Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni atanan rektörü (daha doğrusu rektör atama yöntemini) protesto eden öğrencilerin bir kısmı eylemlerde, bir kısmı da o günün gecesinde sabaha karşı evlerinden gözaltına alındı.
Televizyonlarda gösterdi, koçbaşı ile kapı kırılıyordu; iki öğrencinin kaldığı bir evin ise kapısı bile değil duvarı yıkılmıştı. Daha üniversitedeki eylem sırasında sergilenen orantısız güçten işin varacağı boyutları kestirmek mümkündü elbette; polisin olmaması gereken yerde zaten “orantılı müdahale” bile hukuksuz olacakken. Fakat eylemden değil, kapı kırmaktan bahsedeceğim bu yazıda. Kapı niye kırılır? Duvar niye yıkılır?
Duvar, kapı ve mesken
“Duvar dilsizdir, kapı konuşur” diye yazmıştı George Simmel bir keresinde. Gerçekten de kapı duvarı, dört duvarı, girişi çıkışı olmayan, yani anlamsız bir mekan olmaktan, yani mekan olamamaktan çıkaran şeydir. Kapı, mekanla sokağı birbirine bağlayan zar olarak evi ev, sokağı da sokak haline getirir. İçeriyi, evi, yuvayı dışarıdan, ev, yuva olmayandan ayırır ve birleştirir. Duvar boş uzayda mekan açıyorsa, kapı da bu mekanı mesken haline getirir. Hani şu ilan edilmiş ama artık hiçbir hükmü olmayan pozitif hukuka göre “dokunulmazlığı” olan mesken.
Simmel’in dediğinin aksine duvar aslında dilsiz değildir, kapısı olan duvarla olmayan duvarın konuştukları dil farklıdır sadece. Kapı, duvarların 'güvendesin' sözünü söylemesini sağlar; öte yandan o duvarlarla korunan mekanın en zayıf yeridir. İçerideki kişinin, içeriyle dışarı arasındaki ilişkisini ve iletişimini düzenlemesini sağlayan da kapıdır. “Kapı duvar” olmuşsa mesela, giriş çıkış imkanı kalmamış, iletişim kesilmiştir.
Kapıyı kıran kimdir?
Kapıyı vurmak iletişim talebidir. Kapının vurulduğu an bedeni içten oynatır, sevinç, sükunet, tedirginlik ya da korku kapıdadır, belirsizlik en geç açılıp gelenin kim olduğunu görene kadar sürer. Evin kapısı, sadece evin değil, bedenin de ve demek ki ruhun da ve dilin de kapısıdır.
Günün kapıları açılır
dilin kapıları gibi,
bilinmeyene (Octavio Paz)
Kapıyı vuran kimdir? Bilmek zor, daima zor; o hiç dost olmayabilir, ama kapıyı vurmuşsa o kadar düşman da olmayabilir. Ev, hane, yuva, kapıyı vuranda bir dostluk göremese bile bunu umabilir, düşmanlığın hiç değilse haneyi yıkacak, viran edecek düzeyde olmadığını umabilir ama kapıyı kıranda tartışma yoktur. O bellidir. O düşmandır. Kapıyı kırarken bilinmesini istediği şey düşmanlığıdır. “Sana düşman bana düşman.”
İçeri girmek değildir kapıyı kıranın istediği, içeriyi yok etmektir. İçeriyle dışarıyı birbirine katmak. Evi, yuvayı dağıtmak. Kapı kırıldığı anda ev yıkılır. Ocak söner. İçerisi dışarısı farkı yok olur. Kapıyı kıran, dili kırandır, ruhu kıran, bedeni kıran. Ali kıran baş kesen.
Kapıdaki kelepçe
Polisin kapı kırması, üniversitenin kapısına kelepçe vurma işlemiyle bitişiktir: Üniversite kapısı artık birileri için duvardır. Duvarın içindekilerle dışındakiler mutlak biçimde ayrılmıştır.
Bu işlem de aslında KHK ile hocaların üniversitelerden atılması işlemiyle bitişiktir: Onlar için de kapı kilitlenmiş, dönüş, yeniden içeri giriş imkanı bırakılmamıştı. Yapılan şey, üniversiteler dahil bütün kurumların basit, niteliksiz, özelliksiz ve emir komutayla çalışan bürolardan ibaret olduğu yeni Türkiye modelinin inşasıdır. Bu iş yapılırken şahit olduğumuz şiddet de toplumun, devlet ve yöneticilerinin her işlemine sadece evet demesini sağlamaya yönelik güç gösterisidir. İtirazı olan için güvenilir bir mekan yoktur, kapısı kırılacak, kapı kırılamıyorsa duvarı kırılacaktır. İtiraz edene uygulanacak gücün hiçbir hukuki sınırı yoktur, vurma, çekme, sürükleme, yatırma, alıp götürme ve elbette “Yok öyle bir şey” denilen çıplak aramaya tabi tutma… Anayasa Mahkemesi daha dün çıplak arama hak ihlalidir kararı mı vermiş? Versin, anayasa ile bağlı olmayan bir iktidar anayasanın mahkemesiyle mi bağlı olacak?
Dümdüz eden eşitleme
Hukukunun tek sınırı kullandığı şiddet olan bir yapı için aynı şiddet meşruiyetinin de yegane kaynağı olarak iş görür; şiddeti bu kadar göze sokması o şiddetin olası eleştirilerine verilen bir cevaptır da aynı zamanda:
Vuruyorsam haklıyım, kırıyorsam haklıyım, soyuyorsam haklıyım çünkü yapabilme gücümü engelleyecek başka bir güç olmadıkça haklıyım. Medya ve yargı teşkilatı, yaptığım her ne ise onun haklı olduğunu anlattığı sürece vardır aksi halde yoktur. Rektörün, gözaltına alınan öğrencileri “tutuklandılar” diye lanse etmesi, öğrencilerin aslında öğrenci olmadığına ve olanların da terörle bağlantılı olduğuna dair propagandadaki gözü karalık, bu gücün bir parçası olmalarından kaynaklanıyor.
Rektör gözaltı ile tutuklama arasındaki farkı bilmediğinden değil, önemsemediğinden öyle konuşuyor. Yeni Türkiye’nin temel tasarımında ayrımlar, farklar değil, aynılıklar önemli. Bu iktidarın özel bir “eşitlik” anlayışı var, hakta, imkanlarda, fırsatlarda, hukukta değil de gücün düzleyiciliğinde eşitlik: İktidardan olanlar gücün sağladığı “hukuk”ta eşit, olmayanlar gücün uyguladığı hukuksuzlukta eşit. HDP, CHP’ye, o İYİ Parti’ye, o FETÖ’ye, o PKK’ye, o DHKC’ye… hasılı herkes teröre eşit; değilse de elimizdeki güçle hepsini dümdüz eder eşitleriz.
Öğrenciler mi? Düğmesini ilikleyip alkışlayan bize, diğerleri teröre eşit. Ne kapı ne duvar kimseyi koruyamaz; duvarın arkasında uyuyan içeri giren panzerle ölürse mesela hiç sorun olmaz, açılmayan kapı koçbaşıyla kırılırsa mesela hiç sorun olmaz. Her yeri, şeyi açarız. Fatihiz biz, toplumu yeniden fethediyoruz. Zorla güzellik olmaz belki ama iktidar dediğin zorla olur zaten.
Gazete Duvar / 06.01.21