Fehim Taştekin: Erdoğan’ın şantaj siyasetinin yaptırım gücü yok

Gazeteci Fehim Taştekin ile NATO zirvesinin sonuçlarını, Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakmasını ve haftaya gerçekleştireceği Körfez turunu değerlendirdik.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 15 Temmuz 2023
  • 18:55

Litvanya’daki iki günlük NATO zirvesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine destek vereceğini açıklamasının peşinden “AB üyeliği” başlığını öne sürmesi ve Ukrayna’nın ise “NATO üyeliği” konusunda somut bir vaat alamaması ana gündemler oldu. Önümüzdeki haftanın başında ise Erdoğan, Körfez ülkelerine para aramak için gidecek. Gazeteci Fehim Taştekin, gelişmeleri değerlendirdi.

"Erdoğan defalarca el yükseltti sonra çark etti"

Erdoğan’ın Batılı müttefiklerle çalkantılı ilişkilerinde dümen tutturabilmek için şantaj siyaseti gütmeyi alışkanlık haline getirdiğini belirten Taştekin, “İsveç ile ilgili ön koşullarda sonuna kadar gidemeyeceği belliydi. Bunu başka konularda pazarlık vesilesi yaptı” diyerek şöyle devam etti: “Bu yüzden Avrupalılar da Erdoğan’a masadan kalkmadan sonuna kadar giden pazarlık ustası yakıştırmasını yapıyor. Belki odaklanılması gereken şey Erdoğan’ın pazarlık masalarında hakikaten istediklerini alıp almadığıdır. Erdoğan’ın Batılı müttefikler arasında kabul edilmek gibi psikolojik bir açmazı var. El yükselterek kendisini müzakere edilmesi gereken lidere dönüştürüyor. Muhteşem yalnızlığını ya da diplomatik dışlanmışlığını başka türlü gideremiyor. Öngörülebilir bir lider değil ama sonunda U dönüşleri yaptığı kanıksanan pragmatik dürtüleri çok güçlü bir lider. Ege ve Doğu Akdeniz’deki kavgalar ya da göç akınından kaynaklı krizlerde defalarca el yükseltti ve sonra çark etti. Bunun iç siyasetteki kullanım değeri de var tabii. Erdoğan hem el yükseltirken hem ilişirken takındığı tüm tavırları içeriye iyi satıyor. NATO zirvesinde de bu taktiklerin tekrarlandığını söyleyebilirim. Şunu görmek lazım; el yükseltmek devamında yaptırım gücünü gerektirir. Erdoğan’da bu güç yok. Türkiye’nin stratejik ağırlığını basküle çıkartarak yol almaya alışıyor. Hepten başarısız olduğunu söyleyemeyiz ama itibarsız bir seyir defteri işliyor. Buradan baktığımızda İsveç’in üyeliği için öne sürülen koşullar özünde temel haklar ve özgürlüklerle alakalı. İşin merkezinde hukuk devleti refleksi var. Erdoğan bu eşiği çok zorladı. Ankara’nın terörle mücadele argümanında NATO ya da AB üyeleri arasında karşı karşıya gelmeyeceği çok az ülke var. İsveç’i bunaltan tartışmanın aynısını diğer AB üyeleriyle de yapabilir. Ama İsveç onun için kolayca ele geçirdiği bir karttı ve kanırta kanırta kullandı.”

"AB üyeliği talebinde samimi değil"

