Salgının en sert vurduğu ülkelerden Hindistan’da halk kan ağlıyor. Hastanelerde yer kalmadı, oksijen tüpü bulunamıyor. Kovidli hastalar evlere gönderiliyor ya da sokak ortasında boğularak can veriyorlar. Dünyanın ucuz emek deposu Hindistan’da ölenler hep yoksullar. Hastalığın çaresi var, aşı. Ama ilaç tekelleri formülü açıklamıyor, dermanı yoksul halklardan esirgiyorlar. İşçileri sömürerek ayakta duran, sağlık dahil her şeye para gözüyle bakan kapitalizm ne kadar barbar bir düzen olduğunu bir kez daha gösterdi.
Pandemi sadece Hindistan’da değil tüm dünyada işçi sınıfı ve yoksul halkların yaşadığı bir kabus haline geldi. Salgını sermaye rekabetinde fırsata çevirmek isteyen kapitalist tekeller, göz kırpmadan işçileri çarklara sürdüler. Böylece virüs her gün ve her gece fabrikalardan güç toplayıp işçi mahallelerine saldırıyor.
Bu arada dolar milyarderlerinin sayısı arttı, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum derinleşti. Pandemi fırsatçılığı işçileri sömürmede patronlara yeni teknikler de armağan etti. “Evden çalıştırma”, “Daha az işçiyle daha çok üretim”, “Sağlık kontrolü adı altında işçilere çip takma”, “Yemek ve yol parasının kaldırılması, dinlenme zamanının kısıtlanması”, “Haftalık çalışma saati ve ücretlerin belirsiz hale gelmesi”, “Kod 29 ile işçileri tazminatsız kapı önüne koyma”, “Sağlık emekçilerinin alkışlanarak güvencesiz çalışmaya itilmesi” bunlardan sadece bazıları. Korona günleri esnek ve güvencesiz çalışma günleri oldu.
Özünde ücretli kölelik düzeni olan kapitalizm sadece tek tek ülkelerde değil tüm dünyada işçilere saldırıyor. Pandemi hali bu durumu değiştirmiyor. Üstelik, uluslararası işçi sınıfına ve onun kazanılmış haklarına yönelik merkezi, koordineli ve sistematik bir saldırı söz konusu. Her şey toplumsal üretimin ortaya çıkardığı değerleri bir avuç sömürücü sınıfın özel mülkiyeti haline getirmek için! Yoksa el konan bu milyar dolarlarla (örneğin bir işçi emekçi iktidarında) salgını kısa sürede kontrol altına almak, milyarlarca insanı kısa sürede aşılamak, hasta ve aç bedenleri doyurmak, pandemi karşısında zafer kazanmak, çocuklarımıza ve gençlere maskesiz bir hayat bırakmak o kadar da zor değil.
1 Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’dür. 1 Mayıs aynı zamanda sınıfa karşı sınıf tutumunu temsil eder. Tek tek fabrikalardaki mücadeleleri önce ülke, sonra dünya ölçeğinde birleştirerek her yıl işçilerde sınıf bilincinin tazelenmesine vesile olur. Zira her işçi, Hindistan’dan Türkiye’ye kadar, aslında ahtapotun kolları gibi saldıran kapitalist-emperyalizme karşı uluslararası işçi sınıfının bir parçasıdır. (Dünya üzerinde çalışan 164 milyon göçmen işçiyle birlikte Türkiye’de çalışan 2 milyon mülteci işçi de aynı şekilde uluslararası işçi sınıfının bir parçasıdır.)
Böyle olduğu içindir ki 1 Mayıs patronların ve sermaye iktidarlarının korkulu rüyasıdır. 1 Mayıs yasakları, içi boşaltılmış bayram ya da karnavallar da bunun için icat edilmiştir.
Bu kadar sıkıntılı bir süreçte tam da Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkın gücünü göstereceği 1 Mayıs, pandemi bahanesiyle yasaklanmak isteniyor. Tarikat liderlerinin cenazesine bakanlarla birlikte binlerce insan katılırken, AKP kongreleri tıka basa salonlarda yapılırken; yasak 1 Mayıs’a ve işçilere uygulanıyor. Su katılmamış bir sermaye hükümeti olan AKP’den de aksi beklenmezdi zaten.
Peki, bu durumda işçiler, emekçiler, sendikalar ne yapacak?
