Türkiye, Irak’taki müdahale araçlarını meşrulaştırma ya da ortaklar bulma konusunda son aylarda bazı gelişmeler kaydetti. Ankara zafer havasında lakin müdahaleci stratejinin başarısına dair anlatılar, çuvalı pörtleten dikenli telleri andırıyor. Parti kapatma ve kayyım siyasetini sınır ötesine taşımanın sonuç verdiği ve veremediği haller var.
Yeni ortaklık Ankara’nın “terörle mücadele” konseptini Irak’a yedirmeye odaklı ama Bağdat’ı yola getirmek için buna ayartıcı teşvik paketleri eşlik ediyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 22 Nisan’daki Bağdat ziyaretiyle açılan yeni sayfanın sahaya yansımalarına baktığımızda PKK’ye karşı bazı neticeler alındığını ama Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Kerkük’le ilgili hesapların tutmadığını görüyoruz.
22 Nisan’da Bağdat’ta 27 anlaşma ve mutabakat zaptı imzalanmıştı. Erdoğan Suriye’de yarım kalan 30 km derinliğinde güvenli bölge planını Irak’tan İran sınırına kadar germe, bu minvalde sayıları artan askeri üsleri kalıcı kılma, Iraklı tarafları menzili genişleyen askeri operasyonlara ortak etme konusunda büyük beklentilerle Bağdat’a gitmişti. Güvenlik alanındaki anlaşma çıkmamıştı. Buna yönelik Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Güvenlik Mekanizması’nın dördüncü toplantısı 15 Ağustos’ta Ankara’da yapıldı. Nihayet Askeri, Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı imzalandı.
Erdoğan’ın ziyareti sırasında Irak, PKK’yi yasaklı örgütler listesine almıştı. Ankara’daki son toplantının hazırlık çalışmaları sürerken Türk tarafını memnun eden bir gelişme daha oldu: Irak Yüksek Yargısı 6 Ağustos'ta PKK’yle ilintili Ezidiler Demokrat ve Özgürlük Partisi, Demokratik Mücadele Cephesi Partisi ve Özgürlük Hareketi’nin faaliyetlerini yasakladı. Karar, mallarına el konulmasını da içeriyor.
PKK’nin siyasi yapılanması Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK), hakim Kürt partilerle mutabakat gereği pasifti. Fakat PKK’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile ilişkileri bozulurken ağırlıklı olarak Şengal, Süleymaniye ve Kerkük merkezli çalışan üç parti ortaya çıktı.
Bozuşmanın birkaç nedeni vardı: 2012 Hewler Mutabakatı’yla Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ni Demokratik Birlik Partisi (PYD) öncülüğündeki özerk yönetime katma çabaları sonuçsuz kaldı; KDP zaman zaman Fişhabur sınır kapısını kapatarak ambargo uyguladı; 2014’te peşmerge IŞİD’in Ezidileri katlettiği Şengal’den çekilirken PKK varlığını artırdı; KDP, Pençe-Kilit operasyonlarının hedeflerine uygun pozisyon aldı...
Türkiye, KYB’yi de “PKK ile ilişkiyi kes yoksa…” diye tehdit ederken, Ankara’ya istediğini veren Bağdat oldu.
***
Mutabakat zaptı iki yeni adımı içeriyor. Birincisi Bağdat'ta Ortak Güvenlik Koordinasyon Merkezi kurulacak. Bu merkez sadece terörle mücadele ve sınır güvenliği değil uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığıyla da ilgilenecek.
İkinci adım; Musul yakınlarındaki Başika üssü Ortak Eğitim ve İşbirliği Merkezi’ne dönüştürülecek.
Irak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin “Bu iki ülkenin tarihindeki ilk mutabakat zaptıdır" ifadelerini kullandı.
Mutabakatın önündeki anlaşmazlık konularının başında askeri üsler geliyordu. Erdoğan’ın güvenli bölge tasarımı Türk askeri varlığını meşrulaştırmayı ve kalıcı hale getirmeyi hedefliyor. Ayrıca Erdoğan, Mahmur ve Şengal’deki durumu değiştirmek istiyor. Mutabakat peşinen bu hedefleri karşılamıyor.
2015’te IŞİD’e karşı operasyonlar sırasında Türkiye’nin üslendiği Başika restleşme noktasıydı. Irak tarafı defalarca boşaltılmasını istedi. Erdoğan üste “terör örgütü” dediği Haşd’ül Şaabi’ye karşı Sünni bir güç olarak Haşd’ül Vatani’yi örgütlemeye kalkıştı. Bu Sünni milislerle Musul’a girme planı elinde patladı ama Başika’dan da çekilmedi. Bunun üzerine Haşd el Şaabi grupları defalarca üsse saldırdı. Erdoğan 2016’da şunu söylüyordu:
“Irak ordusu kimlerden oluşuyor? Kahir ekseriyetiyle Şia’dan oluşuyor. Bunlar Musul’a geldikleri zaman kimlerle vuruşacaklar? Sünnilerle. Oraya kimi sokacaklar? Haşdi Şabi’yi. Karşılarında kim var? Haşdi Vatani. Haşdi Vatani kim? Musul’un yerli insanları. Haşdi Şabi nereden geliyor? Dışarıdan.”
