim.
İsrail’de insan hakları savunucusu sağlık çalışanları ile yaptığımız bir eğitimde çıplak arama işkencesinin etkilerini yansıtmaya çalışmış, işkence gören olarak öykümü dinleyen bir canım meslektaşım, sonrasında en yakın dostlarımdan olan nöroloji uzmanı ile bir örnek görüşme yapmıştık. Öyküyü aktarırken birden kendimi o olayın içinde bulmuş ve etkilenmenin fazla geldiğini hissederek zorlayıp kendimi görüşme uygulamasının dışına çıkarmıştım. Çevremizde izleyen meslektaşlarımın gözlerinde çıplak arama işkencesinin ağırlığı vardı. Bir adli tıp uzmanı olarak paylaştığım o irkiltici bedensel yaralanma fotoğraflarını tartışırken, birden kendilerini benzer bir rahatsızlık hissiyle baş başa bulmuşlardı.
Geçen yılın son haftalarında bir grup kadının gözaltında çıplak arama işkencesi gördükleri ve bu işkencenin boyutlarıyla ilgili tartışmalar yaşandığını biliyoruz. Sevgili meslektaşım, İnsan Hakları Savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun gündeme taşıdığı bu işkence adet olduğu üzere hemen yetkililerce yalanlandı. Beklendiği üzere meslektaşıma da “terörist” etiketi yapıştırıldı.
Devlet yetkililerinin her türlü yalanlamasına karşı Türk Tabipleri Birliği, İnsan Hakları Kolu, İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak kurumlarımıza yapılan başvuruları çıkaralım, böyle bir uygulamanın asla olmadığını iddia edenlerle somut verileri paylaşalım dedik biz de. Nasıl olsa bizim etiketler de epeydir üzerimizde duruyor, kullanışlı yayın organlarında da en yakışıklı fotoğraflarımızla manşete taşınıyor, bu da eksik kalmasın.
İHD Dokümantasyon Merkezi tarafından tespit edilebildiği kadarıyla 2020 yılının ilk 11 ayında Türkiye hapishanelerinde çıplak aramaya direndiği için fiziksel şiddete maruz kaldığı veya çıplak aramaya zorla maruz bırakıldığı iddia edilen kişi sayısının en az 167 olduğunu gördük. TİHV’ye başvuran kişilerin aktardığı bilgilerden “Çıplak arama ve iç beden muayenesinin” son on yılda hem gözaltı hem de hapishanelerde bir işkence yöntemi olarak yeniden yaygınlaştığını fark ettik verilere bakınca. TİHV’ye yapılan başvuruların, ülke çapında işkence ve diğer kötü muamele fiillerine maruz kalanların çok az bir bölümünü kapsadığı ve cinsel şiddet anlamına gelen fillerin daha zor aktarıldığı/paylaşıldığı dikkate alındığında durumun ağırlığı da ortadaydı. TİHV’ye 2010 ile 2019 yılları arasında başvuran toplam 241 kişi gözaltında çıplak arama/soyma uygulamasına maruz kaldığını belirtmiş, ayrıca bu kişilerden 28’i vücut boşluklarında da arama yapıldığını ifade etmişlerdi.
E, dururlar mı, bu açıklamanın ardından hemen hekimlerin bu konuyla nasıl bir ilişkisi olduğunu da sorgulamaya başladı yandaşlar. Onu da açıklayayım yerim bitmeden. Öncelikle bu çıplak arama işkencesinde hekimleri kullanma girişimlerinin varlığından haberdar olmalı meslektaşlarımız. Böyle bir dayatmaya boyun eğmemeliler. Bu işkencenin tıbbi sonuçlarını da bilmeleri gerekiyor, dolayısıyla öyküsüyle, etkisiyle belgelemeleri gerekiyor. Kişilerin etkilenmeleri nedeniyle kolayca bu işkenceyi paylaşamayacaklarını akıllarında bulundurarak görüşmeyi yapılandırmalı, muayene için soyacaklarında da yeniden bir örselenmeye yol açmamaya özen göstermeliler. İşkencelerin sürmesinde en önemli etkenlerden biri olan cezasızlıkta belgelemenin eksikliğinin de payı olduğunu unutmadan.
Sızılarınızdan öğrendiğiniz bir yıl olsun.
Evrensel / 04.01.21