Artan güvensizlikle tırmanan döviz fiyatları, enflasyon artışını Türkiye’nin bir numaralı sorunu yaparken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meşhur “faiz sebep, enflasyon sonuç” teorisine uyarak eylül ayında faiz indirimlerine başlayan Merkez Bankası, 16 Aralık’ta da 1 puan indirim yaptı ve böylece dört ayda faizleri 5 puan azalttı.
Tartışmalı TÜİK tüketici enflasyonuna rağmen kasımdaki yıllık yüzde 21.3’lük TÜFE’nin 5 puan altına gerileyen politika faizleri, 3 Ocak’ta açıklanacak aralık enflasyonunun 18 puan altında görülebilir. Çünkü aralık ayı TÜFE’sinin aylık yüzde 10’u bulması çok muhtemel. TÜFE hesaplanmasında önemli ağırlıklara sahip otomobil, sigara, enerji ve gıda ürünlerine gelen yüksek zamlar, tüm kamuflaj çabalarına karşın aylık enflasyonu yüzde 10’a, yıllığı da yüzde 32’ye çıkaracak gibi. Bu da 18 puan negatif faiz demek ve geleceği iyice bilinmeze iten bir serüven.
Negatif faiz durumu, mevduatlarının yüzde 35’i Türk Lirası’nda kalmış mevduat sahiplerini daha hızlı dövize sığınmaya itti ve dolarlaşma doludizgin devam etti. 16 Aralık Perşembe günü dolar 15 TL’nin üzerinde çıktı.
Dövizin yükselişine karşı Merkez Bankası aralık ayı boyunca dört kez müdahalede bulundu ve emanet dövizlerden 4-5 milyar doları piyasaya sürdü. Ancak dövizin tırmanışının önünü alamadı. Hiç olmasa aralık ayında faizlerde indirime gidilmemesi umuldu. Ne var ki Erdoğan’ın faiz inadından vazgeçmesi siyasi fiyasko olurdu, vazgeçmedi ama Türkiye’yi tamamen bir bilinmeze sürükledi.
Oldukça parlak gelen sanayi üretimi ve cari denge ile ilgili verilere rağmen TL mevduat sahiplerinin dolara hücumunun azalmaması, derinleşen bir güven sorunu olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Ekim ayı sanayi üretimi yüzde 8.5 arttı. İmalat sanayiindeki artış biraz daha yüksek, yüzde 9 olarak gerçekleşti. Yine ekim ayına ait cari işlemler dengesi, turizm dövizi girişlerinin etkisiyle 3.2 milyar dolar fazla verdi. Ödemeler dengesi böylece üçüncü aydır fazla verdi. Yıllık cari açık 21 milyar dolar olarak planlanmıştı ama 15 milyar dolar düzeyine inmiş durumda.
Makro veriler böyle parlak bir görünümde olsa da sokaktaki insanı ilgilendiren bunlar değil, yükseliş halindeki enflasyon ve enflasyona önlem olarak TL’den kaçıp güçlü rezerv paraya, dolar ve avroya sığınmak. Döviz treninde yer bulmak için neredeyse yarış var.
Dövizdeki tırmanış seyir hâlinde iken Erdoğan yönetiminden Merkez Bankası’na müdahale talimatı gitti ve bu, kamuoyuna “sağlıksız fiyat oluşumlarını önlemek” gerekçesiyle duyuruldu. Ne var ki aralık ortasına kadar yapılan dört müdahalede tahminen 4 milyar dolara yakın döviz satışı, hem de Merkez Bankası’na ait olmayan emanet dövizlerle yapılmasına karşın, dövizin 14 TL’yi aşması önlenemedi. Dolar 14.75’e ulaşmışken yapılan 13 Aralık tarihli müdahale de çok işe yaramadı. Müdahaleler sürerken Erdoğan, henüz atanan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu ve kamu bankaları genel müdürleri ile beş saat süren bir toplantı yaptı. Ancak bu, daha çok göstermelik bir toplantı gibi algılandı, hiçbir açıklama da yapılmadı.
Merkez Bankası 18 Kasım’daki Para Politikası Kurulu toplantısı sonrası yaptığı açıklamada aralık ayı için faiz indiriminde “sınırlı alan” kaldığını belirtmiş, hatta sonrasında Kavcıoğlu pek alan kalmadığını ifade etmişti. Bu durum, aralık ayında faizlerin değiştirilmeyeceği ihtimaline kapı aralamıştı ama Erdoğan’ın faiz inadıyla 1 puanlık daha indirime gidildi. Böylece eylül-aralık arasındaki indirim 5 puanı buldu.
