Suç örgütü lideri Sedat Peker’in Suriye’ye silah sevkiyatına ve sınırda dönen ticarete dair ifşaatları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a uzandığı iddia edilen ilişkiler ağına bir nebze ışık tutuyor. Ancak Peker’in anlattıkları devasa bir yapbozun birkaç parçasından öteye geçmiyor. İktidar içindeki klik kavgasından ötürü yurtdışına çıktıktan sonra video serisiyle eski dostlarıyla hesaplaşan Peker, 20 Kasım 2015’te Suriye’de Türkmen gruplara gönderdiği çelik yelek ve dürbün gibi malzemelerden oluşan yardımdan bahsederken silah sevkiyatına da değindi. Peker kendi yardım konvoyuna ilave edilen araçların SADAT tarafından organize edildiğini, bunların silahlarla dolu olduğunu fakat kargonun Bayırbucak Türkmenleri değil Nusra Cephesi’ne gittiğini öne sürdü.
SADAT, bir dönem Erdoğan’ın başdanışmanlığını yapan emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi tarafından 2012’de Suriye’deki isyan sürecinin silahlandırıldığı kritik süreçte kurulmuş bir özel harp şirketi. SADAT, Peker’in iddiasını iftira olarak niteledi.
Peker ayrıca petrol, çay, şeker, alüminyum, bakır, ikinci el araba ticaretinin döndüğü çarkla ilgili de bir şema çizdi. İddiaya göre milyonlarca dolarlık bu ticaretin onay makamı Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı. Onun uygun gördüğü kişiler işadamı Murat Sancak ve Ramazan Öztürk’e yönlendiriliyor. Bu çarkın Suriye tarafındaki muhatabı ise Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) iktisat sorumlusu Ebu Abdurrahman (Ebu Şeyma). Suriyeli muhalif kaynaklar HTŞ denetimindeki bölgeye Türkiye’den sokulan petrolün tedarikçisinin MT Grup olduğunu öne sürmüştü. MT Grubu’nun sahibi Murat Sancak, Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’la koordineli çalışıyor. Ramazan Öztürk ise Libya ve Suriye’de kullanılan Kirpi araçlarının üreticisi BMC Yönetim Kurulu Üyesi Talip Öztürk’ün oğlu. Sancak suçlamaları “Suriye’de bir kibrit çöpü ticaretim olmadı” diyerek reddetti.
Peker, Saray’la bağlantılı kişilere işaret ederek bu kavgada kendi lehine adım atmasını istediği Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalışıyor. Peker bunu yaparken özellikle silah sevkiyatında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Jandarma ve Genelkurmay’ın rolü ve sorumluluğunu örtüyor. Uluslararası hukuk çalıştığını ve devleti sıkıntıya sokacak bilgiler paylaşmadığını vurgulayan Peker’in hedefe koyduğu kişilerle ilgili seçiciliği onun devleti koruma refleksiyle uyumlu görünüyor.
Eski Dışişleri Bakanı ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu 2014’te ele geçirilen MİT TIR’larıyla ilgili olarak mühimmatın Türkmenlere gönderildiğini, terör örgütlerinin silahlandırılmasının söz konusu olamayacağını, kendi döneminde Peker’in aktivitesi olmadığını ve sözünü ettiği ilişkiler ağının daha sonraki dönemde geliştiğini savundu.
Bunun üzerine Peker Twitter hesabından “Sayın Davutoğlu’nun söylediği çok doğru. Videoda da söylediğim gibi, benim üzerimden giden silahlar SADAT tarafından organize edildi. Genelkurmayın ve MİT’in bu organizasyonda bir dahilliği yoktur” açıklamasını yaptı. Yalnız Peker şov eşliğinde yardım konvoyunu Suriye’ye sokarken başbakanlık koltuğunda oturan kişi Davutoğlu idi. 2013-2014’te silah dolu TIR’lar yakalandığında da Davutoğlu Dışişleri koltuğundaydı. Hükümete göre silahlar Türkmenlere gidiyordu. Ama Türkmen temsilciler kendilerine ulaşan herhangi bir yardım olmadığını söylüyordu.
