Yusuf Gürsucu
Ekosistem, insan, hayvan, bitki vd. tüm canlı cansız varlıkların tamamı kapitalizmin neden olduğu büyük bir yok oluş riski altında yaşama tutunmaya çalışıyor. Kapitalizmin büyümeye endeskli ekonomik yapısının neden olduğu krizler artık çözülebilir olmaktan çoktan çıkmış durumda. Kapitalist üretim ve tüketim süreçleri ekosistemde geri dönülemez zararlara yol açarken, planlı bir küçülme ekonomisi ile ekosistem üzerindeki baskının ortadan kaldırılması ertelenemez bir zorunluluk noktasına ulaşmış durumda. Bu yok oluş sürecini ve bu sürece cevapları içeren aynı zamanda ekonomik küçülmenin mümkün olup olamayacağını sevgili Prof. Dr. Fikret Başkaya ile konuştuk.
-Sizin de üzerinde önemle durduğunuz kapitalizmden bir an önce çıkılması gerektiği vurgunuzla neyi işaret ediyorsunuz?
Kapitalizmden çıkmak, kapitalist mantığın ve işleyişin dışına çıkmaktır. Kapitalizm dahilinde doğa-toplum-ekonomi arasındaki ilişkinin yönü, ekonomi-toplum-doğa şeklini almış bulunuyor ki, bu temelli bir sapmadır… Oysa, ilişkinin yönünün doğadan-topluma, toplumdan ekonomiye doğru olması gerekiyor ve bu tersliği aşmak da hayatî önem taşıyor… Zira, kapitalizm dahilinde ekonomi parayı yönetiyor, para da toplumu kolonize ediyor…
İkincisi, üretimin yönünü ve yapılış amacını değiştirmektir. Kapitalizm dahilinde üretimle ihtiyaçların tatmini (karşılanması) arasındaki ilişki de ters-yüz olmuş durumdadır… Üretimin birincil [asıl] amacı, insan ihtiyaçlarını karşılamak değil; pazarda satmak, kâr etmektir… Kapitalizm, insanlık ve uygarlıklar tarihinde bu tür bir sapmanın olduğu ilk ve tek üretim tarzıdır. Bu akıl almaz bir sapmadır ki, bugün yüz yüze geldiğimiz sayısız kötülüklere, saçmalıklara, yıkımlara kaynaklık ediyor… Durum öyledir ama bilimi kendilerinden menkul burjuva iktisatçıları, oligarşinin ideolojik uşakları bıkıp usanmadan kapitalizmin gelmiş-geçmiş en rasyonel sistem olduğu tekerlemesini dillerinden düşürmezler…
Tabii kapitalizmden çıkmak ‘çılgın rekabetten’ de çıkmayı varsayar. Zira, ‘çılgın rekabet’ demek, üretim için üretim, tüketim için tüketim demektir ki, kapitalizme özgü sınırsız büyüme ve genişleme eğiliminin ve dinamiğinin gerisinde de işte o rekabet var… Her kapitalisti veya kapitalist işletmeyi her seferinde daha çok üretmeye zorluyor… Ve bir zaman geliyor -şimdilerde olduğu gibi- sınırsız büyüme, sınırlı kaynakların duvarına çarpıyor… Ve tabii bir sürdürülemezlik durumu, bir uygarlık krizi ortaya çıkıyor…
Kapitalizmden çıkmak, piyasanın yerini planlamanın almasını gerektirir. Ekonomik, sosyal, ekolojik, kültürel planlama ki, mutlaka demokratik olmak kaydıyla… Böylece insanların kaderini piyasanın kör mantığından kurtarmak mümkün olur…
Nihayet kapitalizmden çıkmak teknoloji fetişizminden de yakayı kurtarmayı gerektirir. Zira toplumda akıl almaz bir teknoloji hayranlığı, tuhaf bir teknoloji fetişizmi var… İnsanlar teknolojinin yansız (tarafsız) olduğunu sanıyor… Bu yanılsamadan kurtulmak gerekir… Tabii bütün bunları yapmak da aracın direksiyonunu sola kırmakla mümkündür…
Balıkların suda yaşayıp da suyu bilmemeleri gibi insanlar da kapitalist bir toplumda yaşıyorlar ama kapitalizmi bilmiyorlar. Kapitalizm ücretli emek sömürüsüne dayanan, yegâne ereği kâr etmek ve kârı artırmak olan, canlı olan ne varsa ölü metalara, nesnelere dönüştüren, insana ve doğaya zarar vermeden yol alamayan, kullanım değerinin yerini değişim [mübadele] değerinin aldığı, var olabilmek, varlığını sürdürebilmek için sürekli büyümek zorunda olan, toplumun temel üretici güçlerinin ve yaşam araçlarının dar bir sermaye sınıfının elinde olduğu, her türlü ahlâkî değere yabancılaşmış, [ahlâk dışı değil, ahlâksız], parasal ve maddi olan, hesaplanabilir-ölçülebilir olan dışında hiçbir insanî değere itibar etmeyen, eşyanın onu üreten insandan daha değerli sayıldığı, ekonomik olanın politik, sosyal ve kültürel olanın eline geçtiği, araçlarla amaçların yer değiştirdiği, ters-yüz olduğu, velhasıl öküzün arabanın arkasına koşulduğu tuhaf, netameli bir uygarlıktır…
-Kapitalizmden çıkmak dışında bir yol görünmüyor. Ancak çıkalım deyince bize kimse kapıyı açmayacak. Bu zor süreçte özyönetim ve otonom bölgelerin oluşturulabilmesinin çıkış kapısının aralanmasında bir rolü olabilir mi? Küçülme ekonomisi bu koşullarda hayat bulabilir mi?
