Halk Savunma Merkezi Komutanı Murat Karayılan, çözüm sürecinde AKP hükümetinin oyalama taktiklerini kabul etmeyeceklerini söyledi. Karayılan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la müzakerelerin gelişmemesi durumunda tehlikeli bir sürecin kapılarının aralanacağını kaydetti.
Murat Karayılan, 15 Ağustos Diriliş Bayramı nedeniyle ANF’ye verdiği özel röportajda geçtiğimiz yıl 15 Ağustos’u gerilla hamlesiyle bu yıl ise demokratik çözüm süreciyle karşıladıklarını ifade ederek gelinen noktada Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği sürecin boşa çıkarılması riski olduğunu söyledi.
Kürt hareketinin 2013 Newroz’undan bu yana sürecin üzerine yüklediği görevleri yerine getirdiklerini belirten Karayılan, AKP hükümetinin şu anda imha operasyonlarını durdurmasının dışında attığı herhangi bir adım olmadığını ifade etti. Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için daha olgun ve olumlu koşullar bulunduğunu söyleyen Karayılan, devletin ve AKP hükümetinin çözüm yolunda siyasi iradesini ortaya koyması gerektiğini vurguladı.
Karayılan sürecin AKP hükümeti tarafından ne tek başına Kürt tarafının adımları ne de AKP hükümetinin yürütebileceği bir süreç olduğunu ifade ederek, AKP hükümetinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı uyguladığı tecrit ve sürece yaklaşımıyla güvensizliği derinleştirdiğini belirtti.
Öcalan ile çözüm müzakerelerinin gelişmesi temennisinde bulunan Karayılan, AKP hükümetinin süreci zamana yayma ve oyalama taktiklerini kabul etmeyeceklerini söyledi. Karayılan aksi taktirde tehlikeli bir sürecin kapılarının aralanacağını kaydetti.
Karayılan, KONGRA GEL 9. Genel Kurulu'nda meşru savunma alanında yapılan değişiklikleri, HPG'nin yeni dönem anlayışı ve donanımını da anlattı.
13 Ağustos’ta Murat Karayılan’ın ANF’ye verdiği özel röportajı yayınlıyoruz
15 Ağustos geçen yıl devrimci savaş hamlesi ortamında karşılanırken, bu yıl o sürecin de kazanımlarıyla gerçekleşen çözüm süreci dönemine denk geliyor. Bu sürece gelinmesinde 15 Ağustos'un nasıl bir rolü var?
Sorunuza cevap vermeden önce halkımızın direniş tarihinde ve var olma mücadelesinde çok önemli bir yere sahip olan şanlı 15 Ağustos Atılımı'nın 29'uncu yıldönümünde, Önder Apo'nun, tüm halkımızın, dostlarımızın ve hareketimizin militan, savaşçı ve çalışan yapısının Diriliş Bayramı'nı kutluyorum. Bu tarihi hamleyi kanlarıyla sulayan, kahramanlık destanları yaratarak diriliş devrimine dönüştüren tüm aziz şehitlerimizi büyük komutan Egîd yoldaşın şahsında anıyor ve onlara verdiğimiz özgür Kürdistan'da anılarını yaşatma sözünü yineliyorum. 15 Ağustos atılım ruhunun halkımızı özgürlüğe taşıyarak şehitlerimizi ölümsüz kılacağını vurgulamak istiyorum.
15 Ağustos Atılımı neydi, ne değildi; etrafında şimdiye kadar birçok açıklama, çözümleme, değerlendirme ve tartışma yapılmıştır. Burada detaylı bir açımlamaya gerek görmüyorum ama sorunuzun cevabını vermek için bir kaç hususu vurgulamak gerekiyor:
15 AĞUSTOS SADECE SİLAHLI MÜCADELENİN BAŞLATILMASI DEĞİLDİR
Kürdistan'da yürütülen ıslahat planları, tebdil, tenkit hareketleri ile ağır baskı, işkence, göçertme ve asimilasyon yöntemleriyle Kürt halkını yok etme politikaları, 12 Eylül Faşist-Askeri Cuntası'yla birlikte daha üst bir aşamaya taşınarak bu soykırım politikası yürürlüğe konulmuştur. Kökeni tarihin derinliklerine dayanan ve insanlık uygarlığına sahiplik eden Mezopotamya topraklarında en eski bir halk olan Kürt halkını, diliyle, kültürüyle ve her şeyiyle ortadan kaldırmaya yönelmek kadar daha ağır bir insanlık suçu, daha ağır bir vahşet örneği olamaz. Buna karşı, vicdan sahibi olan, yine onurlu yaşamak isteyen, eşitlikten ve adaletten yana olan "ben insanım" diyen hiç kimsenin sessiz kalması mümkün değildi. Amed Zindanı'nda gerçekleşen vahşet karşısında sessiz kalmak insanlıktan çıkmakla eş anlamlı olurdu. Bu açıdan 15 Ağustos Atılımı'nın öncelikle insani ve vicdani boyutunu görmek çok önemlidir.
