Anglo-Amerikan menşeili neoliberalizmle bütünleşmiş oligarşi eşliğinde hibrit darbelerden geçen Brezilya solu, efsane lideri Lula da Silva ile geri dönüş yaptı. Lula, pazar günkü seçimlerde neofaşist rakibi Jair Bolsonaro’nun bileğini büktü. Ne ki, zaferin ‘buruk’ bir tadı var. Lula, ‘pembe solun’ neofaşist iklimde iyice soluklaştığı bir ‘demokrasi ittifakına’ liderlik etti, kılpayı farkla seçildi.
Brezilya, Amerikan nizamının dünyaya ettiği kötülüklerin cisimleştiği ülkelerden. Lula, bizatihi Amerika’nın ‘sol liberal’ addedilen elitlerinin kurbanı. Tarihin ironisi, dönüşünü ‘sinekten yağ çıkarırcasına’ fırsat bilen yine onlar. Lula, Brezilya tarihinde göreve üçüncü kez seçilen ilk başkan oldu. Latin Amerika’nın en büyük ülkesini 2003-2010 yıllarında iki dönem yönetmişti. ‘Bolsa Famila’ adı verilen programı yoksul insanlarının merhemi olmuştu. Ülke ekonomisini büyütmeyi başarmıştı. Lula, BRICS’in kurucularındandı, bölgesel ittifaklarla Latin solunun etki alanını genişletmişti. 2011’de yerini halefi olan eski gerilla Dilma Rousseff’e bıraktığında popülaritesi yüzde 85’i buluyordu. İkisi de sistemi değiştirmeden servetin yoksullar lehine yeniden dağıtımına odaklı politikaların bedelini ödediler. Obama/Biden yönetiminin Latin solunu kemirmesinin kurbanı oldular.
Rousseff, 2014’te ikinci dönem başa geldiğinde Brezilya’nın yolsuz oligarkları ve sağcı ordusu Washington’daki odaklarla kolları sıvamıştı. Rousseff, dünyada her hükümetin başvurduğu ‘bütçe yamama’ ithamıyla 2016’da kurumsal bir darbe ile azledildi. Sonradan ‘bütçeyi yamamadığı’ da anlaşıldı. Koltuğuna kurulan sağcı yardımcısı Michel Temer’le görüşen dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’dı. Washington’ın tam desteğini iletmişti. Lula yine kolları sıvadı. Ancak 2018 seçimlerine hazırlanırken, payına ABD eliyle pişirilen yargı komplosu düştü. Batı medyası ‘Lava Jato’ adıyla bilinen soruşturmanın hiçbir kanıta dayanmayan iddialarını ‘solun yolsuzluğu’ olarak saçıverdi. Bu komplo Lula’nın seçime girmesini engellemekle kalmadı, 580 gün hapis yatmasına yol açtı. 2018’de ordunun sahneye attığı neofaşist Bolsonaro’nun seçilince ilk işi Lula’nın mahkumiyetinin sorumlusu hakim Sergio Moro’yu adalet bakanı atamak oldu. Lula iş işten geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla aklandı. Bolsonaro ise ‘bütçe yamama’ suçunu dört yıl boyunca işledi ama Batı medyasının radarına hiç takılmadı. Pandemi eşliğinde göze giren neofaşist karakteri nahoş buldular. Bugün Amerikalı Demokratlar, ‘Lulacı’ kesildiler. Bolsonaro ‘Trumpçı’ olduğu için... Lula’nın zaferinden dünyaya ‘otokrasi-demokrasi’ dersleri çıkarmakla meşguller. Gerçekte Bolsonarizmin müsebbibleri oldukları halde.
Eski bir asker olan Bolsonaro, Cumhuriyetçi Trump yönetiminin tercihi oldu. Temer’in eksiklerini tamamladı, beterini yaptı. Ağır özelleştirmeler, Petrobras’ın rafinerilerinin kapatılıp ABD’den işlenmiş ürün alınmak zorunda kalınması, emekçi haklarının tırpanlanması, kayıt dışı ekonomi, emeklilik yaşının yükseltilmesi, pandemide kamu sağlığının enkaza çevrilmesi, Amazon ormanlarının yağmaya açılması gibi.
Lula, dört yıl sonra tekrar başa geldi. Ağır hasar almış ülkesinde Temsilciler Meclisi ve Senato’da çoğunluğu olmayan partilerin ittifakına liderlik edecek. Başkan Yardımcısı, 2006’da sandıkta yendiği rakibi Sao Paulo’nun eski valisi Geraldo Alckmin. Lula neofaşizme karşı Latin ‘sosyal demokrasisini’ tesise çalışacak. Bolsonaro’nun müttefikleri Kongre’de önemli sayıda sandalye almışken ve önemli eyalet valiliklerini elde tutarken, işi kolay olmayacak. Lula’nın kampanyası da kolay yürümedi. "Beni ancak tanrı iktidardan indirebilir" buyuran Bolsonaro’da temsil edilen evanjelik yobazlıkla uğraştı. Nüfusun üçte birini oluşturan evanjeliklere kendisini ‘bebek katili’, ‘kiliseleri kapatacak’ diye şikayet eden Bolsonaro’nun yalanlarıyla mücadele etti. Kadınların kürtaja erişimi olması gerektiğini söylediği için lanetlenmişken, "Benim için hayat kutsaldır" demek durumunda kaldı. ‘Dini özgürlüklere bağlılık mektubu’ yayımladı. Sermayeye ‘sorumlu maliye politikası’ vaat etti. Financial Times ve The Economist gibi yayınlar ‘merkezde olması’ için şimdiden uyarıyor. Lula, 30 milyon insanı açlıktan, 100 milyondan fazlasını yoksulluktan kurtarmayı vaad ediyor. Amazon ormanlarını korumayı vaad ediyor. Lula çok kutupluluğun destekçisi, bölgesel birliklerinin mimarı. BRICS’in genişletilmesinden yana. Ukrayna krizinde Biden’ın da AB’nin de suçlu olduğunu söyledi. Çin’e açılan ‘Soğuk Savaşı’ eleştirdi. Bugün kendisini tebrik eden Biden’ı gayet iyi tanıyor.
‘Yarının Brezilyası’
Lula 2002’de ‘Brezilya halkına mektup’ yayınlamıştı. Bu seçimde için de ‘Yarının Brezilyası için mektup’ kaleme aldı. Neoliberal talanın neofaşizm biçtiği ülkesi için dünyaya mal edilebilecek iki resim çizdi.
Birisi, "nefretin, yalanların, hoşgörüsüzlüğün, işsizliğin, düşük ücretlerin, açlığın, silahların ve ölümlerin, duyarsızlığın, maçoluğun, ırkçılığın, homofobinin, Amazon’un ve çevrenin tahribatının ülkesi.... Uluslararası tecridin, ekonomik durgunluğun, diktatörlüğün ve işkencecilerin takdirle karşılandığı, korku ve güvensizlik dolu bir Brezilya.” Diğeri "umudun, saygının, emeğin istihdamının, insana yaraşır ücretlerin, onurlu emekliliğin, herkes için hak ve fırsatların, yaşamın, sağlığın, eğitimin, çevrenin korunması ve kadına saygının ülkesi... Siyah nüfusun ve çeşitliliğin, dünyayla egemenlikçi entegrasyonun ve hepsinin üzerinde demokrasiye sarsılmaz bağlılığın. Umut dolu bir Brezilya, herkes için bir Brezilya." Tokadını bizzat yediği sistemi değiştirmeden nasıl edecek, belli değil. Bu kez başarması ve örnek olması umuduyla...
BirGün / 02.11.22