Körfez-Mısır ekseninin Türkiye’den kuşkulanmak için bir nedeni daha oldu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 24-27 Aralık’ta gerçekleştiği Afrika turunun ilk ayağı Sudan’da Kızıldeniz’deki Sevakin Adası’nın Türkiye’ye tahsis edilmesini istedi. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin soykırım suçundan peşine düştüğü yaptırım kıskacındaki Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir de bu talebe olumlu yanıt verdi.
Her ne kadar Erdoğan Türkiye’nin Sudan’da üs edindiği çıkarımlarını reddetse de bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu için Kızıldeniz'de ileri karakol vazifesi görmüş Sevakin’le kurulacak ilişki kolayca askeri nitelik kazanabilir. Bu durumda Türkiye, Somali ve Katar’dan sonra Sudan’da da üs sahibi olur.
Erdoğan’ın ziyareti sırasında Hartum’a yeni havaalanı, Port Sudan’da serbest ticaret bölgesi, Kızıldeniz’de askeri ve sivil gemiler için liman ve tersane, farklı yerlerde tahıl siloları, üniversite, hastane ve elektrik santralinin inşasını da içeren 13 anlaşma imzalandı. Ticaret hacmini 500 milyon dolardan 10 milyar dolara çıkarma hedefi konuldu.
Arap dünyasında alarma yol açan mutabakat ve anlaşma ise şunlar oldu: Birincisi, iki ülkenin genelkurmay başkanları askeri alanda iş birliğini geliştirmek için bir anlaşma imzaladı. İkincisi de üzerinde özel mülklerin de bulunduğu Sevakin Adası’nın Türkiye’ye tahsisi konusunda mutabakat sağlandı.
Erdoğan 1882’ye kadar Osmanlı'nın üs olarak kullandığı Sevakin’in hayalet adaya dönüşmesinden Batı’yı sorumlu tutarak “Yerle yeksan etmişler. Kim? Batı. Batı'nın karakterinde bu var” ifadelerini kullandı. Sevakin’in ıssızlaşmasında birincil etken Port Sudan limanının inşa edilmesiydi.
Erdoğan Sudanlıların "Afrika'ya açılan kapı" diye andığı adayı neden önemsediğini anlatırken tam da endişeleri kamçılayacak şekilde “yeniden diriliş” metaforuna başvurdu:
"Sizin buraları yerle bir etmeniz, bizim sakalımızı tıraş etmeye benzer. Burayı öyle bir inşa ve ihya edeceğiz ki kesilen sakal çok daha gür bitecek."
Sudan’a Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk ziyaretini gerçekleştiren Erdoğan’ın kafasındaki plan şu: Ada Türkiye’ye tahsis edilirse Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı buradaki Osmanlı eserlerini restore edecek. Eserler arasında 300 odalı bir kervansaray da var. 2011’den beri adada faaliyet gösteren TİKA Hanefi ve Şafii camilerini restore etmişti. Ada eski haline dönünce umre için Mekke’ye gidecek olan Türkiye vatandaşları uçakla Sudan’a inecek sonra adadaki tarihi yerleri ziyaret edip vapurla karşı kıyıdaki Cidde’ye geçecek. Böylece hem Osmanlı üssü hem de eski umre rotası canlandırılmış olacak.
Adanın askeri nitelik kazanıp kazanmayacağı spekülasyona açık olsa da askeri ve sivil gemiler için liman projesi ile askeri ortaklığın temelini atan anlaşma şimşeklerin çakması için yeterli oldu.
Tepkili ülkelerin başında Mısır ve Suudi Arabistan geliyor. Mısır, Kızıldeniz kıyısında “Halayib Üçgeni” üzerindeki hak iddiası yüzünden anlaşmazlık içinde olduğu Sudan’ın Türkiye sayesinde yüreklenmesinden korkuyor. Mısır Sudan’ın önünü kesmek için 1990’larda Halayib’e asker konuşlandırmıştı.