Evet, bu, Kürt halkının kendisine dayatılan köleliğe sıkılmış bir kurşundur. Sömürgecilik şahsında köleliğe karşı başlatılmış bir çağdaş isyandır. Ama her şeyden önce vicdani ve insani bir boyutu olan tarihi bir insanlığa sahip çıkma adımıdır. Bu açıdan 15 Ağustos Atılımı'na sadece bir silahlı mücadelenin başlatılması olarak bakılamaz. Bu tür bir bakış açısı çok dar olur. Onun ideolojik, siyasi, sosyal, kültürel boyutları görülmeden 15 Ağustos Atılımı'nın özü anlaşılamaz.
15 AĞUSTOS BAŞARISINI 90LARDA KESKİNLEŞTİRDİ
15 Ağustos Atılımı'nı başta devlet doğru kavrayamadı. Klasik bir ayaklanma olabileceğini sandı. Daha sonra öyle olmadığını görünce, “3-5 kişilik bir çapulcu girişimidir” denildi. Bunun yanı sıra içte de anlamayan, anlamaya yanaşmayan, dolayısıyla gereklerini doğru yerine getirmeyen ve boşa çıkaran tavır ve tutumlar bir hayli gelişti. Özellikle Egîd yoldaşın öncülüğünde başlatılan hamlenin başarılı bir biçimde pratikleşmiş olması ve ilk adımın doğru yerli yerine oturtulması, gereken mesajı vermişti. Ama sonrasında devamı istenilen düzeyde getirilemedi. Bir taraftan Önderliğin bu çizgiyi doğru pratikleştirme mücadelesi, öbür taraftan da çeşitli biçimlerde ortaya çıkan çeteci yaklaşımların kendini dayatmaları ve saptırma çabaları biçiminde gelişen bir iç mücadeleyle 15 Ağustos'un devamı olarak gelişen bir gerilla süreci vardır. Yine bununla birlikte devletin uyguladığı, çok zorbaca şiddete dayalı yok etme pratiği ve operasyonları vardı. Bütün bunlara rağmen gerillanın Kürdistan'da oturtulmuş olması, 15 Ağustos Atılımı'nın bir diriliş devrimine dönüşmesine yol açmıştır. Bu açıdan '90'lara geldiğimizde bir avuç gerilla gücü tarafından geliştirilen bu hareket artık toplumsallaşmış ve gerçek anlamda toplumsal bir diriliş yaşanmıştır.
Bu tarihsel atılım esas olarak 1991-92'lerde kitle hareketine dönüşmüş ve gereken başarıyı sağlamıştı. Kürt sorununu açığa çıkarmış, Türkiye'nin gündemine taşımış, sorunu sahiplenen bir toplumsal halk gerçekliğini açığa çıkarmıştı. Bu anlamda 15 Ağustos Atılımı, esas itibarıyla '93'lerde başarısını kesinleştirmişti.
Buna dayanan Önder Apo, barışçıl bir demokratik çözüm için Mart 1993'te ilk ateşkesi ilan etti. Başta Turgut Özal gibi gerçekleri görme durumunda olan siyasi liderliklerin çözme çabaları olsa da devletin derinliklerindeki Ergenekoncu anlayış ve uluslararası hegomonik çıkar çevreleri bu sürece müdahale etmiştir. Yani Kürt sorununda demokratik çözüm sürecinin zeminini 15 Ağustos Atılımı ilk 9 yılda yaratmış ve silahlı mücadele rolünü tamamlamıştı. Demokratik çözüm olabilirdi fakat uluslararası güçlerin Kürt sorununun çözümünü çıkarlarına uygun görmemesi ve içteki Ergenekoncu yaklaşımın tutumları nedeniyle geçmiş 20 yıllık süreç boyunca ortaya çıkan çözüm fırsatları hep heba edilmiştir. Önderliğimizin bu yönde gerek İmralı'da gerekse de İmralı'ya girmeden önce çok yönlü çabaları ve onlarca kez yayınladığı çözüm deklarasyonları olmuştur. Ancak sürekli bir biçimde karşılık verilmeyen, tek kalan çabalar olarak kaldığı için çözümü gerçekleştirmeye yetmemiştir. Şimdi gelinen aşamada da çok önemli bir süreç gündemdedir. Elbette ki 15 Ağustos atılım ruhu bu sürecin zeminini yaratmış ve açığa çıkartmıştır. 15 Ağustos Diriliş Devrimi'nin dayandığı bir felsefe vardır. Bu felsefenin yarattığı irade ve yükselttiği direniş, bugünkü çözüm sürecinin yeniden gündeme gelmesini sağlamıştır.
KÜRDİSTAN 15 AĞUSTOSLA DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN MERKEZİ OLDU
Evet, sizin de belirttiğiniz gibi, biz geçen yıl Devrimci Halk Savaşı Hamlesi'yle 15 Ağustos'u karşıladık ve o hamlenin yarattığı bir sonuç olarak bugün 15 Ağustos'u Demokratik Çözüm Süreci'yle karşılamak durumundayız. Gelinen noktada da yine Önderlik çabalarının karşılıksız kalma riski var; ortaya çıkmış olan bütün olumlu çözüm koşullarına rağmen çözümsüzlükte direnen, bunda ısrar eden devlet ve hükümet içindeki bir zihniyetin diretmesi ve çözüme gelmemesi durumu da var.
