Çalışma kaynaklı sağlık ve hastalık alanlarında, özellikle de Vietnamlı manikürcüler, Latin Amerikalı inşaat işçileri veya Kamboçyalı asbest bertaraf işçilerinin yaşam/mahalle alanlarını da içerecek bir şekilde yaptığı kapsamlı çalışmalarından tanıdığımız Müdahil Araştırmacı Cora Roelofs'un bu konuda hepimizin aklımıza kazınmış bir metaforu var: “İşçiler iklim değişikliğinin (madenci) kanaryalarıdır!”. Bilirsiniz, erken dönemde kömür madencilerinin zaruretten bulduğu işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinden biri madene kanarya ile inmek imiş. Kanaryalar metan gazı birikmesini en düşük seviyelerinden beri hisseder ve yaklaşan felaketin emaresi olarak madenciler, kanaryaların bedenini takip ederlermiş. İşte bugün de içinden geçtiğimiz üretim sisteminin ekolojik sonuçlarının parçası olan iklim krizini de okuyacağımız bedenler, alarm veren işçi bedenleridir. Ona her açıdan bağlı oldukları iş yerlerinde, yani kendilerini koruyacak hareketliliklerini kısıtlayacak şartlar altında maruz kalanlar, daha yoğun ve uzun süreyle iklim krizinin çeşitli görüngülerine maruz kalanlar işçiler, işçilik anlarımızdır. İklim krizi bu yüzden bir işçi sağlığı ve iş güvenliği krizi, sorunu ve müdahale alanıdır. Roelofs aynı zaman iklim krizi ve afetler karşısında "işveren güvenlik yükümlülükleri" hakkında dair çalışmalar yaparak, Türkiye'de çok yaygın olan "Suçu kurbana at!" mantığı ile formüle edilen, işçinin sırtına yüklenen "güvenlik kültürü ve güvenli davranış" yaklaşımını da ters yüz ediyor.
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin Birleşik Krallık'taki kardeş kurumu Hazards Campaign'in her sene işçi sağlığı ve güvenliği temsilcileri ile ağustos ayında gerçekleştireceği ve çevrim içi katılımın mümkün olduğu senelik kongresinin bu seneki konusu da "İklim Değişikliği ve İşçilerin Sağlık ve Güvenliği: Ölümcül Bir Birleşim" başlığını taşıyor. (1) Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC bu sene 28 Nisan İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma, Yas ve Mücadele Günü'nün ana temasını ‘İklim değişikliği ve işçi sağlığı olarak belirledi’.(2)
İklim krizinin nedenlerinin kapitalist emek ve ekoloji rejiminin kaynak kullanım, yatırım, üretim ve tüketim önceliklerinde yattığını biliyoruz. Nedenlere girmeden, sonuç veya baş emarelerinin çalışma hayatına etkilerini bizzat yaşamıyorsak bile tahayyül etmek zor olmayacaktır: Orman yangınları da dahil olmak üzere iklimle ilgili felaketlerde bir artış, sıcak hava dalgaları ve kuraklıklar, tarımsal ürünlerde kayıplar ve artan hava kirliliği her bir iş yerini bir afet katmanı ile sardığı gibi, iklim kaynaklı göçler ve böylelikle her türlü işi kabul etmeye hazır güvencesiz, muhtaç işçi nüfusu artmakta. Tarım-hayvancılık-orman, inşaat, madenler, tersane, yol, taşımacılık, kuryelik, tuğla yapımı, afetlere müdahale işi gibi doğrudan doğada yapılan işlerde veya kapalı mekanlarda yoğun ısıya maruz kalınarak çalışılan iş yerlerinde (fırınlar, endüstriyel ocaklar, haddehaneler, depolar, çamaşırhaneler, fabrikalar gibi) aşırı sıcağa bağlı ölümler ve yaralanmalar artıyor. Aynı zamanda aşırı iklim olayları dikkatsizlik, bitkinlik ve stresin artmasına neden olarak yaralanma ve ölümlü kaza riskini de artırıyor. Aşırı doğa olayları sırf sıcaklık değil ani bir afet (fırtına, hortum, kasırga, sel, orman yangını, heyelan...) şeklini alınca iş yerleri birer sanayi felaketi tuzağına dönüşebiliyor. Mardin'de özelleştirilmiş elektrik dağıtım altyapısının iklim krizine hazırlıklı olmaması; yaşam alanı iş alanı olan pek çok köylü, çiftçi ve çobanın da ölümüne yol açtı.