Ayrıca Sudan’ın, Mısır ile Etiyopya arasındaki baraj gerginliğinde Addis Ababa’ya meyletmesi gerginliği artıran bir unsur. Mısırlılar, Türkiye’nin Sudan’la kuracağı askeri ittifakın güç dengesini bozmasından endişeleniyor. Kahire’nin rahatsızlığını besleyen ikinci neden ise Müslüman Kardeşler’i destekleyen bir gücün komşu ülkede kendisine yer açması --ki Erdoğan Afrika turunda Müslüman Kardeşler’e destek için simgeselleştirdiği Rabia selamını vermekten geri durmadı.
Ankara-Hartum arasındaki ortaklığın yarattığı kaygıları Mısırlı gazeteci İmadeddin Edib, El Vatan gazetesindeki köşesine şöyle taşıdı: “Beşir dolar karşılığında ateşle oynuyor. (...) Sudan-Türk çılgınlığı, İran komplosu, Etiyopya entrikası (Mısır’ı susuz bırakmaya yönelik) ve Katar’ın finansal çabalarının gölgesinde coğrafi ve tarihi yasaları ihlal edip Mısır’ın altını oyuyor. Sudan silah ve teröristlerin Mısır’a sevki için liman ve sınırlarını açıyor, Katar-Türkiye ittifakının Müslüman Kardeşler’i iktidara döndürme hayallerine hizmet ediyor.”
Suudiler ise artık İran’la ortak hareket eden Türkiye’nin, Sudan’da edineceği üssün hem Katar hem de Yemen’deki Husilerin desteklenmesi için bir sıçrama tahtası olarak kullanılabileceği endişeli. Sudan, Körfez ülkeleri ve Mısır ile Katar arasında yaşanan krizde tarafsız kalma sözüne rağmen Doha’dan yana durmuştu. Türkiye ile ortaklık Sudan’ın eksenindeki kaymanın somut göstergesi sayılıyor.
Öte yandan Başbakan Binali Yıldırım, Erdoğan’ın Afrika turuyla eş zamanlı olarak Suudi Arabistan’a giderek Kızıldeniz çıkarmasını dengelemeye ve kuşkuları dağıtmaya çalıştı. Ancak bu ziyaret soru işaretlerini azaltmadı. Suudi yönetimi alenen tepki vermese de medyadaki yorumlar rahatsızlığı açığa vuruyor.
Suudi gazetesi Okaz’ın yazarı Muhammed Ebu Talib Sudan’ın yaptırımlardan Suudiler sayesinde kurtulduğunu hatırlatarak Hartum’u Türkiye'nin genişleme siyasetine alet olmakla suçladı. Sudan’ın Osmanlı hayallerinin peşinde koşan Erdoğan’ı bir sultan gibi ağırlamasının mantığını sorgulayan Talib şu ifadeleri kullandı: “Türkiye aleni bir şekilde bölgede yayılmacılığı ve özellikle Mısır ve Körfez ülkelerine karşı nüfuzunu hâkim kılmayı amaçlıyor. (...) Bu ziyarette son derece tehlikeli olan şey Cidde’nin karşısında yer alan ve Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun simgesi olarak gördüğü Sevakin’in ona verilmesidir.”
Gulf News ise şu yorumu yaptı: “Sevakin’e yakınlığı dikkate alındığında bu gelişmeden ilk rahatsız olacak ülke Suudi Arabistan’dır. Zira Erdoğan ile İran arasındaki aleni ittifak aralıkta Karadeniz kıyısındaki Soçi’de daha da pekişmiş durumda. İranlılar Sudan’daki yeni Türk üssünü Husilere daha fazla silah ve mühimmat göndermek için kullanabilir. Türkiye de Katar’a daha fazla asker gönderebilir veya halen Doha ve Ankara’nın yakın müttefiki olan yasa dışı Müslüman Kardeşler aracılığıyla Mısır’ın iç işlerine daha fazla müdahale edebilir. Bu, kuşkusuz Ürdün’ü de rahatsız edecektir.”