Esas olarak 15 Ağustos Atılımı Kürt halkı için yeni bir milattır, Kürtler açısından yeni bir sürecin başlatılmasıdır. 15 Ağustos'un, düşünce devrimini yaratan, sosyal bir devrimi gerçekleştiren, toplum içerisindeki tüm zayıflıkları güce dönüştüren, başta Kadın Özgürlük Hareketi olmak üzere çok çeşitli dinamikleri açığa çıkaran ve çağdaş bir bakış açısıyla Kürt toplumunu yeni sürece taşıyan önemli bir rol oynadığı açık bir gerçektir. Bu gelişme sadece Kürt halkı için değil aynı bölgedeki tüm Ortadoğu halkları içinde olumlu sonuçlar yaratmış ve Kürdistan'ı bölgede kardeşlik, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin merkezi haline getirmiştir.
Bununla birlikte Kürt toplumundaki bütün geriliklere karşı amansız bir mücadele ile ağ gibi sarılmış olan o zihinsel kölelik zinciri, onunla birlikte bin bir çeşit gerici, parçalayıcı tutum ve yaklaşımı gerileterek bugünkü ulusal-demokratik zemin yaratılmıştır. Ulusal birlik ruhu geliştirilmiştir. Bu zemin bugünkü Ulusal Kongre çalışmalarını ve Rojava Devrimi'nin alt yapısını oluşturmuştur. Dolayısıyla 15 Ağustos Atılımı'nın sadece Kuzey'de değil, tüm Kürdistan parçalarında yarattığı önemli sonuçlar, ortaya çıkardığı kazanım ve değerler vardır. Bugün Kürt halkı bu kazanım ve değerlere dayanarak Ortadoğu bölgesinde dengelerin belirlenmesinde artık temel bir aktör haline gelmiştir ve yine buna dayanarak Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, kendisine dayatılan imha konseptlerini boşa çıkarmakta ve bütün engellere rağmen bir çözüm olmakta ve “Özgür Önderlik - Özgür Kürdistan” ekseninde çözümü gündemleştirmiş bulunmaktadır. Denilebilir ki Kürdistan halkının bugünkü var olma düzeyinin ve kazanımlarının bu hamlesel çıkışla çok yakından bir bağı vardır. Bu açıdan halkımızın bugünü, yani 15 Ağustos'u bir bayram olarak kutlaması çok doğru ve yerindedir. 15 Ağustos, gerçek bir ulusal-demokratik bayramdır. Bu nedenle tüm Kürdistan'da 'Diriliş Bayramı' olarak karşılanması yaygınlaşması kadar doğal bir şey yoktur. Bu temelde tüm halkımızı Diriliş Bayramı kutlamalarına katılmaya çağırıyor ve halkımızın Diriliş Bayramı'nı bir kez daha kutluyorum.
AKP İKİNCİ AŞAMADA ÜZERİNE DÜŞEN GÖREVİ YERİNE GETİRMEDİ
* Kürt Halk Önderi Öcalan'ın da, KCK'nin de işaret ettiği Eylül ayına az bir zaman kaldı. Ve hükümet 2. aşamanın ilerlemesi için gerekli adımları atmıyor. Bunların daha fazla zamana yayılması ne anlam ifade eder?
Evet, Önderliğimizin ve hareketimizin yönetiminin ifade ettiklerine ekleyeceğimiz bir şey yoktur. Fakat açık ki süreç oldukça kritik bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Yılbaşından bu yana ve resmen de Newroz'dan bu yana biz hareket olarak üstümüze düşen görevlerin gereklerini yerine getirdik. Şimdiye kadar hükümetin imha operasyonlarını durdurması dışında yaptığı herhangi bir şey yoktur. Oysa daha önceden konulan çerçevede yaklaşılmış olunsaydı, şimdiye ikinci aşama bitmek üzere olurdu. Biliyorsunuz, birinci aşamanın görevleri daha çok bize ait olan görevlerdi. Biz bunları yerine getirdik ama devlet ve hükümet ikinci aşamaya geçmedi. İkinci aşamada üzerine düşen yükümlülüklerin gereğini şimdiye kadar yerine getirmiş değil. İşte bu, kendisiyle birlikte sorun yaratıyor; kritik bir sürece girildiğini gösteriyor.
Sizin de belirttiğiniz, Önderliğimizin ve hareketimizin belirttiği o tarihler, sürecin çözüme gitmesi, ikinci aşamanın gereklerinin yerine getirilmesi ve üçüncü aşama olan normalleşme sürecine geçilmesi içindir. Bu yönlü açıklamalar mutlaka ciddiye alınması gereken ciddi açıklamalardır. Biz süreci öyle belirsizlik içinde bırakamayız. Bu, Türkiye'nin yüz yıllık bir sorunudur. Biz bu sorunun bir tarafı olarak üzerimize düşenleri yapıyoruz; senin de yapman gerekenler vardır. Bu kadar açık ve net. Belirtilenlerin çerçevesi budur.
‘BİZ BU DEREDEN ÇOK GEÇTİK’
* Gerekli adımlar atılmazsa ve gerekenler yapılmazsa ne olur?