Elbette olabilir ama kapitalizmi yerinden oynatmakta yeterli olmaz. Küresel oligarşi, her yerdeki hâkim sınıflar, özyönetime dayalı otonom bölgeler ‘adacıklar’ tarafından yerinden edilemez. Bir de zaten kapitalizmden çıkmak için çok zamanımız yok. Fakat, söz konusu deneyler kapitalizmden çıkıldığında nelerin nasıl yapılabileceğine dair önemli bir birikim sağlar. Zaten sosyalizm de her aşamada özyönetimi varsayar… Özyönetim olmadan sosyalizmden söz edilemez. Zira, özyönetim demek, geniş emekçi kitlelerinin sosyal sürecin her aşamasına müdahil olması, belirleyici olması demektir. Özyönetim demokrasinin de vazgeçilmezi, önkoşuludur…
Fakat, ‘küçülme ekonomisi’ otonom bölgeler sayesinde mümkün olmaz. İstersen şu ‘küçülme’ meselesine açıklık getirelim… Söz konusu akım 2002’de Fransa’da sahneye çıktı. İlk ortaya çıktığı dönemden beri yakından izledim. Fransızca “décroissance”ı İngilizceye çevirmekte zorluk çekildi. Sonunda “degrowht” da karar kılındı. Décroissance, büyümenin tersi. Adem-i merkeziyetçilikte olduğu gibi. Söz konusu akım esas itibarıyla sorunun ‘tüketim’ cephesine odaklanıyor… Elbette o konuda çok önemli katkıları var, mesela reklam eleştirileri önemli. Eğer tüketiciler, sorumlu, etik bir tavır ortaya koyabilirlerse, işte gönüllü yetingenlik tercihi yaparlarsa, sorunun çözülebilir olduğunu ileri sürüyorlar. Şahsen gönüllü yetingenlik tercihi yapmış ve öyle yaşayan biri olarak, eylemimi abartma taraftarı değilim… Gönüllü yetingenlikle taşı yerinden oynatmak mümkün olmaz ama, öyle bir tercih yapabilenler, şeylerin geleceğine nüfuz etme avantajına sahip olurlar… En azından ‘suça ortak olmazlar… Décroissantlar kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini, iktidarın hedef alınması gereğini atlıyorlar… Tabii ‘küçülme” denilenin de nüanse edilmesi gerekir… Birçok yararsız, daha ötede zararlı şeyin üretimini ivedilikle durdurmak gerekiyor. Birçok şeyin de üretiminin kısılması gerekiyor ama bazı şeyleri de özellikle de yeryüzünün lanetlilerinin yaşadığı, şimdilerde Güney denilen ülkelerde de birçok şeyin, işte altyapı yatırımları, gıda [tarım], eğitim, sağlık, vb. artırmak gerekiyor… Dolayısıyla her yerde, her şeyin küçülmesi gerekmiyor…
-Kapitalizm koşullarında küçülmenin imkânsız olduğu bir gerçek. Kapitalizmin yerine koyabileceğimiz alternatifler içinde sosyalizm özel bir yer tutuyor. Toplumsal refah hedefiyle kalkınmayı öngören sosyalizm koşullarında bir ekonomik küçülme programı uygulanabilir mi?
Kapitalizmden çıkış veya aynı anlama gelmek üzere eko-sosyalist bir geçiş sürecinde, sosyalizm koşullarında senin söylediğin anlamda bir küçülme programı sadece mümkün değil aynı zamanda gereklidir de. Zaten bir planlı ekonomi söz konusu olacağına ve o planın ekolojik planlamayı da içereceğine göre, küçülme zaten zorunluluktur… Zira, şimdilerde üretilen, binlerce, on binlerce lüzûmsuz ve zararlı şeyin üretimini ivedilikle durdurmak gerekiyor ve zaten başka türlü yapmak da mümkün değildir… Mesela ilk yapılacak şeylerden biri, hemen fosil enerji alanındaki yatırımları durdurmaktır ama onun gibi birçok lüzûmsuz, zararlı üretim yapılıyor ki, doğa-toplum metabolizmasını altüst ediyor, iklim krizini tetikliyor.