Bu arada, Sudan’la yapılan 13 anlaşmanın asıl finansörünün Katar olduğu iddiası da Arap basınında geniş yer buldu. Al-Masry Al-Youm gazetesi Doha’nın kasım 2017’de Sudan’a Sevakin’de liman yapmayı önerdiğini hatırlatırken El Arabiya’nın internet sitesi daha kışkırtıcı bir yoruma yer verdi: “Sevakin’deki Osmanlı varlığı Sudanlılara karşı katliamlarla ilişkilidir.”
Osmanlı mirasının Kızıldeniz kıyılarında dirilişini görmek Erdoğan’ın hamasetle yüklü söylemlerinden ciddi sonuçlar çıkartan Arapların istediği son şey.
Peki kaygılar ne kadar haklı? Gerçekten Osmanlı diriliyor mu? Kuşkusuz ecdadı yad etmek, Osmanlı eserlerine sahip çıkmak, Orta Doğu ve Afrika’ya açılırken tarihsel mirasa yaslanmak Erdoğan’ın en çok başvurduğu yöntemlerden biri. Beri tarafta Erdoğan, tıpkı Çin ve İran gibi Afrika’yı fırsatlar coğrafyası olarak görüyor. Afrika’da olmaya herkesten daha fazla hakkı olduğuna inanıyor. Sudan’da “Kan kokusu almış köpek balığından daha tehlikeli olan petrol kokusu alan emperyalistlerdir” sözünü tekrarlayan Erdoğan, her yerde Osmanlı’nın emperyalist geçmişi olmadığı tezini işliyor.
Ayrıca Erdoğan diğer coğrafyalarda yaşadığı tecridi Afrika ile telafi edebileceğini düşünüyor. Zira diğerlerine kıyasla Türkiye’nin ikili ilişkileri en az bu bölgede yıprandı. Haliyle, Afrika vizyonu dış ilişkilerde dikkat çekici bir şekilde öne çıktı.
Erdoğan’ın Sudan, Çad ve Tunus’u kapsayan son ziyareti 2014’te Cumhurbaşkanı olmasından bu yana beşinci Afrika turuydu. Ziyaret kapsamında Tunus’la da askeri bir anlaşma imzanladı. Buna göre, Tunuslu askerler Türkiye’de eğitilecek, savunma alanında yatırımlar yapılacak.
Türkiye 2005’i “Afrika Yılı” ilan ettiğinden bu yana kıtadaki elçilik sayısını da 12’den 39’a çıkardı.
İlişkilere Somali’de askeri boyut da katıldı. Mogadişu’nun güneyinde 2015’te inşasına başlanan askeri üs, geçen yıl 30 Eylül’de açıldı. 200 kadar Türk askerinin görev aldığı üs 50 milyon dolara mâl oldu. Üssün bünyesinde Somali ordusuna eğitim verecek bir akademi de yer alıyor.
Dahası, Doha yakınlarında bulunan 5 bin askerin konuşlanabileceği Türk üssündeki asker sayısının 3 bine çıkarılması planlanıyor.
Özetle, Türkiye’nin tarih ve dini aidiyete yaslanarak Afrika’ya açılması problemin temelini teşkil ediyor. Hâlbuki geçmişin kötü anılarını hortlatmayan, ortak çıkarlara dayalı ilişkiler Türkiye’nin önünü daha fazla açabilir. Erdoğan yeni köprüler kurarken bölgesel husumetlerde taraf olma yanlışlığına kapılıyor. Ayrıca devletlerarası kurumsal ilişkilerden ziyade kişisel dostluklara dayalı ilişkileri tercih ediyor. Sudan’da da tekerrür eden bu alışkanlıklar, Afrika açılımının sağlamlığına gölge düşürüyor.
Al-Monitor / 03.01.17