Bakınız; geçmiş 20 yıl içerisinde daha önce 8 kez ateşkes yapıldı. Her defasında da devlet ve hükümet üzerine düşenleri yapmadığı için tekrar tekrar başa dönüldü. Bu kez çözüm için daha olgun ve daha olumlu koşullar bulunmaktadır ve devlet ile hükümetin sorunun çözümü için siyasi iradesini ortaya koyması gerekmektedir. Şimdi tüm toplum ve demokratik çözümden yana olan tüm kesimler bunun beklentisi içindedir. Bu konuda hükümetin ve Başbakan'ın bir demokratikleşme paketi üzerinde durduklarını, yakında bunu kamuoyuna da açıklayıp gündeme getireceklerini basından duyuyoruz. Gerçek anlamda bu paketin neyi içereceğini bilmiyoruz ama burada altı çizilmesi gereken Türk usulü bir üslup ve yaklaşım vardır. Hani eskiden tüm Komünist Parti üyelerini içeri atmış ve “eğer Türkiye'ye bir Komünizm gelecekse onu da biz getiririz” demişlerdi ya, şimdi AKP de gelenekselleşmiş bu Türk usulünü devam ettiren bir üslup ve usul sorunu yaşamaktadır. Yani, “eğer sorunun çözülmesi gerekiyorsa bunu ben kendim yaparım, sen kim oluyorsun” dercesine yaklaşılarak tek taraflı bir biçimde paketleri kendine göre hazırlayıp çözeceğini sanmak abeste iştigaldir. Bu, diyalogla ve müzakereyle tartışılarak çözüm perspektifinin açığa çıkarılması gereken ağır bir sorun öyle bir kaçamak kanun yapmakla çözülecek bir sorun değildir. Tek taraflı yürütülebilecek bir süreç değildir. Bu ne tek başına bizim adımlarımızla ne de AKP'nin kendine göre çıkardığı ve çıkaracağı bazı paketlerle başarıya gidebilecek bir süreç değildir.
Doğru, biz tek taraflı olarak üzerimize düşenleri yaptık. Dikkat edin süreç zaten tıkanma ile yüz yüze gelmektedir. Öbür tarafın kendi bildiğini okuyan bir tarzda kendine göre bir paket hazırlayıp gündeme taşıması da sürece ne kadar cevap olur, o da tartışmalı bir şeydir. Yani burada devletin ve hükümetin sorunu toplumdan ve kamuoyundan gizleyerek çözebileceğini sanması doğru değildir. İşte, “biz şunu şunu yapıyoruz ama bunu PKK istediği için değil, kendimiz yapıyoruz” diyorlar. İyi de bu sorunun tarafları vardır. Tarafların üzerinde mutabık olmadığı bazı paketler çözüm üretmez. Diğer yandan PKK'nin istemleri Kürt toplumunun istemlerinden ayrı bir istem değildir ki! Kürt toplumunun istemleri vardır ve bunlar aynı zamanda PKK'nin de istemleridir. Bu nedenle hiç kimse “PKK'nin şu şu istemi toplumun istemi değildir” diyemez. PKK'nin ileri sürdüğü çözüm perspektifi tüm toplumsal kesimlerin kabul ettiği bir çözüm perspektifidir. Kabul etmeyenler ve farklı olanlar varsa, bunlar daha radikal diye tabir edilebilecek olan kesimlerdir.
Türk devleti bir hata içindedir; tarihsel bir hata yapmıştır. Kökeni tarihin derinliklerine dayanan bir halkı şiddet kullanmak suretiyle dilini ve kültürünü yasaklayarak, onu göçerterek ve öldürerek sonuca gitmek istemiştir. Bu bir hatadır ve bu hatanın yarattığı büyük trajediler söz konusudur. Devlet şimdi bu hatadan açıkça vazgeçeceğini söylemeden bu durum nasıl aşılacaktır! O zaman bu kadar insanımız ne için şehit düştü! Dersim Katliamı, Zîlan Katliamı, Xanî, Palû, Genç, Sason Katliamları nasıl izah edilecek? Yani burada devletin ve hükümetin toplumun karşısına geçip, “biz tarih içindeki hataları düzeltiyoruz, şiddet değil diyalog yöntemini esas alacağız, bu sorunu çözeceğiz, bu temelde müzakere yürütüyoruz, çözüm perspektifimiz de budur, böyle çözeceğiz” diyen bir siyasal iradeyi ortaya koyması gerekmektedir. Ancak şu an açıkça görülüyor ki bundan kaçınılmaktadır.