Taştekin’e göre Erdoğan da Türkiye’deki NATO’cu liderler kuşağının devamı ve karşı çıkışlar yapması bu çizgiden saptığı anlamına gelmiyor: “İsveç faslında diretmenin maliyetleri olacağını gördüğü noktada hemen Türkiye’nin AB üyeliğinin önünün açılması şartını öne sürdü. Bu talepte de samimi değil. İnşa ettiği otoriter rejimle AB kapısında müzakerenin mümkün olmadığını kendisi de biliyor. O yüzden pazarlığı hemen vize serbestiyeti, Gümrük Birliğinin güncellenmesi ve ekonomik teşviklere getirdi. Umutla döndüğünü söyledi. Bu da bir satış stratejisi. Umut edilecek bir şey yok. Vize serbestliği için konulan şartlar belli; terörle mücadele yasasının değişmesi, insan haklarında güvencelerin oluşması, hukukun üstünlüğü, organize suç ve kara para ile mücadele, sınırların güvenliği vs. 72 başlıktan 66’sında ilerleme oldu ama kritik başlıklar kaldı. Üstelik bu süreçte Türkiye’den siyasi sığınmacı sayısı arttı. Türkiye terk edilen bir ülkeye dönüşürken AB’de kimse vize kolaylığına gitmez. Ama müzakere süreçleriyle Ankara’yı oyalayabilirler. Brüksel’de de yol çok” diye belirtti.

"Pazarlık masasından fazla bir şey kaldırabilmiş değil"

Erdoğan’ın ABD ile yaptığı pazarlıkların önemli olduğunu ancak hâlâ kayda değer bir ilerleme sağlanamadığını vurgulayan Taştekin, “F-16 paketini İsveç’e bağlamama konusunda taraflar söz birliği yapsa da ABD Kongresindeki engel özellikle Türkiye’nin NATO’daki tutumuyla bağlantılıydı. Bu konu aşıldı diyelim, bu sefer de Yunanistan ve Kıbrıs’la bağlantılı engel karşımıza çıkıyor. Kongrede bu konuda yeşil ışık yakması gereken üyeler oyunu başka türlü kuruyor. Dedikleri açık; Yunanistan’ın askeri kapasitesi F-35 ile tahkim edilir de Türk ordusuna karşı denge sağlanırsa Türkiye’ye de F-16 verilir. Ayrıca Ankara’dan komşularını tehdit etmeyeceği garantisi isteniyor. İlaveten Suriye’de SDG’ye saldırıların durdurulması talep ediliyor. Yani Erdoğan ne AB kanadında ne de ABD tarafında kurduğu pazarlık masasından özünde fazla bir şey kaldırabilmiş değil. Tabii adil bir tablo için şunu ilave etmek lazım: NATO’da Türkiye’nin talebi üzerine terörle mücadele özel koordinatörlüğü kuruluyor. Erdoğan bu mekanizma ile ittifak üyelerini PKK, YPG, PYD, FETÖ dosyalarında sıkıştırabilir. Bir de İsveç’i hizaya getirecek ikili ve üçlü mekanizmalar var” dedi.

"Çöküş yaşayan bir ülkeye yatırım olanaklarını kimse kaçırmak istemez"

Öte yandan Erdoğan’ın NATO zirvesinin ardından 17 Temmuz’da Körfez ülkelerine yapacağı “Şükran turu”nu da sorduğumuz Taştekin, tarafların karşılıklı çıkarların diliyle konuştuklarını “Diplomatik dönüşüme karşı Körfez’in kesesi” denklemi kurulduğunu kaydetti: “Erdoğan’ın Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yeni Osmanlı hayallerinin peşinden gitmeyeceğini, müdahaleci politikalardan vazgeçeceğini garanti eden bir müzakere sürecinden sonra Körfez ülkeleri de karşılığını veriyor. Bunun yanı sıra bölgesel dinamikler değişiyor. ABD’nin İran’la müzakereye girmesi, Körfez’deki ortaklarına sunduğu güvenlik garantilerinin boş çıkması, Afganistan’dan çöküş stratejisiyle çekilme, Suriye’de sonuçsuz müdahaleler, Irak’ı felç eden müdahaleler, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Kaşıkçı cinayeti ile parya muamelesi görmesi Amerikan ortaklarına şunu fısıldadı: Bölgesel ve küresel ortaklarınızı çeşitlendirin, kendinizi bir güce zimmetlemeyin. Çin’in bölgedeki etkisi artıyor. Çin ve Rusya ile ilişkileri güçlendirip ABD’ye alternatifsiz olmadıklarını söylemeye başladılar. Amerikan hegemonyasının sonu değil ama mutlak belirleyici pozisyonda aşınma var. Türkiye ile ilişkiler de alternatif ortaklıklar geliştirme ihtiyacına binaen yeniden değer kazandı. Türkiye ayrıca çöküş yaşıyor; haraç mezat malı bol bir ülke haline gelirken iyi koşullarda yatırım olanaklarını kimse kaçırmak istemez.”