İnsanın işçileşmiş bedeni doğal bir ortamda olsa, kediler gibi serin ve rüzgarlı bir köşeye çekilip mümkün olduğu kadar hareketsiz kalacakken, sıcaktan savaş meydanına dönmüş güneşin ve tozun alnına sürülmeye devam ediyor.
Yazın belli sektörlerde açıkça artan iş cinayetlerine bakınca sonuçları itibarıyla aşırı sıcaklar, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun meşhur 13. maddesinde düzenlenmiş “tehlikeli işi ret hakkı” kapsamında değerlendirilmeli, fakat bu bireysel hak ancak örgütlenerek ve fiili güç oluşturarak elde edilebilir. Ani iş cinayetleri dışında, aşırı sıcakların iş yerindeki kimyasal ve sair toksik maddenin etkisini artırarak, yeni patojenler ortaya çıkararak, yeni tür bitki ve böceklerle “mücadele” adı altında daha fazla tarımsal kimyasalların kullanılmasına yol açarak, hava kirliliği ve bulaşıcı hastalıkları artırarak mesleki kanserleri, kalp, damar, solunum, göz ve böbrek hastalıklarını ve psikososyal bunalımları tetiklediği, bunları niceliksel ve niteliksel olarak bir üst seviyeye çıkardığı da açık. Dünyada hâlâ hamile kadınlar, çocuklar, sakatlar gibi pek çok kırılgan bedenlerin en riskli ve toksik iş yerlerinde çalıştığını biliyoruz. Bunun artan sıcaklarda cinsiyet, nesil ve etnik eşitsizlikleriyle dolaylanan artı bir işçi sağlığı krizi yaratacağını öngörmek zor değil. Bunlara dair "bilimsel" araştırmalar ancak bir mücadelenin parçası olarak bu görünmez kayıp kıtasını görünür kılabilecektir. Bugün aralıklı, daha sık molalı çalışma, klimatizasyon gibi geçici çözümlerin bu büyük kayıp adasındaki yeni sorunlara deva olma gücü olmadığı ortada.
İklim değişikliği, ekolojik yıkım, aynı zamanda iş cinayetlerini niceliksel olarak artıran ve niteliksel olarak da şiddetlendiren zemini teşkil ediyor. ABD gibi bazı ülkelerde yapıldığı gibi, Türkiye'de resmi SGK istatistiklerinde ısıya bağlı ölümlerin kaydı tutulmuyor. Türkiye'de zaten AB ve AGİT ortalamasının en üstünde yer alan uzun haftalık çalışma saatleri, yeni hafriyatçılık, inşaata hücum ve endüstriyel tarım gibi yükselen sektörlerin iklim krizi ve iş cinayetleri bağlantısını hızlandıracağını öngörmek zor değil. Pek çok işçi “Çok sıcak olduğu için” halihazırda uygunsuz olan kişisel koruyucu donanımları bile takamadığını ifade ederken, zaten çok kısıtlı şekilde kullanılan uygun kişisel koruyucu donanımların bile yeni iklim krizi dönemine uygun olmama ihtimali büyük. Fakat Türkiye'de sendikaların uluslararası sendikal konfederasyonların kampanyalarını sitelerine koymak dışında özgün ve sahada bir iklim krizi ve işçi sağlığı ve iş güvenliği politikası olmadığını tespit ediyoruz. Bu alanda da sağlık ve yaşam odaklı sendikacılık, örgütlenmenin önündeki engelleri açacak gücü teşkil ediyor.
Görüldüğü gibi çevre adaleti ile sınıf mücadelesinin iç içe geçtiği en bariz alanlardan biri iklim krizidir. İklim krizi konusunu şirketlerin halkla ilişkiler ve riskle beslenen yeni piyasa yaratma iştahından ve yeşile boyamadan kurtarıp, gerçek, yaşamsal bir dönüşüm sağlamanın yaklaşımı da bu izlekte olmalıdır.
1- https://www.hazardscampaign.org.uk/
2- https://www.ituc-csi.org/climate
Görseldeki afiş ve kampanyası: https://www.hazards.org/climate/badclimate.htm
Evrensel / 29.06.24