'Ölüyoruz duyan var mı?': Son 3 yılda 431 sağlık çalışanı intihar etti

Emeğinin, alın terinin hiçleştirildiğini, mesleki olarak itibarsızlaştırıldığını görmek, işsiz bırakılma tehdidi ve şiddet.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 21 Eylül 2021
  • 13:05

2020 yılının mart ayında ilk vakanın resmi olarak ilan edilmesiyle ülkemizde pandemi yönetimi neredeyse 19. Ayını bitirmek üzere. Pandeminin başlamasıyla birlikte 400’ün üzerinde sağlık çalışanı Covid-19 pandemisi nedeniyle yaşamını yitirdi. Türk Tabipler Birliği (TTB) başta olmak üzere sağlık örgütleri ve sağlık çalışanları, Covid-19’un sağlık çalışanları için meslek hastalığı kabul edilmesi için mücadele ediyorlar. Ağır koşullarda çalışan sağlık çalışanları intihar ediyor. Son 3 yılda 431 sağlık çalışanı intihar etti.

Yine sağlık çalışanlarına yönelik şiddet artıyor. Artıgerçek olarak sağlık çalışanlarının yaşadığı tüm bu sorunları sağlık dosyamızın ikinci bölümünde konuşuyoruz.

Sağlık Emekçileri Sendikası Eş Genel Başkanı Selma Atabey: Ölüyoruz duyan var mı?

İlk sözü, Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Eş Genel Başkanı Selma Atabey’e veriyoruz. Atabey, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte sağlık hizmetlerinin toplum yararından daha çok sermayenin tekeline girdiğini, işletme mantığının ön plana çıkmasıyla toplumun sağlık hizmetine erişiminin zorlaştığını, sağlık emekçisinin de kendi mesleğine ve emeğine yabancılaştığını söylüyor.

Atabey, sağlık hizmetinde son 20 yılda göreceli otelcilik konforunun arttığını fakat koruyucu sağlık hizmeti ve diğer hizmetlerin olması gereken kalite ve nitelikte olmadığını belirtiyor. “Halk, parası kadar sağlık hizmeti alabilir duruma getirildi, sağlık emekçilerinin çalışma koşulları ise her geçen gün daha da ağırlaştı; çalışma saatleri ve angaryalar arttı” diyor.

Atabey sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Aynı işi yapıp farklı şekillerde istihdam edilmek, emeğinin, alın terinin hiçleştirildiğini, değersizleştirildiği, mesleki olarak itibarsızlaştırıldığı görmek; işsiz bırakılma tehdidine ve her türlü şiddete maruz kalmak çok can sıkıcı. Liyakatin değil, torpil ile işlerin döndüğü, yer değişikliği için dahi sendikasına bakılıp ona göre işlem yapıldığı, ayrımcı ve ötekileştirici birçok yaklaşımla karşı karşıya kalıyor sağlık çalışanı. Bu kadar olumsuzluğun yanında genelgeler, yönetmenlikler ve yöneticilerin keyfi kararları da işin çabası. Görevi yaşatmak olan sağlık çalışanları, bu koşullarda kendi yaşamlarından vazgeçer hale geliyor.”

Son 3 yılda 431 sağlıkçı intihar etti

Atabey, sağlık emek ve meslek örgütleri olarak sağlıkçı intiharlarının istatistiklerini tutamadıklarını, hangi yaş aralığında, hangi cinsiyette, hangi meslek grubunda gibi verilere ulaşılamadığını söylüyor.

Atabey, “Birkaç akademisyenin ısrarlı çabaları ile toplanan verilere göre 2014 yılında 4 kişi, onun dışında genellikle 10’un üzerinde gözüküyor. Ancak, 2017’de en yüksek değere ulaşmış durumda. 2018 yılında CHP vekilinin verdiği soru önergesine verilen cevapta son 3 yılda 431 sağlıkçının intihar ettiği öğrendiklerini, sonraki yıllarda bakanlığın bir bilgi paylaşımında bulunmadığını” belirtiyor.

Atabey, “Sağlık çalışanlarının intiharlarının nedenlerini bıraktıkları mektup, not ve arkadaşlarının anlatımlarından sonra görüyoruz ve adım adım nasıl ölüme sürüklendiğini görebiliyoruz” diyor.

Atabey sözlerine şöyle devam ediyor:

“Diyarbakır’da; 24 Haziran 2020 ‘de Bedia isimli hemşire arkadaşımız nöbette olduğu sırada, 3 sayfalık bir mektup bırakarak intihar etti. Arkadaşlarının anlatımından; kendisi gibi hemşire olan eşinin de Covid nedeniyle izole olduğu, çocuğunu bırakacak 7/24 hizmet veren bir kreş olmadığı ve çalışma koşullarının izin almasına da imkân vermediği için büyük stres altında olduğunu öğrendik.

