Dinozor can çekişirken, kuyruğuyla etrafını yıkıp dökermiş. Hayır, hegemonyası çökmekte olan siyasal İslamın elinden kaçmakta olanı tutmaya çalışırken sergilediği fiziki ve simgesel şiddetin ülkede yarattığı “beka sorununa” değinmeyeceğim.
Daha çok, hegemonyasının çöküş sürecine adapte olamayan ABD yönetiminin, Trump döneminde devreye sokmaya başladığı, ekonomik ve siyasi politikaların gündeme getirdiği felaket senaryolarını düşünüyorum.
Bir kez kırıldı mı...
Bir merkez altında kurulan hegemonya bir kez kırıldı mı, hegemon konumundaki ülke, hegemonyasını kalıcı olarak restore edemez, her restorasyon atılımı, bir öncekinden daha sarsıntılı gelişmelere yol açar, çöküşü hızlandırır. Bu gerçeği II. Dünya Savaşı ertesinde, Süveyş Krizi’nde, “9/11” ertesinde ABD, Bush yönetiminin ilan ettiği “Terörizme karşı küresel savaş” politikasıyla, bir imparatorluk düzenine geçme çabalarının sonuçlarında görmüştük.
Şiddet bir imparatorluk düzeni inşa etmek bir yana gerileme sürecini hızlandırdı: Rusya toparlanarak kaybettiği nüfuz alanı bölgelerini geri almaya, Avrupa Birliği projesini, sağ popülist grupları destekleyerek aşındırmaya, AKP Türkiyesi’ni geleneksel müttefiklerinden, hatta NATO’dan kopartmaya başladı. Dahası şimdi, Rusya, artık ABD iç politikasına da müdahale edebiliyor.
Bu sırada Çin, bir ekonomik teknolojik süper güç olarak yükseldi; Asya’dan Avrupa’ya, “Tek yol Tek kuşak” projesiyle, Afrika ve Latin Amerika’daki ekonomik/siyasi etkisiyle kendi “küreselleşme” sürecini, dolayısıyla potansiyel bir hegemonyanın maddi zeminini inşa etmeye başladı.
İkinci hamle
ABD, Trump döneminde, ikinci bir hamle yapmaya çalışıyor. Ancak bu kez bu hamleyi yöneten, belirgin bir “Büyük Strateji”den söz etmek zor. Üstelik, küresel ısınmayı, nükleer silahlanmayı önlemeye ilişkin uluslararası anlaşmalardan çıkmak, Birleşmiş Miletler örgütünü ve NATO’yu zayıflatmak, Almanya’yı “rakip güç” olarak tanımlamak gibi adımlar, geçmişte ABD’nin hegemonyasını ayakta tutan düzeni yıkıyor.
Bu ikinci hamle, bir tarafta Ortadoğu’da bir “büyük savaş” olasılığının, diğer taraftan küresel çapta büyük güçler arası gerginlikleri, bir Çin-ABD çatışması olasılığını güçlendiriyor.
ABD bölgeye Patriot füze savunma bataryası, savaş gemisi, B-52 bombardıman uçakları gönderdiğini açıklarken İran devletinin Devrim Muhafızları örgütünü terörist ilan etti. Böylece, ABD “Terörizme karşı küresel savaş” kapsamında İran’a karşı fiilen savaş ilan etmiş oluyordu. Şimdi bölgede, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, İsrail ve ABD ekseni ile İran-Rusya (hatta Çin) ekseni karşı karşıya. Bugüne kadar “iki iskemleye birden oturmaya çalışan” AKP yönetiminin seçenekleri, yalnızca içerde değil uluslararası alanda da hızla tükeniyor.
ABD politikaları, ekonomik alanda, Çin mallarına yüzde 25’e ulaşan ithalat vergileri getirirken, Çin’in de karşılık vereceğini açıklamasıyla, bizzat ABD liderliğinde inşa edilmiş uluslararası “liberal” ticaret sistemine büyük bir darbe vurdu; yeni bir mali kriz ve küresel resesyon olasılığını arttırdı. İronik olan şu ki, ABD ile Çin arasındaki ticaret pazarlıkları başarıya sonuçlansaydı, bu kez Dünya Ticaret Örgütü bu anlaşmanın dışında kaldığından, liberal ticaret sistemi yine büyük bir darbe yiyecekti.
Kısacası, ABD yönetiminin (Trump’ın, hakkındaki soruşturmaların basıncını hafifletme arzusuyla da beslenen) dış politikası, yükselen rakip güçler karşısında gelişigüzel, rastlantılara tutsak reflekslere benziyor. Dolayısıyla dünya, birçok noktada, çok tehlikeli ve önceden tahmin edilmesi zor gelişmelere gebe, her an bir sıcak çatışmaya yol açabilecek, “Tükidides tuzaklarıyla” dolu bir döneme giriyor.
Bu sırada, AKP’de temsil edilen siyasal İslamın iktidarda kalma çabasıyla, II. İstanbul yerel seçimlerini kazanmak için alacağı riskler, bölgede gelişen savaş ortamında (ülkedeki IŞİD varlığının, kangren olmuş “Kürt sorununun” da olası katkılarıyla) artmaya başlayan riskler, Türkiye’nin de büyük belirsizliklere gebe olduğunu düşündürüyor.
Cumhuriyet / 13.05.19