KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, çekilmek için yasal teminat istediklerini belirterek, “Fakat hükümet, son bir haftada tavrını değiştirdi ve çekilme için bir yasaya ihtiyaç olmadığını söylemeye başladı” dedi. Karayılan, silahı bırakmanın üç aşamalı bir planın son halkası olduğunu belirterek, “İlki, çatışmanın durması ve silahlı PKK’lıların çekilmesi. İkincisi, anayasa değişikliği... Türk yetkililer silahın derhâl bırakılması gerektiğini söylüyorlar. Komutanımızla anlaşmamız böyle değil. Silahı bırakmak son aşamada olacak” diye konuştu.
Karayılan El Cezire televizyonunun barış sürecine yönelik sorularını yanıtladı. Söyleşinin soruları ve Karayılan'ın yanıtları şöyle:
İlk sorum, PKK olarak Öcalan’ın Nevruz Bayramı’nda açıkladığı mektubuna yönelik tutumunuza dair olacak.
Nevruz mesajı önemli bir mesajdı. Sadece Kürt sorununun çözümü için değil gelecek için ve Orta Doğu sorunlarının çözümü için de bir proje niteliğindeydi. Süren savaşlar bitmeli. Mesaj, yeni bir düşünce zemininin ve yeni bir felsefenin hazırlığıydı. Bölge halkları binlerce yıldır birlikte yaşıyor. Farklı milliyetler, farklı inançlar, farklı dinler, farklı mezhepler hep birlikte yaşadılar. Fakat son iki yüz yılda bize bir ulus devlet düşüncesi geldi. Devleti olan bir ulus… Bu düşünce bize Batı’dan, Avrupa’dan geldi. Bu düşünce bölgeye geldi ve yayıldı ve bu temele göre bölge halkları birbirleriyle savaşmaya başladılar, ihtilaflar genişledi. Bugün, bütün bunların sona ermesi için bir kez daha düşünmeliyiz. Bölge halklarının kardeşçe ve eşit haklara sahip olarak yaşaması gerek. Mesaj, genel anlamda zengin içerikli bir mesajdı ve Kürt sorunun çözümüne değindi. Mesajdaki çözüm silaha değil, düşünce ve siyasete dayalı bir çözümdü. Mektupta kavganın sonlandırılması ve savaşçıların Türkiye dışına çekilmesi istendi.
Mektupta silahların susması ve savaşçıların çekilmesi istendi. Siz ateşi durdurdunuz, peki, Türkiye dışına çekilme konusunda ne olacak? Burada iki soru var: PKK’lılar çekilecek mi? İkincisi, Türkiye sınırının dışıyla kastedilen nedir? Tam olarak neresi?
Silahlıların Türkiye sınırının dışına çekilmesi için Türk hükümetinin, çekilmemizin yasal olması konusunda bir karar alması gerekir. Çünkü ateşi şu ana dek sekiz kez tek taraflı olarak kestik, bu dokuzuncu ateşkes. 1999 yılında güçlerimizi Türkiye sınırının dışına çektik fakat ne yazık ki Türkiye, bütün bu çabalarımıza olumlu yanıt vermedi. 20 yıldan bu yana Kürt meselesinin diyalog ve siyaset yoluyla çözümü için çağrıda bulunuyoruz. Ama şu ana dek Türk Devleti yapıcı olmadı, bu nedenle de çabalarımızın içi boşaltıldı. Bu kez eski tecrübelerimizden faydalanmak istiyoruz ve atacağımız her adımın yolunu hazırlamak istiyoruz. Örneğin 1999 yılında çekilme kararı aldığımızda Türk Devleti yüzlerce PKK’lıyı çekilme yolunda öldürdü. Türkiye onlara tuzaklar kurdu, pek çokları da yolda tutuklandı. O dönemde büyük zarara uğradık. Dolayısıyla Kürt meselesi boyutundaki bir sorunu ele almak, Türk hükümetinin ve Meclisin, PKK’lıların ona dayanarak çekilebileceği bir karar almasını gerektiriyor. Şimdi Türk hükümetinin sorunun çözümüne dair ciddiyeti konusunda kuşkulanmaya başladık. Hükümetin Öcalan ile müzakere için tayin ettiği komisyon bile bu düşüncemizi doğrulamış durumda. Fakat hükümet, son bir haftada tavrını değiştirdi ve çekilme için bir yasaya ihtiyaç olmadığını söylemeye başladı. Nereye çekileceğimize ilişkin soruna gelince henüz kesin değil ama büyük olasılıkla Kürdistan bölgesi olacak çünkü burada hâlâ mevkilerimiz var.