Yapılan görüşmeler gizli, gidiş gelişler gizli ve kendileri kapalı kapılar ardında paket hazırladıklarını söylüyorlar. Bu böyle olmaz. Bu sorun ağır bir sorundur. Bizlerin ikna olması lazım. Kürt halkının ikna olması lazım. Neye? Devletin samimiyetine ve gerçekten bu sorunu çözmek istediğine. Bu süreci başlatan ve sürecin mimarı olan Önder Apo halen tecrit altındadır; halen avukatları yanına gidemiyor; halen doğru dürüst kimse kendisiyle görüşemiyor; halen yaşadığı sağlık sorunları var. Milyonlarca insanın önder olarak gördüğü bir kimseyi sömürgeci yasalarla yargılayıp suçlu olarak ilan edersen ve bunu her gün her yerde teşhire dönüştürürsen bu çözüm nasıl gelişir? Oradaki bir halkın lideridir. Bir taraftan “muhatap alıyoruz, çözüm sürecinde rol veriyoruz, çözeceğiz” diyeceksin; öbür taraftan da “kimse istediği için değil, biz bunları kendiliğimizden yapıyoruz” diyeceksin. Yine “şunu şunu yaparsam PKK itibar kazanacak” kaygısına gireceksin. Böyle şey olur mu? Bir kere samimi olunmalı ve güvene dayalı hareket edilmelidir. Yani bu konuda AKP'nin mevcut yaklaşımları çok problemlidir. Süreci ciddi anlamda riske eden bir anlayış ve yaklaşım söz konusudur. Böyle çözüm zihniyeti oluşamaz. Biz barışacaksak, arada karşılıklı güven olması gereklidir; güven arttırıcı adımların hemen atılması gerekmektedir. Ama bu yok. Güven değil uygulamalarla güvensizlik derinleştiriliyor.
Yine diyorlar ki, “MHP karşıdır; milliyetçi ve ırkçı çevreler vardır; onların saldırılarını da göğüslemek gerekiyor.” Doğru da onlara kalsa bu ülke uçuruma girer. Onların 20'nci yüzyıla ait bakış açılarıyla bugünkü Türkiye'nin sorunları çözülemez; Kürt sorunu çözülemez. Eğer AKP bu sorunu çözeceğini söylüyorsa, o zaman siyasal iradesini ortaya koyacak, cesaretli davranacak ve çözümü için doğru dürüst adım atacak ve böylece çözüm sürecini ilerletecek. Bu konuda oy kaygılarıyla yaklaşmak "Kürt haklarını tanırsam, çözüm için adım atarsam milliyetçi kesimden oy alamam" kaygılarıyla bu sorun çözülmez. Bir de bu kaygılar yersiz kaygılardır. Gerçekten kalıcı çözümü geliştiren, Türkiye'yi barışa kavuşturan, herkesin kardeşçe yaşadığı bir toplumsal düzeyi yaratan bir partinin Türkiye toplumundan daha çok teveccüh göreceği açıktır. Sorun AKP'nin kendisinde çözümün zihniyetini oluşturup oluşturmadığı sorunudur. Sorun halen buradadır. Çözümün zihinsel alt yapısı var mıdır, yok mudur? Toplumda çözüm eğilimi vardır; peki hükümette de çözüm zihniyeti oluşmuş mudur? Esas önemli nokta burasıdır.
Umarım önümüzdeki günlerde Önder Apo'yla bir çözüm projesi üzerinde müzakereler gelişir ve bu müzakerede her iki tarafın da kabul göreceği bir çözüm perspektifi temelinde ikinci aşamanın gerekli adımları atılır. Böylece çözüm süreci rayına girer, ikinci aşamanın gerekleri yerine getirilir ve üçüncü aşamaya geçilir. Halkımızın, çözümden yana olan kesimlerin ve bizlerin beklentisi budur. Bunu yapmayıp da sürece yayma ve tekrardan ileri geriye çekerek oyalama taktiklerini uygulama bizim tarafımızdan kabul edilemez. Çünkü biz bu dereden çok geçtik. Bütün yetkililerin şunu bilmesi lazım: Biz kandırılmaya ve oyalanmaya gelecek bir hareket değiliz; Önder Apo da oyalanmaya gelecek bir önderlik değildir. Bizdeki eğilim, Kürt sorununu Türkiye'yle çözmedir ama bunun için Kürt halkını tanıyan, dilini ve kültürünü kabul eden, statüsünü belirleyip yönetim ve irade olmasını öngören bir çözüm zihniyetine ihtiyaç vardır. Böyle olursa elbette ki Türkiye güçlenir. Bu, kalıcı-gönüllü birliğin zihniyetini yaratır.
TEHLİKELİ BİR SÜRECİN KAPILARI ARALANABİLİR
*Buna gelinmezse ne olur?
Buna gelinmezse ne olur, buna gelmezlerse yeni tehlikeli bir sürece kapı aralamış olurlar. Kürt halkı için farklı seçeneklere dönük arayışlar gündeme girer. Ortadoğu bölgesi halen kaynıyor. Bugün Rojava Kürdistanı kaynıyor. Kürtlerden tercih isteniyorsa Önder Apo tercihi koydu. Tamam, siz de tercihinizi koyun. Eğer devletle bir Kürt uzlaşması olacaksa ve Kürt ile Türk halklarının ortaklığı gelişecekse, bu devleti temsil eden hükümet iradesini ortaya koymalıdır. Bunu ortaya koymazsa Kürtler de farklı seçenekler üzerinde yoğunlaşmak zorundadır.
Gelinen bu aşamada zaman dilimi çok önemlidir. Olmazsa olmaz bir biçimde çözümü dayatan bir zaman dilimidir. Artık netleşmesi gerekmektedir. Böyle bir sürece girilmiş bulunuluyor. Bu süreçte herkes üzerine düşen sorumlulukların gereğini yerine getirirse elbette ki işler yolunda yürür, çözüm gelişir. Getirilmezse tıkanır, tıkanmada olur ve farklı bir süreç gündeme girer. Böyle bir sonuçtan biz değil adım atmayan AKP hükümeti sorumlu olur. Türkiye başbakanı Erdoğan "bu süreci bozan taraf biz olmayacağız."diyor ama her şeyi kendine göre ele alır adım atmaz ve sürece yayarsan bu süreci bozmaktır. Hem en kötü bir biçimde bozmak böyle olur.