Şimdi Haşd el Şaabi, Türkiye’nin karşısında masada ve mutabakat için rızası alınan taraf.
Peki, Başika meselesi nereye bağlandı?
Hüseyin yeni statüye biraz açıklık getirdi: "Başika, Irak eğitim karargahına dönüştürülecek. Sorumluluk Irak silahlı kuvvetlerinde olacak."
Bu çerçeve Türk askerinin çekilmesini gerektirmese de kontrol Irak’a geçiyor.
El Arab gazetesi mutabakatın Türk askerlerinin varlığını meşrulaştırdığını ve kontrolsüz hareket kabiliyeti sağladığını öne sürdü. Kürt kaynaklardan da benzer yorumlar geliyor. Pratikte Türkiye bildiğini okuyor ama ne olacağını görmek için beklemeli.
***
Bağdat’taki dirence rağmen Türkiye’ye gösterilen esnekliği neye bağlamak lazım?
Karmaşık bir denklemle kuşatılan Başbakan Muhammed Şiya el Sudani manevra alanı arıyor. İran-Amerikan bilek güreşinin ortasında. Kendisini başbakan yapan Şii Koordinasyon Çerçevesi’ne karşı eli zayıf. Amerikan üslerine saldıran Haşd el Şaabi gruplarını kontrol edemiyor. ABD’yi memnun edemiyor, İran’la da bozuşamıyor. İki yakası kavgalı Kürdistan’la ilişkileri de iyi tutmak gerekiyor. 2025’teki seçimlere façasını çizdirmeden girip koltuğunu korumak istiyor. Pek çok şeyi birbiriyle dengelemesi şart. Böylesi bir ortamda Ankara ile al-ver ilişkisine girdi.
Şii partilerin itirazlarını geriletecek bazı faktörler var: Fırat ve Dicle’den bırakılan suyun miktarı ve suyun yönetimi konusunda beklentiler yaratıldı. Su Alanında İşbirliğine İlişkin Çerçeve Anlaşması’na göre altyapı, çevre ve su kaynaklarının kullanımına ilişkin projeler geliştirilecek. Siyasi irade şart. Fakat Irak tarafında irade bir var bir yok. Beklentiler askıda kalabilir. Türkiye’nin daha fazla su bırakacağını sananlar da yanılabilir. Türk tarafı basitçe diyor ki; “Su yok, kaynaklar azalıyor; o yüzden yağış mevsimlerinde suyu tutacak barajlar yapalım, kayıplara yol açan kanalları yenileyelim, sulama tekniklerini geliştirelim.”
İkinci teşvik paketi Kalkınma Yolu Projesi. Irak açısından cazibesi yüksek. Tabii Türkiye bunu güvenlik koridoru olarak tasarladığı için karşıda itirazlar yükselebilir. Yine de Bağdat’a 1990’dan beri kontrol edemediği Kürdistan bölgesinde daha fazla varlık gösterme kanalları açılıyor. Bu süreç sınır güvenliğinde ortaklıkla başladı, Kalkınma Yolu ile genişleyebilir. Başika’da yetki devri de itiraz cephesini geriletebilir.
Bir diğer faktör vize muafiyeti. 15 yaş altı-50 yaş üstü grup için vize serbestisi 1 Eylül’de başlıyor.
PKK ile ilgili önlemleri kolaylaştıran bir gerekçe de çarşı-pazar kundaklama eylemlerinden sepete girdi. 1 Temmuz’da Irak İçişleri Sözcüsü Mikdad Miri ile Kürdistan İçişleri Divanı Genel Müdürü Dr. Hemin Mirani, Kerkük, Duhok ve Erbil çarşılarındaki yangınlarla ilgili yakalanan üç zanlının PKK bağlantılı olduğunu açıkladı. PKK suçlamaları reddetti. Zanlılardan birinin 70. Peşmerge Birliği’nden, diğerinin Süleymaniye Terörle Mücadele Birimi’nden olması KYB üzerinde baskı kurulmasına yetti.
***
Türkiye, PKK’ye karşı stratejide KDP’yi kendine ortak etti. KDP’li Irak Dışişleri Bakanı Hüseyin de Kandil, Mahmur ve Şengal’deki PKK varlığının Irak için tehlike arz ettiğini söyledi. Yasaklanan partileri de “PKK’nin paravanları” diye niteledi. Ankara aynı ortaklığı göstermediği için KYB’yi hedefe koydu. KYB’nin Kerkük’te valiliği almasını önleme girişimleri de bundan kaynaklandı.
