Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporu, bizde yine pek ilgi görmedi. Oysa bu rapora göre Türkiye, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa’nın en kırılgan ülkesi. Ötesinde Dünya, enerji üretimi ve tüketiminde bir devrimin eşiğinde.
Özetle:
Küresel ortalama sıcaklıklığı bırakın +1,5 dereceyle, +2 ile sınırlamak bile zor! Oysa +1.5 hedefi, canlı yaşamı (biyosfer) koruyabilmenin sınırı sayılıyor.
Davranışsal ve kültürel değişiklikler, emisyonları yüzde 40 ila 70 azaltabilir... Tabii asıl kendini frenlemesi gereken, kirlenmenin baş sorumlusu olan en zengin yüzde 1’lik kesim: Özel jetler ve uçak seyahatleri, et tüketimini sınırlandırma öneriliyor.
Karbon emisyonunu azaltmak için “düşük karbonlu” enerji ve teknolojilere geçiş şart. Raporda nükleer enerji de “temiz” bir seçenek olarak değerlendirilmiş. (Raporun iyi bir özeti için tıklayın
Velhasıl karbonu azaltma ve sıfırlama konusunu 2050’lere erteleyecek vakit kalmadı. Öte yandan Ukrayna savaşı, Dünya’nın Rusya’ya olan petrol ve gaz bağımlığını bir an önce sonlandırılmasını hızlandıracak.
Birden bire ve tümden yenilenebilir enerjiye geçilemeyeceğine göre, nükleer enerjiden mi yararlansak?
Nükleer enerji ne kadar “temiz”?
Nükleer enerji, karbon salımı açısından daha “temiz” olarak değerlendirilirse de büyük ve bilinmez risklerin kaynağı, çünkü:
Operasyonel riskler, yani Çernobil ve Fukuşima’da en büyüğü yaşanan “kaza” olasılığı ve feci sonuçları.
Nükleer atık sorunu. Yerin altında depolanan radyoaktif maddelerin ömrü binlerce, hatta milyonlarca yıl sürüyor. Almanya bile depolama sorununu çözemediği için nükleerden çıkmaya karar verdi.
Nükleer, pahalı bir teknoloji. Hele ki Türkiye’nin yaptığı gibi teknoloji ve işletme için başka ülkelere muhtaçsanız.
Nükleer enerji tesisleri, nükleer güç sahibi olmak demek. Rusya’nın Ukrayna işgali, hem nükleer savaş hem nükleer tesislere yapılacak olası saldırıların yaratacağı tehlikeleri gündeme getirdi.
Rus taburu, ele geçirdiği Çernobil’i geçen hafta boşalttı. Askerlerin radyasyon hastalığına yakalandığı iddia ediliyor. Anlaşılan korunmasız bir şekilde yasak bölgeye giren askerler - 1986 faciasından beri radyasyon saçan alanlarda- radyasyona maruz kalmış.
“Nükleere dönüş”ü kimler istiyor?
Ukrayna işgalinin insani trajedisi kadar çok konuşulan bir diğer başlığı “Rusya’ya yaptırım ve enerji bağımlılığını sonlandırmak”. İşte bu nedenle nükleer enerji tekrar gündemde.
Hatırlarsanız Almanya ve Fransa, halkın talebi doğrultusunda nükleer reaktörlerini kademeli olarak kapatmaya ve “yenilenebilir” enerjiye geçmeye başlamıştı. Ancak savaş, bu planları değiştirmeye zorluyor.
Fransa “nükleer Rönesans”ı konuşuyor. Başkan Macron, seçim kampanyasında 14 “yeni nesil reaktör”le birlikte küçük, mobil nükleer santraller kurmayı vadediyor.
Almanya, 2022 sonunda tamamen nükleerden çıkacak. Ukrayna işgali sonrası bu seçeneği tekrar oylayan yeni hükümet, nükleer politikasını değiştirmeyi -şimdilik- reddetti. Öte yandan Almanya, Rusya gazını almaya devam ettiği için büyük baskı altında. Son kamuoyu yoklamalarına göre Almanların yüzde 55’lik kesmi Rusya’dan gaz alımını durdurup “bir süre daha nükleer ve kömür”le devam etmeyi destekliyor.