Şimdi de “Ergenekon'a bu kadar ceza verilmişken KCK'lilerin bırakılmış olması rahatsızlık yaratır” deniliyormuş. Ne alakası var? Ben Ergenekon Davası'nın haklı veya haksız olduğu konusuna girmek istemiyorum. Öyle görülüyor ki çok birbirine karıştırılmış bir davadır. Fakat savcılığın Ergenekon Davası'ndan yargılananlar hakkındaki iddiaları çok ağırdır. Buna göre Ergenekoncular darbe yapmaya kalkışmışlardır. Büyük oynamışlardır. Devlet içinde devlet kurmuşlar, seçilmiş bir hükümeti devirmek istemişlerdir. Bu özel mahkeme tarafından her ne kadar Kürdistan'daki insanlık dışı suçları, katliamları suç saymayıp bunları yargılamamış olsa da, bugün Ergenekon davasından ceza alanların önemli bir kısmı Kürdistan'da ağır insanlık suçu işlemişlerdir. Peki, Kürt siyasetçileri ne yapmış? TC yasalarına göre siyaset yapmış, bu sorunun barışçıl yollarla çözümünü savunmuş, barıştan yana kimlikli bir duruş sergilemiş. Bunun dışında ne yapmışlar? Şimdi içeride olan ve herkesin tanıdığı Kürt siyasetçileri, Kürt belediye başkanları, milletvekilleri darbe yapmaya mı kalkışmışlar, silahlı mücadele mi yürütmüşler? Hayır. Kürt kimliğine sahip çıkmışlar ve Kürt sorununa barışçıl-demokratik çözümü savunmuşlar. Sömürgeci yasalar bunları suç sayıyor. Bunlar özünde hiçbir suç değildir. Kürt siyasetçileri suçsuz bir biçimde rehin olarak tutulmaktadırlar. Bu nedenle KCK tutuklularıyla Ergenekon tutuklamalarını aynılaştırmak doğru değildir ve konuları tersinden ele almaktır.
Kısaca, hükümet Kürt sorununu çözmek istiyorsa, tarihin bu önemli aşamasında cesaretli yaklaşmalı, adım atmalı ve bunu Önderliğimizle diyalog içerisinde, bir proje çerçevesinde pratikleştirerek kalıcı çözümün zeminini geliştirmelidir. Halkımızın beklentisi de budur. Eğer bu olmazsa o zaman bu süreç tıkanır ve tıkanmasından biz sorumlu olmayız. Çünkü biz üzerimize düşenlerin gereklerini yerine getirdik. Gereklerini yerine getirmeyen taraf, bu sorunun tıkanmasından sorumlu olan taraf olacaktır.
HPG ÖCALAN’IN PERSPEKTİFİ TEMELİNDE KONUMUNU BELİRLER
* HPG güçlerinin buna karşı pozisyonu ne olur?
HPG güçleri sürecin gidişatına göre pozisyon alacaktır. Bu konuda Önder Apo'nun perspektifi tüm HPG güçleri için esastır ve geçerlidir. HPG, Önderliğin ve KCK yönetiminin alacağı kararlara göre hareket eder ve pozisyon alır. HPG, içinde bulunmuş olduğu yeniden yapılanma süreciyle birlikte daha fazla Önderlik çizgisinde derinleşme, daha fazla politik bir duruşu sergileme çabası içerisinde olacaktır. HPG, herhangi bir biçimde sürecin zorlanması ya da tıkatılması değil, sürecin demokratik çözüm sahasına kanalize edilmesi için üstüne düşen sorumlulukların gereğini yerine getirecektir. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan böyle de HPG her zaman şehitlerin çizgisinde Önder Apo'nun perspektifi temelinde pozisyonunu belirler.
Ama mevcut koşullarda HPG kendisini zayıflatacak durumlara da prim vermez. HPG'nin dayandığı derin bir tecrübe vardır. Kuzey'i Güney'i dere tepe bütün boyutlarıyla tanıyan bir güçtür. Bu gücüyle HPG, sürecin teminatı olarak devrede olacaktır. Bu, şu demek: Çözüme dönük Önderlik perspektifleri temelinde gerekenleri yapar ama çözümün tıkanması ve tıkatılması halinde ise ne gerekiyorsa onu yapmayı kendine bir görev olarak bilir. Bunu bu kadar açık ve net belirtiyorum. HPG süreci bozan taraf olmayacaktır ama süreci bozan ve Önderliğimizle oynayanlara karşı da kendi görevlerine başarılı bir biçimde sahip çıkmayı bilecektir.
* Kongra Gel 9. Genel Kurulu'yla birlikte yeni bir dönem başladı. Meşru savunma alanı Halk Savunma Merkezi olarak düzenlendi. Bu değişiklik neleri içeriyor?