Aralık sonunda gerçekleşmesi beklenen ile birlikte yıllık tüketici enflasyonu yüzde 32’ye ulaşabilecek. Yüzde 14’lük politika faizine karşılık yüzde 32 tüketici enflasyonu, 18 puanlık negatif faiz demek. TL mevduat sahiplerinin böyle bir negatif faizde kalmaları elbette ki akıl kârı değil.
6 Aralık verilerine göre 5,4 trilyon TL tutarındaki mevduatların yüzde 64,2’si döviz olarak tutuluyordu. Bu mevduatların 3,3 trilyon TL’si gerçek kişilerin tasarruf mevduatından oluşuyordu ve bunların da yaklaşık yüzde 65’i dövize dönüştürülmüştü. Özetle, yüzde 35’e yakın mevduat hâlâ TL’de ve TL’de kalmanın negatif faize mahkûm olmak, birikimlerin erimesi anlamına geldiğinin herkes farkında. Kur yükselmiş olsa da herkes 14-15 TL’den dolar almaya niyetli ve Erdoğan yönetimine güvenini yitirmiş durumda. Hiçbir şekilde TL’de kalmak istemiyor.
Aralık ayı ortasında dolar karşısında 1 TL’nin değeri 7 sentin altına düştü. Faizlerin indirilmeye başlandığı eylül ayında 1 TL 11.7 sent idi. Aralık ayı ortalama dolar kuru 14.50 alındığında 1 TL, 6.9 sent. Bu, dört ayda TL’nin yüzde 41 değer kaybı demek ve korkunç bir değersizleşme.
Daha da endişe verici olan, geleceğin pek iyileşme umudu vermemesi. Hem dış piyasalardaki, özellikle ABD’deki gelişmeler, hem de içeride Erdoğan yönetiminin tutumu, TL’nin değersizleşmesinin süreceğine, bunun başta enflasyon olmak üzere ekonomik parametreleri daha da bozacağına işaret ediyor.
ABD’de enflasyon yüzde 6.8 ile son 40 yılın en yüksek düzeyinde. Başkanlık ataması sürecini geride bırakan Fed, enflasyonda “geçici” söylemini terk ederek şahinleşme yoluna girdi. Beklenen, Fed’in tahvil alımlarını sonlandırması ve geri kalan dönemde üç faiz artırımına gitmesi. Fed, yaklaşık 9 trilyon dolarlık bilançosunu yavaş yavaş daraltmayı planlıyor. Bankanın pandemi öncesi bilançosu 3,7 trilyon dolar civarındaydı. Fed’in zaman içinde piyasalardan çekeceği trilyonlarca dolarla birlikte dolar kuru da değerlenecek. Bu adım, küresel çapta domino etkisi yaratacak ve her ülke yerel parasının faizini artırarak buna hazırlanıyor; Türkiye hariç. Erdoğan yönetimi, bütün bu kasırgaya rağmen yerel parasının faizini artırmak yerine faiz indirimine gitmek, 18 puanlık negatif faize mecbur tutmak gibi akıldışı adımlar atma ısrarıyla geleceği daha da belirsizliğe itiyor.
Faiz indiriminde ısrarın sahibi Erdoğan, ucuzlatılmış faizlerle ekonomide büyümeyi sağlayabilmeyi ve bu sayede bir yurttaş (seçmen) memnuniyeti sağlamayı umuyor. Bunu umarken enflasyonun hızlı tırmanışıyla nasıl bir memnuniyetsizlik yarattığını görmeyi pek istemiyor. Ülke çalışanlarının yarısından fazlasını ve genelde ücretlileri ilgilendiren asgari ücrete yapılan zammın memnuniyetsizlikleri azaltacağı umudunda. 2021 yılında 2 bin 825 TL olarak uygulanan asgari ücreti 2022 için 4 bin 250 TL’ye çıkararak yüzde 50 zam yapmanın, siyasi prim yapacağından umutlu olan Erdoğan’a, 2022’nin ilk çeyreğinde yüzde 40’ı aşacak tüketici enflasyonu çok fırsat vereceğe benzemiyor.
Erdoğan Hazine’ye daha büyük açıklar verdirmek, Hazine borçlanma oranını artırmak gibi risk büyüten hamlelerle dümen tutmayı planlasa da uçup giden güveni yerine koyması hiç kolay görünmüyor. Shakespeare’in de kullandığı ünlü söz bugünün Türkiye’si için her zamankinden daha çok geçerli: Güven ruh gibidir, bedenden uçunca geri gelmiyor.
Al-Monitor / 17.12.21