Yine İzmir’de 112 ‘de çalışan Can Dursun, rızası alınmadan yeri değiştirildiği ve mobbing uygulandığını için, sosyal medyadaki açık paylaşımlarından sonra intihar etti.

En son bu hafta Şanlıurfa’da yoğun bakımda çalışan Yusuf hemşire, mesai saatleri içinde iken yaşamına son verdi. Psikolojik tedavi gördüğünü söylediği halde yoğun bakımdaki görev yeri değiştirilmiyor. Maalesef bu arkadaşımızda 27 yaşında yaşamını sonlandırıyor.

Güvencesiz koşullarda çalışma ve iş koşullarının Covid’ten kaynaklı daha da ağırlaşması, sağlık emekçisinin tükendikçe tükenmesine yol açıyor.”

Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı Dr. Osman Yüksekyayla: Aşı tereddüdünün nedeni sürecin iyi yönetilememesi

Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı Dr. Osman Yüksekyayla, aşılamada son sırada olduklarını, bunun da birçok sebebi olduğunu söylüyor. Yüksekyayla, Urfa’daki durumun aşı karşıtlığı olmadığını, çünkü Urfa’nın çocukluk çağı aşılanmalarında Türkiye ortalamasının gerisinde olmadığını, dolayısıyla aşı karşıtlığının söz konusu olmadığını belirtiyor.

Yüksekyayla, aşı tereddüdünün ilk nedeninin pandeminin başından beri sürecin şeffaf yürütülmemesi, aşı olmayan bir sürü kişinin Covid geçirdikten sonra aşıya ihtiyaç duymaması, randevu sisteminde yaşanan sorunlardan kaynaklı olduğunu söylüyor.

Yüksekyayla sözlerine şöyle devam ediyor:

“Özellikle ilimizde insanların çoğu Arapça Kürtçe Zazaca gibi dilleri kullanıyor. Kendi dillerinde durumun anlatılmaması aşı oranlarının düşük olmasına yol açıyor.

Bunlar kamu idaresi tarafından giderilmesi gereken sorunlar. Bir de toplum ayağı var ki Urfa eğitim, üniversite sınav başarısı, anne bebek ölümü, mevsimlik tarım işçiliği gibi konuların tamamında son sıralarda yer alan bir il.

Yani birçok konuda geri bırakılmış bir bölge, o yüzden aşı sıralaması da bu sıralamalardan bağımsız ele alınmamalı. Pandemide paylaşılan oranlar haritalar sadece bu eşitsizliği görünür kıldı.”

Yüksekyayla, bu konudaki ikinci nedenin de sosyal medyada aşı ile ilgili ortaya atılan yalanların toplumda karşılık bulması olduğunu söylüyor.

Yüksekyayla, aşının kısırlık yaptığı, aşı yapan bir sürü insanın öldüğü, kalp krizine neden olduğu gibi gerçek dışı yorumların insanlarda aşı tereddüdünü arttırdığını ifade ediyor.

Yüksekyayla, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Son zamanlarda bakanlığın paylaştığı mavi haritanın da insanlar üzerinde olumsuz etkileri olduğunu düşünüyorum. Paylaşılan rakamlar aşısını tamamlamış kişi sayıları değil toplam yapılan doz sayısı aslında. Oysa biz biliyoruz ki toplumsal bağışıklık için çift doz aşısını olmuş olanların oranının yüzde 70’in üstünde olması gerekiyor. Paylaşılan haritalara bakarak insanlar her yer mavi olmasına rağmen vaka ve ölümler artıyor o zaman aşı işe yaramıyor diye düşünüyor. Ama işin aslına, çift doz aşı olmuş kişilere baksak ülkenin aşı haritası kıpkırmızı olmalı aslında..”

Mardin Tabip Odası Başkanı Dr. Volkan Binbaş: Sağlık emekçileri şiddete maruz kalıyor

Mardin Tabip Odası Başkanı Dr. Volkan Binbaş, hekimlere yönelik şiddet konusunun hekim dahil tüm sağlık emekçilerinin karşılaştığı bir sorun olduğunu söylüyor.

Binbaş şöyle konuşuyor: 

“Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı ‘sadece hastalık ve sakatlık durumunun olmayışı değil kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir’’ diye tanımlar.

Yaşamını ancak bir toplum içinde sosyal bir varlık olarak sürdürebilen insanın sosyal yönden iyilik halini bozan durumlar beden sağlığını ve ruh sağlığını etkileyen sonuçlara yol açar. Dolayısıyla bireyin sağlığını etkileyen ve halk sağlığı sorunu olarak tanımlanabilecek her sosyal sorun ister istemez hekimlerin de ilgi alanına girer.