Peker’e gelinceye kadar Türkiye daha büyük skandallara tanıklık etti. 7 Kasım 2013’te Adana’da uyuşturucu taşıdığı ihbarı üzerine durdurulan TIR’da 931 havan-roket kapsülü ve 10 rampa bulunmuştu. Konya ve Adana’da üretilen bu silahların Nusra ve diğer İslamcı örgütlere gittiği öğrenilmişti. Araçtaki iki kişi savcıya verdikleri ifadelerinde bu sevkiyatı devlet adına yaptıklarını, 6 Ekim ve 26 Ekim 2013’te aynı araçla Hatay-Bükülmez’deki sınır karakoluna mühimmat yığdıklarını, bu sevkiyatın arkasında da Suriyeli Türkmen Heysem Topalca’nın olduğunu söylemişti. Türk istihbaratı ile çalıştığı düşünülen Topalca bir kara kutu olarak gizemli bir trafik kazasında öldü.
1 Ocak 2014’te Hatay’da savcılık talimatıyla jandarma tarafından durdurulan silah yüklü TIR “devlet sırrı” denilerek arattırılmadı. TIR’ı aramak için ısrar eden Adana Savcısı Özcan Şişman MİT görevlileri tarafından tehdit edildi. Savcı daha sonra Gaziantep’e sürüldü. 19 Ocak 2014’te ihbar üzerine Adana’da üç TIR durduruldu. Kontrol edilen altı çelik kasada 45-55 civarında roket mermisi, 30-40 sandık mühimmat, beş-altı Doçka uçaksavar tespit edildi. TIR’ları durduran asker ve savcılar casusluk suçlamasıyla ağır hapis cezalarına çarptırıldı.
Suriye krizinde silah sevkiyatıyla ilgili birkaç önemli hattan bahsedilebilir.
Türkiye’den sokulan silahlar ilk olarak kendisini 3-6 Haziran 2011’de Cisr el Şuğur olayları sırasında ele vermişti. 123 güvenlik görevlisinin öldürüldüğü olayların ardından bölgeye giden gazeteciler Türkiye’nin Makine Kimya Endüstrisi’ne (MKE) ait mermi kovanları bulduklarını aktarmıştı. Bu haberi geçen Anadolu Ajansı’nın Şam muhabiri Hediye Levent’in işine son verilmişti. Suriye krizinin ilk döneminde sınır kapıları hâlâ Suriye yönetiminin denetimindeyken geçişler Hatay’da Güveççi, Bükülmez ve Kuşaklı’da kaçakçıların kullandığı yollardan yapılıyordu. Türkiye’de Hatay-Reyhanlı’daki Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) tesislerinde eğitilip donatılan muhalifler otobüslerle Kuşaklı ve Bükülmez’den Suriye’ye sokuluyordu. Özellikle Atme’nin karşısında sınırın dibine konuşlandırılmış Bükülmez Karakolu’nun önündeki gayri resmi güzergâh silah sevkiyatında kullanılıyordu. Bölgedeki görgü tanıklarının anlattıkları MİT TIR’ları davasında mahkeme kayıtlarına da girdi.
2012 yazından itibaren Bab el Heva ve Bab el Selame kapıları Suriye hükümetinin kontrolünden çıkınca silah akışında güzergâh çeşitlendi. Daha önce Suriye’deki grupları silahlandırdıkları suçlamasını zinhar kabul etmeyen hükümet, MİT TIR’larında görüntülenen ve kayda geçirilen kargodan sonra “Silahlar Türkmenlere gidiyor” izahatına sarıldı. Türkmen gerekçesi Suriye’ye müdahaleyi sorgulayan muhalefetin itirazlarını geriletmek için kullanışlı bir karttı.
