“Fabrikalarda biz,
tarlalarda biziz,
biziz hayatı yaratan.
Din farkı bilmeyiz,
dil farkı bilmeyiz,
sanki doğduk bir anadan.
Anamız amele sınıfıdır, yurdumuz bütün cihandır bizim."
Emperyalist-kapitalist sistemin efendileri nüfuz alanlarını genişletmek, yeni hammadde ve pazar alanları yaratmak uğruna dünyayı kana bulamaya devam ediyorlar. Bunun bedelini ise her zaman olduğu gibi mazlum halklar ödüyor. Savaşlar nedeniyle Suriyeli, Afganlı, Afrikalı vb. milyonlarca insan yerlerini, yurtlarını terk ettiler. Canlarını kurtarmak için birçok başka ülkelerin kapısına dayandılar. Tüm dünyada göçmen ve sığınmacı nüfusu rekor seviyelere ulaştı. Öyle ki 21. yüzyılın küresel göç yüzyılı olacağı üzerine konunun uzmanlarının pek çok değerlendirmeleri bulunmakta.
Türkiye’de ise göçmen nüfusunun özellikle Suriye savaşı sonrası orantısız biçimde artması çözülmesi gereken belli bir toplumsal soruna işaret ediyor. Saray rejimi de düzen muhalefeti de göçmen sorununu kendi çıkarları üzerinden kullanıyorlar. İktidar emperyalistlerden gelecek paraları hesap ederek kimi zaman göçmenlerin hamisi oluyor, kimi zaman göçmenleri sınır kapılarına yığarak bir “tehdit” malzemesine dönüştürüyor, emperyalistler karşısında pazarlık payını artırmaya çalışıyor. Bu politikalara karşı oluşan tepkilerin üzerini örtmek için ırkçı-şoven kışkırtıcılıkla işçi ve emekçileri gerici bir zeminde taraflaştırıyorlar. Zafer Partisi gibi ırkçı-şoven partiler ise tamamen kendini göçmen karşıtlığı üzerinden var ediyor. Düzen siyasetinin ve onun sözcülüğünü yapan medyanın aracılığıyla ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik, kadın cinayeti, istismar gibi sorunların sorumlusu göçmenlermiş gibi bir algı yaratılıyor. Göçmen karşıtı tepkiler toplum içerisinde adeta körükleniyor.
Düzen siyasetinin temsilcileri göçmenler üzerinden kendi çıkarlarına göre siyaset yaparken sermayedarlar da göçmenlerden kendi çıkarlarına göre faydalanıyorlar. Kayıtlı ve kayıt dışı göçmen işçiler ucuz emek gücü olarak tekstil, inşaat, tarım, hizmet sektörü başta olmak üzere tüm alanlarda çalışıyorlar. AKP sözcülerinden Mehmet Özhaseki’nin “Şimdi bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar. Gaziantep sanayisine gidin yüz binlerce insan en ağır ve en zor işlerde çalışıyorlar. Kayseri sanayisinde de öyle. İşçi bulamıyorlar, bu adamlar çalışıyor.” sözleri tabloyu sermayedarlar açısından özetler nitelikte.
Toplumda oluşturulmak istenen göçmen karşıtlığı karşısında işçi sınıfının nasıl bir tutum alması gerektiğini tartışmak önem kazanıyor. Bunun için de körüklenen göçmen düşmanlığına kapılmadan gerçek tabloya bakmak gerekmektedir. Tüm dünyada uzun yıllardır neoliberal politikalar kapsamında sosyal yıkım politikaları hayata geçirilmekte, işçi ve emekçilerin kazanılmış hakları gaspedilmektedir. Emperyalistlerin hegemonya mücadeleleri, yaşanan bunalımlar ve savaşlar kitlesel göçleri zorunlu hale getirmekte, tüm dünyada göçmen sayısını artırmaktadır. Emperyalist-kapitalist sistemin efendileri kirli savaşlarda yaşanan vahşetlerin sorumlusu oldukları kadar milyonlarca insanın yerlerinden edilmesinin de sorumlusudurlar. Diğer yandan ucuz işgücü olarak görülen, en kötü ve güvencesiz işlerde çalışmaya mahkûm edilen göçmen işçiler sermayedarlar açısından işçi sınıfının üzerinde baskı aracı olarak kullanılmaya çalışılmaktadır.