Yani çekilmek için yasal teminat istiyorsunuz.
Doğru...
Öcalan sizden güçlerinizi geri çekmenizi istedi. Fakat PKK yönetiminden çıkan karara göre çekilme olmayacak. Bu nedenle Türk kaynakları, Öcalan’ın nisan ayının ortalarında bir mektup daha göndereceğini söylüyorlar. Bu mektuptan haberiniz var mı?
Türkiye, sorunu yüzeysel bir şekilde ele alıyor. Kendilerinin geri çekilmesi için bizim çekilmemizi istiyorlar. Bu imkânsız. 30 senedir savaşan insanlar var. Türkiye’den çekilmeleri kolay bir iş değil. Bunun için çaba gerekiyor, biz kendi açımızdan buna hazırız. Öncelikle onları ikna etmeliyiz. Yönetimimiz ikna yönetimidir, hiçbir şeyi zorla yaptırmaz. Biz, komutan Öcalan’ın mektubunda yazan her şeyi yerine getireceğiz. Çünkü bu, bizim için yeni bir kapı açacak ve yeni bir dönem başlatacak stratejik bir projedir. Fakat ne yazık ki hükümet, konuyu yüzeysel şekilde ele alıyor ve doğru yönde adımlar atmıyor. Bu da bizde Türkiye’nin niyetine dair kuşku uyandırıyor. Çekilmeyeceğiz, demiyoruz. Konunun bir yasal düzenlemeye ihtiyacı olduğunu ve hükümetin üzerine düşeni yapması gerektiğini söylüyoruz. İş karışık bir hâl aldı çünkü hükümet, kendisinden istenileni yapmadı. Hükümet şimdi Öcalan’a bir heyet daha gönderecek. Bir komisyonun iki hafta önce kendisiyle bir araya geldiğini biliyorum. Komisyon daha sonra kendi arasında da bir toplantı yaptı. Diğer taraftan MİT Müsteşarı ve Başbakan ile ilişkisi olan dokuz bakan da dört buçuk saat süren bir toplantı yaptılar ve nasıl bir sonuca ulaştıklarından haberdar değiliz. Biz de soruyoruz, konunun iki tarafı mı var yoksa tek bir tarafı mı? Türkiye bizimle istişare etmeden tek taraflı hareket ediyor. Konuya vakıf olmalıyız ve en azından bizimle istişare edilmeli. Öcalan’ı bizim önderimiz olarak gördüğü ve onunla müzakerede bulunmak istediği sürece Türkiye’nin, komutanımızla temas kurmamızı kolaylaştırması ve Öcalan’ın hapis koşullarını iyileştirmesi gerekir. Çözüm istiyorsanız çözüm için alan yaratın, Öcalan’ın danışmanlarıyla BDP’lilerle bizimle ve konuyla ilgili olarak oluşturulan komisyonlarla temas kurmasını kolaylaştırın. Bu çok gerekli ve bu gerçekleşmezse tarihî bir karar almamız ve Türkiye’nin istediği hızda ve kolaylıkta uygulamamız imkânsız olur.
Öcalan ile İmralı’da yapılan müzakerede sizin, PKK yönetimi olarak bir rolünüz olmadı. Konu hakkında bilginiz yok muydu?
