Türk Tabipleri Birliği olarak tüm emek ve meslek örgütleri ile ortaklaştırmaya çalıştığımız yeni bir eylem sürecine girdik. “Emek Bizim Söz Bizim” diyerek “5 dakikada sağlık olmaz” sözüyle sağlığı toplumsallaştırma, haklarımız için yollara düşme ve Beyaz Yürüyüşten Beyaz Mitinge uzanan bir mücadele sonucunda Sağlık Bakanı beyazımızı alıp “beyaz reform” demek zorunda kaldı. Değiştiriyormuş gibi göründükleri sağlık sisteminde sadece performans ile kışkırtılmış sağlık talebine payanda kıldığı sistemi “teşvik” diyerek rötuşlamanın ötesine geçmediği ak reformun çare olması bir yana, yoksulluğun derinleştiği, kışkırttıkları talebi karşılamaktan uzak bu sistem içinde hekimi, sağlık üretmeye çabalayan tüm bileşenleri toplumla karşı karşıya getirmenin yeni yollarını döşediler.
Yükselen öfkenin şiddete evrildiği, işlemeyen adaletin insanların elleriyle yerine getirilmesi yanılsaması ile silahı alanın birbirini öldürdüğü bir memleketin temelden yoksun yeniden inşasının orta yerindeyiz. Yıllardır yasa önerileri hazırlayıp meclise iletirken, geçen sene silahlarla ilgili yasada adliyelere girilemediği gibi silahla sağlık kurumlarına da girilememesi için bir öneri sunmuştuk meslektaşımız vekiller eliyle. Yalnızca bir hafta sonra bir meslektaşımız, Ekrem Karakaya tabanca ile öldürüldü görevi başında. O zamandan bu zamana her yerde şiddet hızla artarken, sağlık kurumları da başı çekiyor ne yazık ki.
Son bir haftadır Ege bölgesindeki tabip odalarımız ve sendikaların da katılımı ile sağlık kurumlarında meslektaşlarımızla, çalışma arkadaşlarımızla buluştuk, yanlarında olduğumuzu hatırlattık. Sağlık hizmeti almaya gelenlerle sohbetler ettik. Bir meslektaşımızla birkaç dakika konuşmamızın ardından, odadan çıkıp hastalardan birkaç dakikalarını aldığımız için özür dilemek istediğimde, birden iki kişi bana bağırmaya, bir başkası ise Eris varyantının bizde de görüldüğü bilgisi tam da o gün Sağlık Bakanı tarafından itiraf edilmişken, maskeli olduğum için bağırarak “plandemi” diye tekrar tekrar maskemi çıkartmamı söylemeye başladı. Bir anda garip bir şiddet yükü hastane koridoruna salındı ancak beklemekte olan diğer hastalar bu bağırmalara karşı birleşip, bize teşekkür ettiler de ortam sakinleşti. Bu arada meslektaşımız çıkıp, yanımızda yer aldı. Çalışma arkadaşlarımız güvenlik emekçileri bir anda beliriverdi. Dayanışma şiddeti yendi.
Biz bir aile sağlığı merkezine ulaştığımızda ise bir başka şehirde, meslektaşımızın saçından tutulup yerlerde sürüklendiğini, tekmelendiğini ve düşük tehdidi ile karşı karşıya olduğu haberini aldık. Hemen aradık, yanına gidildi ve dayanışma ile yükselen bu şiddetin açtığı yaralar onarılmaya çalışıldı. O hastanede sağlık hizmeti durduruldu o gün.
Bu yaralar birer birer meslektaşlarımızı, çalışma arkadaşlarımızı özveriyle bu kaotik ortamın içinde sağlık üretme çabasından uzaklaştırıyor. Kaybeden hepimiz oluyoruz. Şiddet varsa hizmet yok diyor meslektaşlarımız haklı olarak.
Mafya çetelerinin memlekette cirit attığı, uluslararası hesaplaşmaların yapıldığı bir memleket inşa edenler, şiddetin topluma da dalga dalga yayıldığını fark etmiyor değiller elbette. Yükselen şiddet bizi insan olmaktan çıkarmaya, hak öznesi olmanın dışına atıp kendimizi değersiz görmeye doğru sürüklüyor. Değersizleşme değer kaybı ile el ele tutuşup sömürüye, baskıya boyun eğmenin aracına dönüştürülüyor. Haklarımız için sesimizi çıkarmaktan, yan yana gelmekten çekinir hale geliyoruz. Kapatıldığımız poliklinik odalarında yalnızlığın sesi yankılanıyor bizi sağırlaştırarak. Birbirimize kulak vermeli, dayanışmayı büyütmeli, yoksa bu temelsiz yeniden inşanın enkazı altında kalmamız yakındır.
Evrensel / 18.09.23