Kuralsızlık, denetimsizlik ve yaptırımların yetersiz olması nedeniyle çoğu işyerinde çalışma süreleri yasal sınırın üzerinde. Pandemi de ise yasa dışı çalışma süreleri yaygınlaştırıldı ve iyice normalleşti. İşverenlerin yasadışılığına salgın süreci bahane oldu. Birçok fabrika, işçileri yasal sınır olan 11 saatin üzerinde çalıştırıyor. 24 saat üretim yapan bir fabrikada 3 vardiya yerine 2 vardiya çalışıyor.
Peki yasadışı olmasına rağmen işverenler nasıl bu kadar rahat hareket edebiliyor? Çalışma sürelerinin uzaması fabrikalarda nasıl oluyor da yaygınlaşıyor? Çalışma sürelerinin artması nelere neden oluyor. Sorularımızı İş Hukukçusu Murat Özveriye sorduk.
Yasal sınırın üzerinde işçi çalıştırılmasını ve bunun salgın sürecinde alenileşip yaygınlaşmasını hukuki açıdan nasıl değerlendirirsiniz?
Pandemi ya da bir başka gerekçe, her ne olursa olsun çalışma süreleri kanunla belirlenmiştir. Kanuna göre günlük çalışma saati dinlenme süreleri hariç 11 saati aşamaz. İşçinin onayı olsa dahi yılda 270 saatten fazla çalıştırılamaz. Bunun aksi çalıştırılma yasadışıdır. Pandemi ya da başka bir gerekçe bunu olağanlaştıramaz. Zaten Türkiye’de kimse çalışma sürelerini uymuyordu. Pandemi de bunun bahanesi oldu ancak hukuki gerekçesi olamaz.
Peki yasalar nasıl oluyor da bu kadar kolay çiğnenebiliyor?
Yasaların bu kadar kolay çiğnenmesinin nedeni ciddi bir yaptırım olmayışı. İşverenler hep şunun hesabını yapıyorlar: Yasaya aykırı davranırsa ödeyeceği para cezalarıyla, yasadışı çalıştırmayla edeceği kazanca bakıyor. Yasadışı çalıştırarak elde edeceği kazanç cezalardan fazla olduğu için de büyük bir pişkinlikle bunu yapıyor. Çünkü utanma, vicdan, hukukla kendini bağlı hissetme gibi bir duyguyu kâr için kendini organize eden bir yerde asla aramamak lazım. Yaptırımlar da caydırıcı olmaktan uzak olunca işveren bu yolu seçiyor.
Olağan denetlemeler 25 yılda 1
Ben hesaplamıştım. 2015 yılında Çalışma Bakanlığı verileri üzerinden, bir iş yerine olağan denetleme ancak 25 yılda 1 geliyor. O zaman da işveren neden yasaya uyayım diye düşünüyor. Fazla çalışma yapan işçi, bir başka işçinin istihdamına da engel oluyor. Şimdi cümleyi böyle söylemek de mümkün. Şöyle kurulmasıysa çok daha doğru: İşveren, işçiye fazla mesai çalıştırmayla yeni bir istihdam ettirmenin her türlü maliyetinden kaçmış oluyor. 100 kişiyle yaptıracağı işi 70 kişiyle yaptırtıyor. Dolayısıyla 100 kişinin maliyetini değil 70 kişinin maliyetini düşünüyor.
İşçi açısından nasıl değerlendirmek gerekir?
İşçi için ise ücretler o kadar düşük ki fazla çalışma olmadan hayatını idame ettiremediğinden o da mecburen fazla çalışmaya mahkûm oluyor. Fazla çalışma, işçi için olağan çalışma halini alıyor. Bana gelen bir işçiye fazla çalışman var mı, ödemen yapıldı mı diye sormuyorum. Mesela işçilere fazla çalışman var mı diye sorduğumda ‘Hayır, sabah 8 akşam 8 çalışıyoruz’ yanıtını alıyorum. Onun dünyasında günlük çalışma süresi 12 saat. Bu işçilerin eğitimsizliğiyle alakalı değil. Beyaz yakalı üniversite mezunları da yapıyor bunu. İnsan kaynaklarının kendilerine söylediği şeyi yasa sanıyorlar.
İşçi için bu kadar uzun çalışma süreleri nasıl normalleşiyor?
İşin düzenlenmesine ilişkin, bireysel iş hukukundaki kurallar zaten hayata geçirilmiyor bu ülkede. Pandemi de bunun sadece bahanesi oluşturulur. İktisatta boş zaman teorisi diye bir teori vardır. İşçinin geliri yükselirse boş zamana olan gereksinimi artar. Gelir düzeyi düşükse boş zaman onun için lükstür. O tam tersinde gelirini yükseltmek için çalışmak ister. İşçi asgari ücretle geçinemediği için kendine ayıracağı zamanı gereksiz bir şey olarak görür. Eğer o işçi hayatını normal çalışma süresinde elde ettiği gelirle sürdürebilir olsa o zaman o da sinemaya gitmek isteyecek, akrabalarıyla görüşecek. Bir insanın yapması gereken neyse ona öncelik verir. Ancak işçinin geliri düşük olduğu için böyle bir önceliği olamaz. İşçi sosyal önceliklerini ortadan kaldırmışsa Dünya Sağlık örgütünün sağlık tarifine göre iyi, sağlıklı olamaz. Çünkü sağlık fiziksel, psikolojik, sosyal iyilik halidir. Fazla çalışmalarla hayatını geçiren insan kendi sosyal hayatına, kimliğine, çoluğuna çocuğuna yabancılaşıyor demektir.
Sadece işveren otortesi var
İşyerinde işçi, işveren arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirirsiniz?
İşçi fabrikaya girerken kartı bastığı andan itibaren yürürlükte olan iş yasasının, medeni kanunun yani kişinin kişilik haklarını koruyan kanunlar dahil anayasanın kendilerine verdikleri tüm hakları geride bırakıyor. Burada sadece işveren otoritesi var. Şimdi öyle bir fiziki mesafenin içerisine giriyorsunuz ki o fiziki mekan da sizi korumak için oluşturulan yasalar uygulanmıyor. Yasal haklarınız yok, siz belli bir saat içerisinde ücret karşılığı da olsa o mekandaysanız artık yasaların uygulanmadığı tek otoritenin olduğu o mekana iş yeri denilemez. Orası bir cezaevine dönüşmüştür işçi açısından. Pandemi öncesi dönem de dahil, Türkiye’de işyerleri bu tarif üzerinden değerlendirildiğinde çok ciddi bir cezaevine dönüştürülmüş olduğunu göreceksiniz. Bu cezaevi tarifi 19’uncu yüzyıldaki iş yerleri için de yapılıyordu. Yani bu tanımdaki ölçü, sınırları çizilmiş bir mekanda yasalar işlemiyorsa ve ben, hakkımı güvence altına alan yasalara değil işverenin keyfi olarak koyduğu bir takım kurallarla hayatımı sürdürmek zorundaysam özgürlüğüm yoktur, dolayısıyla orası bir cezaevine dönüşmüştür.
Rıfat Kırcı / BirGün -15.11.20