Biraz bilgimiz vardı. İlgili komisyon kendisine üç kez gitti, üçünde de bize komutanımızdan mektuplar getirdi. Komutanımız bize danıştı, biz de kendi içimizde toplantılar yaptık ve Kürt partilerine danıştık. Tek başımıza karar almak istemedik, aksine, başkalarını da ortak etmek istedik. Güney ve kuzey partileriyle diğerlerinin fikirlerini de bilmek istedik. Dostlarımıza danıştık çünkü tutumumuzun ortak bir ulusal tutum olmasını istedik. Sonra kendi düşüncelerimizle BDP’nin ve Avrupa’nın düşüncelerini bir araya getirdik ve Öcalan’a ulaştırdık. Bu temele göre de komutanımız, Nevruz’da bir mesaj yayımladı ve mektupta bizim istediklerimiz vardı. Mektup ulusal bir mektuptu, hedefi ise ulusal değil bölgeseldi. Mektup bütün Orta Doğu’yu kucaklıyordu. Bununla birlikte bize, liderimizle temas kurabilmek için verilen fırsatlara bakarız ve bu, bizden istenilenlerle kıyaslandığında oldukça az kalıyor.
Türkiye, daima PKK’ya silahı bırakma çağrısında bulunuyor. Gerçekten de PKK, Öcalan’ın mektubundan sonra silahı bırakmaya hazır mı?
Üç aşamadan oluşan kapsamlı bir proje var. İlki, çatışmanın durması ve silahlı PKK’lıların çekilmesi. İkincisi, anayasa değişikliği. Şimdi Türkiye’de, bütün milletleri kucaklaması gereken asıl anayasayı oluşturma çabaları var. Türkiye’de pek çok millet var ve yeni anayasa bütün milletlerin haklarını ve kimliklerini garanti altına almalı. Anayasa onları tanımlamalı. Bu olur da gerçek demokrasi gerçekleşirse Kürt halkı kendi diliyle konuşabilir ve kendini yönetebilirse bölgesini geliştirebilir, özgür ve Türk kardeşi ile eşit olabilirse üçüncü aşamaya gireriz. Bu da normalleşme aşaması olur. Toplum daimî barışı inşa eder ve düşüncesinde değişiklik meydana gelir, birlik ve eşitlik düşüncesi olur. Bu durumda PKK, Türkiye’de normal bir hâl alır. O zaman silahı tartışırız. Aslında o zaman silaha ihtiyacımız kalmaz. Türk yetkililer silahın derhâl bırakılması gerektiğini söylüyorlar. Komutanımızla anlaşmamız böyle değil. Silahı bırakmak son aşamada olacak.
Diyelim ki silahı bırakma aşamasına geldik, Kürdistan bölgesine giden PKK’lılara ne olacak? Türkiye’ye mi dönecekler, burada mı kalacaklar yoksa başka ülkelere mi gidecekler?
Türkiye’den af istemediğimizi söylemek istiyorum. Biz suçlu değiliz, bir suç işlemedik. Kürdistan’ın özgürlüğünün yandaşları, kutsal görevlerini yerine getirdiler. Suçlu değiller ki kendilerini savunsunlar. Ama iki tarafın da çok fazla kayıp verdiği bir savaş var. Bize karşı katliam yapıldı. Kürt halkı bir dram yaşadı. Ona karşı soykırım yapıldı. Öncelikle Kürt halkı, Türk Devleti'ni affetmeli. Sonra da devlet ve Türk toplumu Kürtleri affeder. Böylece tek bir beden olabilir ve kapsamlı bir barış inşa edebiliriz.
Kürdistan bölgesinin, Öcalan’ın mektubuna karşı olumlu bir tavrı oldu. Muhalefet ve iktidar olarak bölgesel yönetimin rolü neydi? Türkiye ile PKK arasında yapılan müzakerelerde bir rolü oldu mu?
Bildiğiniz üzere müzakere İmralı’da oldu. Yani Öcalan Türkiye’ye bir mektup gönderdi. Türkiye de onu ziyaret etmeleri için komisyonlar kurdu. Bu, beş ay önce oldu. Orada başladı. İki taraf arasında ara bulucu yoktu. Ama Türkiye ile aramızda bir esneklik olması ve sorunun Türkiye içinde çözülmesi için Kürdistan Bölgesi’nin bir rolü oldu. Örneğin Hükümet Başkanı’nın bir rolü vardı ve çözüm için de hâlâ çabalıyor. Bölgesel Yönetim Başkanı’nın da daha önce denemeleri oldu. Kürdistan Ulusal Birlik Partisinin de bir rolü vardı. İslami Birliğin de bir rolü vardı, hem bizimle hem de Türk tarafıyla görüştü. Genel olarak Kürdistan bölgesinin çözüm konusunda rolü oldu. Bilindiği üzere Türkiye ile iyi ilişkileri de var. Bu nedenle çözüm sürecinde rol alabilirler. Çabalarını yoğunlaştırmalarını temenni ederiz.