Tek tek bireylerin değil, toplumun sağlığı da tıbbın bundan dolayı çalışma alanlarındadır. Örneğin halk sağlığı uzmanlığı alanı. Herkesin malumu üzerine kapitalist sınıflı toplumlarda yaşıyoruz uzun bir süredir. Yani toplum ekonomi-politik olarak sınıflardan oluşmaktadır. Emekçi sınıflar ve dezavantajlı gruplar ise kapitalizmin doğası gereği sosyal sorunlardan en çok etkilenen toplum katmanlarıdır.”

Binbaş, en çok hastalananların, en kötü beslenenlerin, en kolay yaşamını kaybedenlerin yine hep alt sınıflar ve dezavantajlı gruplar olduğunu söylüyor. Binbaş, sağlıkta şiddet ve hekimlere yönelik şiddet öncelikle toplumdaki diğer şiddet üreten nedenler ve sorunlardan bağımsız bireylerin iyi-kötü, medeni-geri kalmış bakış açısına indirgenerek kavranamayacağını belirtiyor.

Binbaş, sorunun özünün sistemsel olduğunu ifade ediyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Her şeyden önce insan hakları, hukuk, adalet, demokratik katılım ve temsiliyet konularında ülkenin gelişmişlik düzeyi önemli bir ölçüdür. İkinci olarak küresel kapitalist düzen içinde özellikle son 30-40 yıldır dünyaya egemen olan neo-liberal piyasacı anlayış sağlığı da bir tüketim nesnesi haline dönüştürmüş ve sağlık hizmeti üzerinden artı değer yani kar elde etmenin bir aracına dönüştürmek için her tür dönüşümü sağlamıştır. Beraberinde basiretsiz politikacıların sağlık hizmetleri alanını popülist politikaların en yoğun uygulandığı bir alana dönüştürmesi cabasıdır.”

Binbaş, daha mikro düzeyde bakıldığında hekim ile hasta ve hasta yakınları arasında şiddet üreten temel açmazı şöyle anlatıyor:

“Gözle görünür en önemli neden artık iyi hekimlik denen pratiğin ortadan kalkmış olmasını gösterebiliriz. Peki nedir iyi hekimlik? İyi hekimlik, bir hekimin tıbbın ulaştığı evrensel meslek ahlak ilkeleri çerçevesinde bilimin ulaştığı seviyedeki bilgileri kullanarak koruyucu sağlık hizmeti ve hastalarına tedavi hizmeti vermesidir. Hekim hasta karşılaşmalarında iyi hekimliğin gerekleri uygulanamadığı zaman, üstüne bir de kışkırtılmış sağlık talebi, sağlık okuryazarlığı zaten düşük olan bir toplumda sağlığın bir tüketim metası haline dönüşmesi de yerleşince hekimlere yönelik şiddetin oluşacağı ortam oluşmuş olur. Pek çok meslektaşımız yaşanan dönüşüme direnememiş ve suyun akışına kendini bırakıp kaçınılmaz olarak yozlaşmıştır.”

Binbaş, hekimlere yönelik şiddet ile sıklıkla karşılaşanların bu dönüşüme uğramış hekimlerden çok iyi hekimlik çabası içinde olanlar olduğunu söylüyor. Binbaş, “Hastanın tıp ve bilimle ilgisi olmayan taleplerini karşıladığımız zaman değil de bu talepleri iyi hekimlik uygulamalarıyla bağdaştırmaya çalıştığınızda çok sık olarak gergin diyaloglar, öfke kontrol sorunları, psikolojik ve fiziki şiddete varan çatışmalar yaşanır. Buradan toplumun suçlandığı hekimlerin aklandığı kesinlikle anlaşılmamaktadır” diye ifade ediyor. Binbaş, toplumu dönüştüren sistemin bireyin dönüşümünü de sağladığını, hekimlerin de bundan azade olmadığını söylüyor. Binbaş sözlerine şöyle sürdürüyor:

“Mesele sağlık hizmeti talep edenin samimiyetini sorgulama meselesi değildir. Elbette ki örneğin bir tetkikin yapılmasını istediğinde samimi olarak art niyetsiz düşünerek ve hatta çevresinde başka kişilerin-hastaların isteklerini yaptırdıklarını görerek bunu talep eder. Talebi karşılanmadığında haklı olarak mağdur edildiğini düşünür ve buna engel olan hekimi suçlar.

Sistem baştan aşağı yanlış işlediği için sorunun çözümü de bireysel olamaz. Eğer bir mücadele verilecek ise sadece hekimlere yönelik şiddet değil, toplumda şiddet üreten sistemi yani patriarkal kapitalist düzeni sorgulamak, sorunun en nihayetinde sistemsel olduğunu, doğayla barışık olmayan irrasyonel toplumsal örgütlenmemizi sorgulamak gerekir.