İşte Türkiye’nin tutmayan hesaplarından birisi burada yatıyor. Hesap neydi? KDP, Irak Türkmen Cephesi (ITC) ve Arap partileri bir araya getirip KYB’yi açığa düşürmekti. Fakat Bağdat’ta 10 Ağustos’ta düzenlenen meclis oturumunda valilik makamı KYB’ye gitti; Rebwar Taha koltuğa oturdu. 16 üyeli mecliste KYB 5, KDP 2, Arap İttifakı 3, Gıyade 2, Urube 1, ITC 2 koltuk kazanmıştı. Bir koltuk da kotayla Hıristiyanlara ait. KDP, ITC ve eski atanmış Vali Rekan Cuburi’nin Arap İttifakı, Bağdat’taki toplantıya katılmadı. Yüksek mahkemeye giden bu tayfa, oturuma katılan üç Arap üyeyi Süleymaniye’de birer villa, 3'er milyon dolar para ve birer lüks araç aldıkları iddiasıyla itibarsızlaştırıyor. Olayın aslını bilmesek de Kerkük’te bir hakikat var: Seçimin galibi KYB’yi dışlayıp Türkmen Cephesi’ni dönüşümlü formülle koltuğa oturtma girişimi zorlamaydı. Hatta Türkiye rahat bıraksa Türkmenler Arap milliyetçisi blokla değil Kürtlerle birlikte hareket edebilir. Ankara Müslüman Kardeşler’den Hasan Turan’ı ITC’nin başına geçirerek Türkmenleri gerçeklikten kopuk politikalara zorlayıp duruyor.
Burada kendilerini “Kerkük Kürdistan mı, Türkmeneli mi” tartışmasına kaptıranları ters köşeye gönderecek bir başka durum var. Bağdat’ta Araplar neden KYB’yi tercih etti? Yanıtını Asaib Ehl’ül Hak lideri Kays el Hazali veriyor:
“KYB'yi Kerkük'ün Iraklı kimliğini kabul etmesi koşuluyla desteklemeye hazır olduğumuzu bildirdik. Şehrin kimliği Iraklı olarak kaldığı sürece valinin etnik kökeni önemsiz. Arap tarafının huzurunda KYB, Kerkük'ün bir Irak şehri olduğu konusunda taahhütte bulundu. KDP, Kerkük'ü Kürdistan Bölgesi'ne dahil etmek istiyor. Ancak bizim niyetimiz Kerkük'ü Musul ve Diyala gibi bir Irak şehri olarak muhafaza etmektir. KDP asla Kerkük'ü bir Irak şehri olarak tanımayacak.”
Eski Meclis Başkanı ve (Sünni) Tagaddum’un lideri Muhammed el Halbusi de KYB’den yanaydı. Hatta Türkmen Milletvekili Garip el Asker de ITC’nin boykot ettiği oturumdaydı. Ankara Sünni blok üzerindeki etkisini yitirdi. Şii Türkmenler de İran’ın oyun alanında.
Üstelik Türkiye’nin müdahaleleri Kürtler arasındaki gerilimi büyüttü. Kerkük’te seçime girerken bölündüler, valiliği belirlemeye sıra gelirken de ayrı düştüler. Sonuçta krize Bağdat el koydu; vali Kürt, meclis başkanı Arap oldu. Kerkük idaresinde 19 makam Araplara, 18 makam Türkmenlere ayrıldı. Kerkük’ün dört kaymakamlığından birinde ve üç nahiyede yönetim Kürtlerde olacak. ITC kesinlikle yeni yönetimle çalışmaktan yana değil. Ankara öyle istiyor! Halbuki Necmeddin Kerim zamanında Kürtleşmeden yakınan Türkmenler, 2017’den sonra atanmış Arap valiyle tekrar Saddam dönemine savrulduklarında Kürt valiyi arar hale gelmişti. Irak Yüksek Yargısı, Kürdistan’da KDP’ye yarayan ve 5 Türkmen’in seçilmesini garantileyen azınlık kotasını da kaldırmıştı. Bu da KYB lehine bir müdahaleydi. KYB Kerkük’te de istediğini aldığına göre Bağdat’ın hassasiyetlerine daha da duyarlı olabilir. Bu hassasiyet duruma göre Türkiye’nin taleplerini de yansıtabilir.
Özetlersek bazı hesaplar Bağdat’tan dönebiliyor.
Ankara yeni sayfayla bir şeyler aldı ama hedeflerinin hâlâ çok gerisinde. Şu aşamada ne büyük bir hezimetten söz edilebilir ne de büyük bir zaferden. Siyasi dengeler alabora olabilir ve anlaşmalar kâğıt üzerinde kalabilir.
Gazete Duvar / 19.08.34