"Ukrayna’ya F-16 temin edilirse savaşın şiddeti artabilir"

Gazeteci Fehim Taştekin, Ukrayna’nın zirvede NATO üyeliği konusunda somut bir vaat alamamasının savaşın seyrine etkisine dair şu değerlendirmede bulundu: “Ukrayna’ya NATO üyelik daveti çıkmayacağı belliydi. Bu savaşı NATO’nun savaşına dönüştüreceği için kimse yanaşmıyor. Bunun yerine Bükreş zirvesi kararının tekrarı sayılabilecek şekilde koşulları yerine getirir ve ittifak üyeleri arasında mutabakat sağlanırsa üyelik davetine hazır olunacağı şeklinde ucu açık bir formül benimsendi. Bu bir taahhüt değil. Takvim de içermiyor. Savaş bitmeden bu konuda adım atamazlar. Geriye yapılacak ne kaldı, silah verip Rusya’ya karşı savaşı Ukraynalıların kanı pahasına sürdürmek. Bu minvalde ikili müzakerelerle Ukrayna’ya askeri yardımların sürdürülmesi benimsendi. Bahar kampanyası Rusya aleyhine sahada ciddi bir değişiklik getirmedi. Buna rağmen hava savunma ve uzun menzilli füze kapasitesini artırarak Rusya’yı zorlayacak senaryoları deneyecekler. Savaşın şiddeti kışa kadar artarak devam edebilir. Burada kritik başka bir başlık açılıyor: 11 ülke Ukraynalı pilotlara F-16 uçuş eğitimi verecek. Ardından F-16 temin edilirse savaşın şiddeti artabilir. Moskova bunu nükleer tehdit algısı içinde değerlendiriyor. F16’ların nükleer başlık taşıma kapasitelerinden dolayı. NATO’nun bu savaştaki stratejisinin ne olduğu hâlâ açıklık kazanmadı. Rusya’yı yıpratma savaşı ve NATO’yu genişletme stratejisi açık. Ama savaşı iyice körükleyip Rusya’nın yenildiğini gösteren bir denge kurduktan sonra barış masasını mı hedefliyorlar? Bu sorunun yanıtı hâlâ yok. Tek hassasiyetleri aman ateş Ukrayna sınırlarından Avrupa’ya taşmasın, savaş nükleer savaşa dönüşmesin. Başka ne var? Kimsede yanıt yok.”

"NATO’nun genişlemesinde ABD istediğini elde etti"

NATO zirvesinden ABD Başkanı Joe Biden yönetimi açısından dış politikada zafer sayılabilecek bir sonuç çıktığını ifade eden Taştekin, “NATO’nun 31 ve 32’inci üye ile genişlemesinde ABD istediğini elde etti. Rusya’yı Baltıklardan çevreleme konusunda tarihi bir fırsat yakaladılar. Ukrayna’nın NATO’ya en azından savaş bittikten sonra açık davet edilmesi yönündeki Kiev’in beklentisi karşılanmadı. Ukrayna’nın bir bakıma vekalet düzeni içerisinde hasım bir devlete karşı savaştırılan vasal bir ülke muamelesi gördüğü bir kez daha tescillendi. Çin ve İran’ın da hedefe konulması önemli. G-7’yi de NATO hedeflerine koşullandıran bir yaklaşımla Çin’in etrafında çember oluşturma yolunda ittifak dönüşüm geçiriyor.

Cihan Çelik- Evrensel / 15.07.23