Son söz; Hekimlere yönelik şiddeti önlemek için, en nihayetinde şiddet üreten tüm toplumsal mekanizmaları sorgulayarak işe başlamalıyız.”

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ali Karakoç: Rutin sağlık hizmeti sunumu askıya alındı

Son sözü, Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ali Karakoç’a veriyoruz. Karakoç, ekonomik kaygıların pandeminin önüne geçmesi ile vaka sayılarının ve ağır hasta sayılarının buna paralel olarak yatan hasta sayılarının da zirve yapmış durumda olduğunu dile getiriyor. Karakoç, sürecin ilk dönemlerinde Ankara yerelinde hemen hemen tüm hastanelerin pandemi hastanesi ilan edildiğini, yine bu dönemde vaka yoğunluğundan ötürü hastanelerin ameliyathanelerinin dahi yoğun bakımlara çevrildiğini ve rutin sağlık hizmeti sunumunun askıya alındığını ifade ediyor. Karakoç sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Resmi olarak pandemi hastanesi ilan edilmeyen hastanelerde çalışan sağlık personelleri için rutin Covid-19 taraması uygulanmadı ve hastalar için Covid-19’a yönelik bir triyaj uygulaması yapılmadı. Özellikle 1. Basamakta olmak üzere kanser taramaları ise askıya alındı. Tanı almış onkolojik vakalar kontrollere gidemedi, kanser taramaları yapılamadı. Kronik hastalığı bulunan hastalar (kalp damar hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları, metabolik hastalıklar; şeker ve obezite gibi) düzenli kontrollerini gerçekleştiremeyerek çeşitli komplikasyonlar yaşadılar. Bu dönemde kronik hastalıkları olan hastaların acil servislere başvuruları gözle görülür şekilde artmıştır.”

Karakoç, çeşitli sebeplerle kan sulandırıcı kullanan hastaların kontrollerinin aksadığı için ciddi kanamalar ile diyabet ve hipertansiyon hastalarının ise ciddi komplikasyonlar ile acil servislere başvurduklarını söylüyor. Karakoç, taramalar ile erken evrede yakalanabilecek kanser hastaları ise, ancak ileri evrelerde tanı alabildiğini, daha vahim olanın ise hastaların sağlık kuruluşlarına başvurmadan evlerinde hayatlarını kaybettiklerini belirtiyor. Karakoç, Covid-19 pandemisinin sahada ve 1. Basamakta karşılanamadığı gibi, sürveyans, karantina ve izolasyonun da usulüne uygun yapılmadığını, yanlış planlamalar sonucunda rutin sağlık hizmetinin ciddi anlamda aksadığı gibi pandemi ile mücadele edilirken kronik hastalıkların yol açtığı kayıpların görmezden gelindiğini ifade ediyor. Karakoç sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Ankara Tabip Odası (ATO) olarak yaklaşık 9 ay önce sağlık bakanlığına şöyle bir çağrıda bulunmuştuk:

Sağlık Bakanlığı’nı bir an evvel göreve çağırıyoruz

-Bir an evvel pandemi dışı hastaneler oluşturulmalıdır. Bu hastanelerde tüm personel düzenli olarak Covid-19 açısından taranmalı, personelin hastaneye ulaşımı dahil izolasyon koşulları sağlanmalıdır.

-Hasta randevuları iki muayene arasında kapalı alanların havalandırılması ve dezenfeksiyonu için gerekli zaman göz önüne alınarak uygun aralıkta verilmelidir.

-Kronik hastalığı bulunan hastalar için sağlık sistemi tarafından otomatik randevu oluşturulmalıdır.

-Tüm kanser tarama programları yeniden başlatılmalıdır.

-Ataması yapılmayan sağlık çalışanları bir an evvel atanmalıdır. Anayasaya aykırı şekilde KHK ve güvenlik soruşturmaları ile eğitim ve çalışma hakkı gasp edilen sağlık çalışanları derhal atanmalıdır.

-Ankara’ da kapatılarak şehir hastanesine geçirilen hastaneler tekrar açılmalıdır.”

Karakoç, “Covid-19 pandemisi devam ederken yanı başımızda tüm gerçekliği ile duran kronik hastalık pandemisi göz ardı edilemez” diyor ve salgının 19 aydır yaşamın tüm alanlarında tüm yıkıcılığı ile devam ederken bugün bile talepte bulundukları ve önerdikleri önlemlerin alınmadığını ifade ediyor. Karakoç, rutin sağlık hizmeti ile Covid-19 için sunulan sağlık hizmetinin aynı alanlarda devam etmekte olduğunu, bu durumun özellikle kronik hastalıkları olan hastaların sağlık kuruluşlarına başvurusu önünde ciddi bir engel olarak devam ettiğini belirtiyor.

Esra Çiftçi- Artı Gerçek / 21.09.21