ABD’nin İslam Devleti’ne karşı Halk Koruma Birlikleri’ne (YPG) yardıma başladığı Ekim 2014’ten itibaren Ankara Suriye siyasetini “Kürt kemeri” tehlikesini bertaraf etme amacıyla yeniden kurguladı. Bu, iç kamuoyunu manipüle etmek için işlevsel bir gerekçeydi. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 7 Haziran 2015 seçimlerinde meclis çoğunluğunu kaybedince barış sürecini çöpe atıp Kürtleri terörize eden bir siyasetle 1 Kasım 2015’i yenilenen seçimi kazandı. Bu süreçte YPG de içeride tüketilen en temel “korku” öznesiydi. Artık Suriye’ye sokulan silahlar doğrudan terörle mücadele parantezine alındığı için itiraz eden olmayacaktı. Suriye’ye silah akışında 2016’da durum tamamen değişti. Artık Türk ordusu Fırat Kalkanı Harekâtı ile sahaya intikal etmiş ve silah sevkiyatı devletin resmi araçlarıyla yapılır hâle gelmişti. İktidar Fırat Kalkanı’ndan sonra geliştirdiği diğer üç askeri operasyona da Halkların Demokratik Partisi (HDP) dışında muhalefetten destek gördüğü için silahlı süreç tartışma meselesi olmaktan çıktı.
Şimdi Peker’in bütün bir trafik içinde kırıntı sayılabilecek ifşaatı tartışılıyor, karşı demeçler veriliyor.
New York Times 24 Mart 2013’te CIA’in Hırvatistan’dan topladığı, Suudilerin parasını ödediği, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Türkiye’nin transferde rol aldığı ve bir Amerikalı yetkilinin “silah şelalesine” benzettiği sevkiyatın röntgenini çektiğinde Türk kamuoyu çok heyecanlanmamıştı.
2012’de muhaliflerin eğitilmesi ve donatılması süreçlerinde Gaziantep ve Hatay’da gizli merkezler, İstanbul’da CIA ve MİT’in yer aldığı koordinasyon merkezi kurulmuştu.
2012’de Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan uçaklarıyla çoğu Türkiye’ye olmak üzere en az 160 uçuş gerçekleştirilmişti. Hırvat gazetesi Jutarnji List’e göre Kasım 2012-Şubat 2013 arasında Zagreb (Pleso) Uluslararası Havaalanı’ndan Suriye’deki gruplara 75 uçak seferiyle 3 bin ton silah taşınmıştı. Esenboğa ve Atatürk Havaalanı’na indirilen silahlar kamyonlarla Hatay sınırından Suriye’ye gönderiliyordu. Bu büyük bir organizasyondu.
Sevkiyatın geldiği bir diğer adres Libya idi. Bu trafikte açığa çıkan iki olay var: 27 Nisan 2012’de Lutfullah-II adlı gemi Trablus limanına giderken Beyrut açıklarında yakalanmıştı. Libya’dan hareket ettikten sonra İskenderun limanına da uğrayan gemide otomatik silahlar, 12.7’lik makineli tüfekler, roket fırlatıcılar, 120 mm’lik havan topları, omuzdan tank ve uçaklara fırlatılan roketler bulunmuştu. Diğeri, Al Entisar adlı Libya gemisinin 6 Eylül 2012’de İskenderun Limanı’na indirdiği 400 ton silahtı. Libya’dan transfer ABD’nin Trablus Büyükelçisi Christopher Stevens’ın Bingazi’de öldürüldüğü Eylül 2012’ye kadar 12 ay sürmüştü.
Silahların Nusra Cephesi’nin eline geçtiğine dair sayısız haber belki ABD’nin “Timber Sycamore” adlı gizli programı bitirmesine yetti ama Türkiye bu örgütlerle yoluna devam etti. Cilvegözü’nün karşısında Bab el Heva Kapısı, HTŞ’nin Kurtuluş Hükümeti tarafından işletiliyor. Türk ordusu İdlib’in çeperlerinde kurduğu üslerle HTŞ’ye kalkan olurken sınır ticaretinde de bu örgütü muhatap alıyor. Özetle Peker’in verdiği bilgiler çok değerli ama resmin çok küçük bir parçası.
Al- Monitor / 02.06.21