Peki Amerika’nın bu konudaki rolü nedir?
Bununla ilgili bir fikrim yok. Ama son iki yılda Türkiye ile savaşımızda yaşanan gelişmeler, Türk hükûmetinin ilerlemesini ve bölgedeki rolünü aksattı. Çünkü Kürt meselesi buna engel oldu. Özellikle son bir yılda, Türkiye içindeki savaşçılarımızın çatışma şeklinde bir ilerleme oldu. Gelişmeler, bu yıl içinde Türkiye içinde bir genişleme yaşanacağını ve Adalet ve Kalkınma Partisinin projesini aksatacağını gösteriyordu. Bu durum, Amerika’nın Türkiye’ye çözüm tavsiyesinde bulunmasına yol açmış olabilir fakat konuyla ilgili bilgim yok. Resmî anlamda Türkiye, Öcalan’ın mektubunda yazanları destekledi ama sorunun şu zamana kadar çözülememiş olmasının bir nedeni de Amerika’nın politikası. Çünkü Amerika, Türkiye’nin, kendisinin ortağı olduğunu söylüyor yani Türkiye ne zaman isterse Amerika ona destek verir. Çelişkilerden biri de Amerika’nın güneydeki Kürtlerin dostu olup kuzeydekilere düşman olması ve onları terör listesine yerleştirmesi. Ben de soruyorum, milyonlarca destekçisi olan, kültürü ve dili için mücadele eden bir parti nasıl terörist olur. Bu Kürtlere karşı zulüm ve insafsızlıktır. Amerika’nın bizi terörle suçlaması, Türkiye’ye bizimle savaşma cesareti verdi.
Son dönemde adınızın Amerika’nın terör listesinden çıkarılmasını talep ettiniz mi?
PKK’nın terör listesinde sınıflandırılması, bize karşı yapılmış bir zulümdür. Bu listeden çıkmayı umuyoruz. ABD ve AB Kürt sorununun çözümü konusunda ciddilerse eminim ki listeden çıkarız.
Suriye devrimine karşı İran ve Suriye ekseninde yer aldığınız söyleniyor?
Bu doğru değil. Biz üçüncü çizgiyi temsil ediyoruz. Bölgede pek çok ihtilaf ve çatışma var ama biz bunların hiçbirinin tarafında değiliz. Biz, Orta Doğu’nun, halkların demokrasisini temsil eden bir çizgiye ihtiyacı olduğunu söylüyoruz. Birbiriyle savaşan güçler, iktidar için savaşıyor. Ama halkların iradesini iktidar değil demokrasi temsil ediyor. Kendimize ait bağımsız bir kararımız var. Biz Suriye’de Kürt politikasını destekliyoruz. Rejimi desteklemiyoruz. Devrimin yanındayız. Suriye’de değişimden yanayız. Fakat Suriye devrimindeki sorun, herkesi içine alamamış olması. Devrim, Suriye’deki bütün milletleri temsil etmiyor. Bunlar bizim devrime dair gözlemlerimiz. Mesela Suriye’deki kardeşlerimiz devrimi destekliyor ama silahlı mücadeleye katılmıyorlar. Silahlarıyla kendilerini korumakla yetiniyorlar.
Suriye’deki sorunun halledildiğini farz edelim, bunun Suriye’deki Demokratik Birlik Partisi ile PEJAK üzerindeki etkisi ne olur?
Biz PKK olarak bölgedeki savaşın bir mezhep savaşına dönebileceği ihtimalini uzak tutmuyoruz. PKK bu türden bir savaşı desteklemez. Biz halkların kardeşliği için çağrı yapıyoruz. Bu nedenle PKK, şu anki savaşın bir tarafı olmayacak. Şu anki savaşları, içine dâhil olmayacağımız cinayetler olarak görüyoruz.
T24 / 09.04.13