Asıl şok, Fukuşima’yı yaşayan Japonya’dan: Rusya işgali sonrası LNG fiyatlarının artışı ve elektrik kesintisi riski nedeniyle halkın %53’ü kapatılan nükleer santraller açılabilir, demiş. (Kaynak: NikkeiAsia)
Avustralya ve Kanada’da nükleer lobisi, nükleer enerjinin tekrar oylanması için bastırıyor.
Nükleer enerjiye yatırım yapan Finlandiya, Rusya devletine bağlı Rosatom’un tasarladığı nükleer santrali iptal etti. Akkuyu santralini de yapan Rosatom, artık pek çok ülkenin “nükleer ortağı” olmaktan çıkartılabilir.
Bu arada nükleer enerji, doğa dostu olmadığı gibi Rusya’ya bağımlılığın sonunu getirmiyor. Zira nükleer enerji kullanan 32 ülkenin birçoğu, nükleer yakıt için Rusya’ya ihtiyaç duyuyor. Bağımlılıktan kurtulmak o kadar kolay değil…
Akkuyu yine gecikiyor, Rosatom ne olacak?
Türkiye'de ise Rusya’ya emanet edilen bir nükleer santralin stratejik, ekonomik ve ekolojik riskleri, seçim hesapları ve hayat pahalılığı haberlerinin arasında gümbürtüye gidiyor.
Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın 2023 hayallerinden biri, Akkuyu’da dört reaktörden ikisinin devreye girmesiydi.
Bloomberg’in haberine göre Rusya’ya yaptırımlar nedeniyle Akkuyu santrali projesi -bir kez daha- gecikebilir. Bu nedenle 2023’te ancak bir tanesi çalışır hale gelebilir.
Gecikmenin kamuya yükleyeceği ek zarar bir yana, Mart başında alel usûl Meclis’ten geçirilen “Nükleer Düzenleme Yasası”ndan Rosatom’un (yani Rusya) muaf tutulduğunu hatırlatalım.
Sayıştay eski denetçisi Kadir Sev, Meclis’te “Türkiye’ye bir atom bombası yerleştirildi, düğmesi de Putin’in eline verildi” dendiğini yazdı.
Nükleerde ister Rusya, ister Kore, başka bir ülkenin teknolojisine, bilgisine muhtaçsınız… Uzun vadeli, pahalı ve en önemlisi, çok tehlikeli bir bağımlılık sürecine boyun eğmek zorundasınız demek. Unutmayın ki ABD, Fransa ve Almanya gibi ülkeler, nükleer teknoloji ve birikime sahip. Bizde bu yok, her şey dışarıdan…
Üstelik Akkuyu’nun dışında, Sinop ve İğneada gibi Türkiye’nin en değerli ekolojik ve stratejik yerlerinde nükleer santral kurma sevdasından vazgeçilmedi.
Sinop’ta halkın nükleer santrale karşı açtığı ÇED iptal davasının kararı, Nisan sonunda açıklanacak… ÇED raporunda projenin ne fayda-maliyet analizi var, ne ekonomik, sosyal, bölgesel, çevresel, kültürel analizi! (Sinoplu bir davacının yazısı)
Nükleer enerji gibi çok kritik bir konudaki ciddiyetsizliğin boyutu çok korkutucu. Türkiye “yeşil dönüşüm”ü ve enerji devrimini nasıl yakalayacak? İktidar şimdilik boş vaatlerde bulunuyor. Muhalefetin vizyonunu, planını açıklamasının zamanı geldi de geçiyor…
İki öneri
https://birartibir.org/dokuz-madde-ne-yapmali-ne-yapmamali/
Belgesel: “Gezegenimizin Kritik Eşikleri” David Attenborough ve bilim insanı Johan Rockstörm, biyoçeşitliliğin hayati önemini ve “çöküş”ün boyutunu anlatıyor.
Kısa Dalga / 07.04.22