“Çözüm sürecini bitiren olay” olarak bilinen Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi davasında sona gelindi. Ama...
Evet koskoca bir “ama” ile sona gelindi. Onlarca kuşkuya, ortada tek bir delil olmamasına, polislerin birbirleriyle çelişen ifadelerine rağmen olaydan iki buçuk yıl sonra 12. duruşmada savcı dört kişiye ikişer kez ağırlaştırılmış müebbet istedi. 1 Mart’ta karar duruşması var.
İki buçuk yıldan fazladır tutuklu olan dört isim hakkındaki tek elle tutulur “delil” polis imdat hattına yapılan iki ihbar telefonu. İkisi de birbirinin aynı olan telefonlar. Vicdanlarının sızladığını söyleyen ve polisleri vuranların isimlerini vereceklerini söyleyen kişiler. Nereden biliyorsunuz sorusuna ise “Abi ben bunların hepsinden haberdarım” diyen ya da “Orayı çok fazla karıştırma” yanıtını veren iki kişi.
Oysa polislerin öldürüldüğü evde onların hiçbirinin parmak izi bulunmadı. Tam aksine eve hiç gitmediğini söyleyen bir polis memurunun parmak izine rastlandı.
Sanıkların lehine olabilecek deliller görmezden gelindi. Olay günü sanıkların nerede olduğunu gösteren HTS kayıtları ise hiçbir kopyası alınmadan savcılık tarafından imha edildi.
Gençleri tutuklayan hâkim Nurettin Bulut, 15 Temmuz sonrası “FETÖ”den tutuklandı. İddianameyi hazırlayan savcı Mehmet Kıvanç Kılsızoğlu genç yaşına rağmen terfi edip Ankara’ya Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Merkezi’ne hâkim olarak atandı. Söz konusu merkezde darbe girişimi sonrası 14 savcı gözetiminde “FETÖ” şüphesiyle arama yapıldığını ekleyelim.
Otopsi savcısı dahil 22 polis “FETÖ”cü olduğu suçlamasıyla açığa alınıp, tutuklanıp, ihraç edildi.
Cinayetten sonra Şanlıurfa Emniyet Müdürü, polislerin cenaze töreninde kentteki paralel yapılanmaya dikkat çekti. Üstelik bir cemaat imamından söz edip, paralelcilerin emniyete sızdığını, istihbarat faaliyetlerini zafiyete uğrattığını, asayiş ve terör olaylarını tırmandırmaya çalıştığını anlattı. Son altı duruşmada altı savcı değişti ve mütalaa bile verilemedi.
Son mütalaada ise iddianame tekrarlandı.
Öldürülen iki polis Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar’ın polis arkadaşları Mustafa Bektaş, Metehan Daban, Enver Güler ve Burak Koru’nun olay gününe dair çelişkili ifadeleri dikkate bile alınmadı. Söz konusu eve hiç gitmediğini söylemesine rağmen evdeki 10 farklı parmak izinden dördü kendisine ait çıkan polis Burak Koru hakkında hiçbir işlem yapılmadı.
Dedim ya son mütalaada iddianame tekrarlandı diye. İddianamede sanıkların iki polisi öldürmek için karşı daireyi kiraladıkları, Suriye’den gelen bir grupla birlikte balkondan girerek cinayeti işledikleri ileri sürülüyordu. Ancak hangi şüphelinin gözcülük yaptığı, hangisinin “öldürme faaliyetini gerçekleştirdiğinin tespit edilemediği” de vurgulanıyordu.
Evet ama gelin görün ki suçlamada bahsi geçen evi kiraladığı söylenen isimler 17 ay sonra tahliye edilmişti ve aslında dava o zaman düşmüştü. Ancak ne hikmetse savcı bu kez evi kiralayanlar hakkında beraat isterken tutuklu dört sanık hakkında ikişer kez müebbet istedi.
Oysa eldeki tek delil olan ihbar telefonları konusunda da hiçbir araştırma yapılmamıştı.
O telefonlardan birinin adına kayıtlı olduğu şahıs ise mahkemeye gelmiş ve telefonun kendisine ait olmadığını, adının kullanılarak alınmış olabileceğini söylemişti. Söz konusu şahsın bir kardeşi “FETÖ”den tutuklandı, ağabeyi ise aranıyor.
Ortada bu derece ciddi bir “FETÖ” çemberi varken ve olayın kumpas olduğu iddiası dururken “çözüm sürecini” bitirmek için bahane edilen bu cinayetin arkasındaki soru işaretleri aydınlatılmadan dört kişi sadece “faili meçhul” iki telefon ihbarı nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla karşı karşıya...
Aslında bu yaşanan; aynen HDP’li milletvekilleri hakkında hazırlanan fezlekelerde olduğu gibi “çözüm süreci”ni bitirme bahanesi olarak tezgâhlanan olaylarda hâlâ “FETÖ-AKP” işbirliğinin Kürtlere karşı tam gaz sürdüğünün açık kanıtı.
Cumhuriyet / 01.03.18