Doğrudur. Kongra Gel 9. Genel Kurulu hem toplumsal-siyasal alanda, hem de askeri-savunma alanındaki yapılanmalarda dönem ruhuna uygun bir takım değişiklikler yapmıştır. Özellikle sistemimizi paradigmasal anlayışımıza uygun hale getirmede önemli bazı düzeltmeler yapmıştır. Bu çerçevede savunma sisteminde de bir takım değişiklikler söz konusu olmuştur. Bu anlamda yeni bir dönemdir tabii; her alanda olduğu gibi, HPG güçleri açısından da yeni bir dönemin başlamış olduğundan bahsetmek mümkündür.
Bu çerçevede sistemde kısmi olarak yapılan bazı değişikliklere değinecek olursak, daha önce HPG Anakarargah Komutanlığı vardı. Yine Halk Savunma Komitesi biçiminde KCK'yle ortaklaşma halkasını oluşturan bir kurumlaşma söz konusuydu. Şimdi bu her iki kurum da kaldırıldı ve her ikisinin yerine Halk Savunma Merkezi oluşturuldu. Buna Halk Savunma Merkezi Komutanlığı da denilebilir. Ama genel adı Halk Savunma Merkezi'dir. Halk Savunma Merkezi'ne bağlı 4 alt karargah bulunmaktadır. Bunlar, HPG Kuzey Kürdistan Karargahı, HPG Medya Savunma Alanları Karargahı, HPG Özel Kuvvetler Karargahı ve HPG Apollo Akademiler Komutanlığı Karargahı'dır. Bu biçimde dört ayrı karargah Halk Savunma Merkezi'nde birleşmekte ve bu merkezden yönetilmektedir. HPG'nin geliştirilen yeni sistemi özet olarak bu şekilde ifade edilebilir.
Yine HPG bu süreçle birlikte kendi içinde bir yeniden yapılanma ve derinleşme projesini kabul etmiştir. Yani HPG kendisinde köklü bir değişiklik yapmayı şu anda önüne koymuş bulunuyor. Bu temelde yoğun bir akademi sistemi ve eğitsel faaliyet söz konusu olacaktır. Her alanda daha fazla ideolojik, daha fazla siyasal, içeriği zengin olan, daha fazla disiplin ve Önderlik çizgisini güçlüce uygulayabilen profesyonel bir gerilla olunması hedeflenmektedir. Esas olarak süreci uygulamada planlı ve disiplinli hareket eden, gerektiğinde savunmayı da profesyonelce yapabilen bir kabiliyete, yeteneğe ve manevra gücüne ulaşması gerekiyor. Bu, Önderliğimiz tarafından başlatılan yeni sürecin sağlıklı ve güvenlikli yürütülmesi ve pratikleşmesi açısından gerekli ve önemli bir husustur. Yani HPG güçleri de kendini bu yeni sürece göre konumlandıracak ve her anlamda bir profesyonelleşmeyle süreç görevlerini başarıyla yerine getirmeye hazır olacaktır. HPG'de yaşanan değişikliği kısaca böyle izah edebilirim.
HPG mevcut durumda Kürt halkının bir savunma gücü olarak belirttiğimiz çerçevede kendi sistemini somutlaştırmış ve her türlü olası gelişmelere açık olacaktır. Bundaki amaç Önderlik perspektifleri temelinde sürece uygun hareket edebilme kabiliyetini kazanmaktır. HPG, diğer parçalardaki savunma güçleriyle dayanışma içinde olmayı da bir ilke olarak kabul eden bir savunma kurumudur. Hem Güney Kürdistan'daki KDP ve YNK peşmergeleri, hem Doğu Kürdistan'daki HRK, yine Batı Kürdistan'da bugün direnen YPG güçleri ile Ulusal Kongre platformunun kararları çerçevesinde dayanışma içinde olmayı ilke olarak kabul etmiştir.
UYUŞTURUCU PROPAGANDASI TÜRK ÖZEL SAVAŞININ BİR ÇALIŞMASIDIR
* Son dönemde Türk devleti, özellikle Lice'de esrar adı altında yaptığı operasyonları yoğunlaştırması çerçevesinde hareketiniz ve gerillayı uyuşturucu ve esrar ticaretiyle bağlantılandırarak suçlamalar yapıyor. Buna karşı ne diyeceksiniz?
Bir kere şu yüz de yüz bir gerçektir: Hareketimizin esrarla ve uyuşturucuyla bağının kurulması Türk psikolojik savaş konseptinin özel bir çalışmasıdır. Tamamen bir çarpıtma ve bir yalandır. Bu kadar karalamalarına rağmen ne uluslararası düzeyde, ne de Türkiye'de bugüne kadar herhangi bir biçimde bir PKK kadrosunun bizzat bu işlere bulaşmış olduğunu ispat etmiş değillerdir. Çünkü böyle bir durum yoktur. Tersine PKK hareketi toplumları uyuşturan ve sarhoş eden bütün maddelere ilkesel düzeyde karşıdır ve bu konuda mücadele yürütmektedir. Türk devletinin bu iddiası tamamen bir uydurmadır. Biz de izliyoruz. Özellikle son dönemde AKP'ye yakın bazı TV kanalları, bölgedeki jandarma ve polis amirlerini çıkararak güya hareketimizin esrarla bağını kurmaya çalışıyorlar ama tüm çabalarına rağmen sözlerindeki büyük yalanları da gizleyemiyorlar. Bu, gerçeklerin tersyüz edilmesidir. Buradan açıkça kamuoyuna şunu belirtmek istiyorum: Lice'de yaşanan bütün esrar ekimleri oradaki devlet yetkililerinin bilgisi ve onayı dahilinde yapılmaktadır. Ve bu işi yapanlar genellikle devlete yakın, devletle işbirliği içinde olan kesimlerdir. Belki bazı sıradan-halktan insanlar da zaman zaman ekim yapıyor olabilirler ama onlarınki uzun süreli değildir. Ya altı ay ya da en fazla bir yıl sürer. Genellikle devlet tespit eder ve gelip ektikleri ne varsa toplar götürür. Eskiden beri bu böyleydi. Bölgede sadece devletle işbirliği halinde olanlar esrar ekebilmektedirler.