Türkiye işçi sınıfının bugün en büyük zaafı sendikal bürokrasiyi aşacak bir mücadeleyi henüz ortaya koyamamasıdır. Karar alıcılar sendikaların başına çöreklenmiş bürokratlar olunca bu yasaklar iklimini fiilen aşacak bir işçi iradesi de gerektiği güçte ortaya çıkamıyor.
Bakın, Türk-İş yöneticileri geçen yılki 1 Mayıs bildirisinde ne demişti:
“Bu savaşın (pandemiye karşı mücadelenin) ön cephesinde yer alan sağlık emekçileri ve dünyanın hâlâ işler durumda kalmasını sağlayan diğer tüm iş kollarındaki emekçileri yer alıyor. Ön cephedeki savaşın kazanılması, geri cephedeki önlemlere de güçlü bir şekilde bağlıdır… Sendikalar, emek örgütleri, aralarındaki ayrılıklardan kurtulup bir araya gelmek zorundadır. Önümüzdeki yıl hep birlikte 1 Mayıs’ı alanlarda kutlamalı, işçinin taleplerini bir ağızdan seslendirmeliyiz. Emeğin hak ve çıkarlarını birlikte koruyup geliştirmeliyiz.”
E ne oldu peki? Aradan 1 yıl geçti ve Türk-İş yine topu taca attı. Ortada ne miting ne de diğer sendikalarla ortak kutlama kararı var!
Bir de Hak-İş’e bakalım. Hükümete yakınlığı ile bilinen Hak-İş sitesinde KÇÖ süresini uzattığı için Erdoğan hükümetine şükranlarını sunmakla meşgul. Üstelik yanlarına patron örgütü TOBB’yi alarak! 1 Mayıs içinse şunu söylüyorlar: “Hak-İş Konfederasyonu, her yıl farklı bir ilde üyelerimizle bir araya gelerek, en coşkulu şekilde 1 Mayısları kutlama geleneği oluşturmuştur. Bu zor günler bittiğinde, binlerce emekçi kardeşimizle daha önce Karabük, Kayseri, Konya, Sakarya, Erzurum, Adana, Şanlıurfa gibi birçok ilde gerçekleştirdiğimiz coşkulu kutlamalara yenilerini eklemeyi, alanlarda en coşkulu şekilde buluşmayı özlemle bekliyoruz.”
“Bu zor günler bittiğinde” ne demek? Zaten ne oluyorsa bu zorlu pandemi günlerinde olmuyor mu! İşçiler salgında kırılırken, yüz binlercesi işten atılırken, halk ekmek kuyrukları uzayıp giderken Hak-İş yöneticileri, her yıl işçileri büyük kentlerden kaçırarak yaptıkları göstermelik bir mitingi bile artık işçilere çok görüyorlar.
Türk-İş ve Hak-İş bürokrasisiyle aynı yerde olmamakla birlikte DİSK de sürece uygun, engelleri aşacak, ortak mücadele hattını örecek bir 1 Mayıs platformunu ortaya koyabilmiş değil. Konfederasyon ayrımı yapmadan işçileri aşağıda birleştiren ısrarcı tutum yerine uzunca süre “Taksim tartışmalarıyla” oyalanmak 2021 1 Mayıs platformunu darlaştırdı, zaman kaybına neden oldu.
Şimdi önümüzde 1 hafta var. Emek haftası, 1 Mayıs haftası başladı. Bütün zorluklara rağmen onlarca sendika şubesi, yüzlerce işyeri 1 Mayıs’ı kutlayacağını açıkladı. İşyerlerinde ortaya çıkacak irade 2020 1 Mayıs’ından geri kalacak görünmüyor.
12 Eylül karanlığını yırtan Netaş grevi, 89-90 bahar eylemleri, Zonguldak madenci yürüyüşü, 5 Nisan kararlarına karşı sokakları inleten işçi mitingleri, sermaye hükümetlerine dur diyen grevler ve gösteriler; aynı zamanda 1 Mayıs zincirlerini de kıran hak ve özgürlüklerin önünü açmıştı.
Toplumun asıl değiştirici gücü olan işçi sınıfı sahneye çıktığında, eller şaltere uzandığında hem ülkemiz hem de dünyamız rahat bir nefes alacak. O yüzden çarkların döndüğü yerler başta olmak üzere hafta boyunca her yer 1 Mayıs alanı olmalı. 1 Mayıs günü olan cumartesi günü ise fabrika ve işyeri kutlamaları yaygın gerçekleşmeli.
Bütün işçilerin, halkın ve okurlarımızın 1 Mayıs’ını kutluyorum.
Evrensel / 26.04.21