-Kapitalizmin kalkınma anlayışı toplumsal refahı değil, sermayenin kalkınmasını tarif etmektedir. Kalkınma kavramı sosyalist ekonomide ve kapitalist ekonomide taban tabana zıt anlamları olsa da bir kafa karışıklığı ortaya çıkabiliyor. Bu karışıklık günlük hayatta nasıl sadeleştirilip ayrıştırılabilir?
Kapitalizm dahlinde kalkınma diye bir şey asla mümkün değildir. Münhasıran kâra endeksli, kullanım değeri değil, değişim [mübadele] değeri üretmek zorunda olan bir sistemde söz konusu olan, kalkınma değil, ekonomik büyümedir… Ekonomik büyüme denilen de aslında sermayenin büyümesidir… Kalkınmaysa, politik ve sosyal öncelikleri varsayar… Oysa, defaten yazdığım ve söylediğim gibi kapitalizm koşullarında büyüme-kalkınma özdeşliği diye bir şey asla mümkün değildir… Hesap ortada değil mi? Türkiye yüz yıldır büyüyor, büyüyor, büyümeyle yatıp büyümeyle kalkıyoruz, politikacıların, burjuva iktisatçılarının dilinden büyüme hiç düşmüyor ve tam bir iflas tablosu… Onun için neden söz ettiğini bilmek önemlidir…
-Her geçen gün kıtlaşan yaşamsal doğal kaynakların tükenmesinin önüne kapitalizm koşullarında sıfır büyüme ile geçilebileceğini savunanlar var. Böyle bir şey mümkün mü?
Esasen sıfır büyümeye gerek yok… Neyin ne kadar nasıl üretilmesi, nelerin üretiminin durdurulması gerektiği, eko-sosyalist planın konusu olabilir… Öyle bir şey de kapitalizm dahilinde asla mümkün değildir. Zira, kapitalizmin mantığı daha çok, her seferinde daha çok üretmeye endekslidir… Bir şey daha var: Kapitalizm reforme edilebilir, insafa gelebilir, “ehlileştirilebilir” bir sistem değildir… Asla, bana bu kadarı yeter diyemez… Her üretim tarzı, her sosyal formasyon, her uygarlık modeli belirli bir mantığa göre işler ve o mantığın dışına çıkıldığında sistem olmaktan çıkar… Bu sadece kapitalizm için değil, işte kölecilik, feodalizm, vb. için de aynı derecede geçerlidir…
-Kapitalizm koşullarında yerel, dengeli, sürdürülebilir kalkınma vb. yaklaşımlar sorunlara çözüm olabilir mi?
Öyle bir şey asla mümkün değildir. Elbette sınırlı zorlamalar yapılabilir ama taşı yerinden oynatmakta etkili olması mümkün değildir…
‘Toplum değişimin içinde olacak’
-Küçülme ekonomisinin toplumda mutsuzluğa yol açabileceği ve ataleti besleyebileceği görüşleri var. Ancak diğer tarafta yaşam alanlarımız hızla daralıyor. Toplumun böyle bir sürece ikna edilmesi mümkün mü?
O halde iki şey, birincisi kapitalizm dahilinde küçülme mümkün değildir. İkincisi, eko-sosyalist bir geçiş sürecinde de neyin küçülüp- neyin büyüyeceğine demokratik olarak sürece dahil olan insanlar karar vereceğine göre, başka türlü olamaz-olmamalıdır, herhalde kendi kendilerini aç bırakmak istemeyeceklerdir… Elbette ülke zenginliğine el koyanlar cephesinde mutsuzlar olabilir ama uzun vadede onların da hayrınadır… Atalet meselesine gelince, sömürü düzeninde insanların işten, çalışmadan kaçınma eğilimi gayet anlaşılır bir şeydir… Emeğinizin ürününe kapitalist el koyuyorsa orada şevkle çalışılır mı? İnsan doğası diye bir şey yok. İnsanın fıtraten tembel olduğu düşüncesi bir egemen ideoloji kategorisidir… Toplumun bizzat sürecin içinde olacağı, üretim ve tüketim kararları da bizzat kendileri tarafından alınacağı için bir ikna sorunu ortaya çıkmaz…
-Son olarak eklemek istediğiniz şey var mı?
Aslında eklemek istediğim çok şey var ama yerimiz dar. Ama şu kadarını söyleyeyim: Artık büyük insanlığın aklını başına alması ve bu yıkım sürecine vakitlice müdahale etmesi gereken bir zamandayız… Aksi halde geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir… Bu aracın bu rotada yol almasını acilen durdurmak, rotayı sola kırmak gerekiyor…
Yeni Yaşam / 22.08.20