Açığa çıkan tablo göçmenlerle ilgili işçi sınıfının alması gereken tutuma işaret etmektedir. İşçi sınıfı olarak göçmen sorunu karşısında ne yapmalı ve nasıl yaklaşmalıyız konusunda öne çıkan başlıkları şöyle sıralayabiliriz:
– Öncelikle emperyalistlerin ve onların işbirlikçisi AKP-MHP iktidarının savaş politikalarının karşısında durmalıyız. Emperyalistlerin Ortadoğu’dan elini çekmesini, Türkiye’nin derhal Irak ve Suriye’den çekilmesini talep etmeliyiz.
– Suriye’de iç savaşı körükleyen, oradaki cihatçılara yardım eden, böylece sorunun derinleşmesine yol açan devletlerin başında Türkiye gelmektedir. Türk devletinin cihatçı çetelere olan yardımlarını derhal durdurmasını talep etmeliyiz.
– İç savaştan kaçıp gelen Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesi birçok göçmenin de arzulayacağı bir durumdur. Fakat bunun için Türkiye’deki ve Suriye’deki emekçilerin barış için birlikte mücadele etmeleri gerekir.
– Yaratılmak istenen göçmen düşmanlığına ve değişik siyasal partilerin bundan rant devşirme çabalarına prim vermemeliyiz. Yerinden yurdundan olarak göç etmek zorunda olmalarının sebebinin emperyalistler ve işbirlikçiliğini yapan AKP iktidarının savaş, yağma, talan politikaları olduğunu açıktır. Öfkemizi bu sorunu yaratan emperyalistlere ve onların işbirlikçisi iktidara yöneltmeliyiz.
– Sömürü düzeninin efendilerinin bizler arasında oluşan düşmanlıktan beslendiğini, bizleri bölerek, karşı karşıya getirerek kendi zenginliklerine zenginlik kattıklarını unutmamalıyız. Bizleri sömürenlerin, işsizliğe, geleceksizliğe mahkûm edenlerin göçmenler değil sermayedarlar ve onların hizmetindeki iktidar olduğu bilinciyle hareket etmeliyiz.
– Başta Suriyeliler olmak üzere göçmen işçilerin çalışma koşullarımızı kötüleştirdiğini, işimizi elimizden aldıklarını düşünüyoruz, bunun için tepki duyuyoruz. Böyle davranarak tam da sermayedarların istediğini yapıyor, birlikte mücadele ederek insanca çalışma koşulları elde etmek yerine kölece çalışma koşullarına mahkûm oluyoruz. Çalışma koşullarımızı kötüleştiren, işsizliği artıran sermayedarların kâr hırsına dayanan kapitalizmin işleyiş yasalarından başkası değildir. İnsanca çalışma koşullarına sahip olmamız göçmen düşmanlığıyla değil birlikte mücadele ederek gerçekleşebilecektir.
– Sadece kendimiz için değil göçmen işçiler için de güvenceli çalışma koşulları ve insanca yaşamaya yetecek ücret talep edebilmeliyiz. Başta sendikal zeminler olmak üzere ortak örgütlülük zeminleri yaratarak bizlerin sömürüsü üzerinden büyüyenlerin karşısına dikilmeliyiz.
Avusturya İşçi Marşı’nda söylendiği gibi;
“Fabrikalarda biz, tarlalarda biziz, biziz hayatı yaratan
Din farkı bilmeyiz, dil farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan
Anamız amele sınıfıdır, yurdumuz bütün cihandır bizim”
Bu bilinçle göçmen, yerli ayrımı yapmadan işçi sınıfının birliğini oluşturup insanca yaşanacak dünyayı hep birlikte kuralım.
Emeğin Kurtuluşu’nun 36. sayısından alınmıştır…