Gerilla güçlerinin etkili olduğu yerlerde ekim yasaktır. Ancak gerilla güçleri bütün Amed alanına ve ovalık kesimlere hükmeder bir durumda değildir. Bu ekilmiş ve sözüm ona devlet güçleri tarafından operasyon yapılan yerlerin hepsi tamamen oradaki karakol komutanlarının bilgisi, denetimi ve ortaklığıyla yapılan ekimlerdir.
UYUŞTURUCU EKİMİNİN YAPILDIĞI YERLER
* Bu konuda hareketinizin de kamuoyuyla paylaşabileceği bilgiler var mı? Uyuşturucu ekimi ve satımı konusundaki kilit isimler ve bölgeler nereler?
Bu konuda bizde birçok somut bilgi vardır. Birçok köy ve insan ismi vardır. Biz burada hepsini ifade etmeyi uygun görmeyiz. Fakat örnek kabilinde 1-2 örnek verebilirim; isteyen gidip bunları yerinde de tespit edebilir:
Örneğin; Lice'nin Korxê (Abalı) Köyü var. Bu köyün muhtarı Cemal Başbuğ'dur. Şimdi bu köyde bu muhtar ve akrabaları tarafından karakolun etrafında, güvenlik tepesinin altında ve daha köyün birçok yerinde açıkça esrar ekimi yıllardan beri yapılmaktadır. Yine aynı köyün yakınlarında Markê (Ergin) Köyü vardır. Burada da aynı biçimde öteden beri esrar ekimi yapılmaktadır. Bu adını verdiğim muhtar olsun, onun yakın çevresi olsun, bunların hepsi devletin bölgedeki has adamlarıdır. Hatta bu muhtar çoğunlukla karakolda kalır. Askeri elbise giyip, asker yerine nöbet tutan bir kişidir. Bu kadar içli dışlı olan bir kimsedir. Yine Hîndiz Köyü vardır; bu köyde Faali Koç ve çocukları tarafından yaygın bir biçimde esrar ekimi örgütlendirilmektedir.
Bu civarda yapılan esrar ekimlerinin çoğu bu, vb. çevreler tarafından, devletle işbirliği içinde örgütlendirilmektedir. Aksi takdirde kimseye göz açtırılmıyor, izin verilmiyor. Devlet yetkilileri, sadece kendisine yakın olanlara ve işbirliği içinde olanlara izin veriyor. Bu, kesin ve net bir şeydir. Bölgede devlete yakın olmayıp da esrar ekimini yapmak mümkün değildir. Devlet orada bir yaprak bile kımıldasa farkında oluyor. Çünkü her gün Heronlarla her taraf keşif ediliyor. Bırakalım koskoca onlarca dönüm arazinin ekilmesini, tek bir ağaç bile ekersen Heron hemen tespit eder. Heron'un sürekli dolaştığı bir yerde bir kişi bile hareket edemiyorken, nasıl oluyor da bu kadar yoğun bir şekilde esrar ekimi yapılabiliyor. Tabii ki devletin göz yumması sonucu oluyor. Her şey açık ortadadır. Oradaki uyuşturucu ekimi devletin bilgisi dahilinde yapılıyor, hatta devletin araçlarıyla bunlar metropole taşınıyor. Ardından da, yaptığı bu kirli işleri hareketimize yüklemek için alçakça yalan söylüyorlar.
Kısaca, burada dönen dolap bellidir. Daha önce de, '90'larda da Susurluk raporlarında belgelendi; devlet o zaman bize karşı savaştaki giderini karşılamak için bu tür maddelerin kaçakçılığını yaptırıyordu. Şimdi de devlet içinde kümelenmiş çeteler aynı şeyi yapıyorlar. Bu devlet yetkililerinin bilgisi dahilinde yapılıyor. Bu konuda biz her zaman her türlü araştırmaya açığız. Çünkü biz temiziz ve kendimize güveniyoruz. Biz her yerde her türlü uyuşturucu faaliyete karşı mücadele yürüten bir hareketiz. Kısaca bu konudaki gerçeklik budur. Belirttiğim gibi isteyen gelip araştırma da yapabilir; biz her türlü araştırmaya da açığız. Ayrıca verdiğim köy ve isimleri de isteyen gidip araştırabilir.
ANF / 15.08.13