Rusya ile Türkiye arasında 5 Mart Moskova Mutabakatı gereğince açılması gereken M-4 otoyolu ve Türk askerlerinin bölgeye artan oranda konuşlanması İdlib’e hükmeden cihatçı örgütler arasında çatlaklara yol açıyor.
Lazkiye-Halep arasındaki M-4’ün ulaşıma açılmasına ve yolun iki tarafında altışar kilometrelik güvenlik koridoru oluşturulmasına karşı çıkan cihatçı grupların, Türkiye tarafından hedef alınıp alınmayacağı haftalardır konuşuluyor. Türkiye İdlib’de askeri konuşlanma noktalarının sayısını 56’ya çıkarırken, 9 Mart’ta gerçekleştirilen Rus-Türk ortak devriyesinde bir Türk askerinin ölümüne yol açan saldırıyı “radikal grupların işi” diyerek geçiştirdi.
Türkiye’nin savaştan çok müzakereyi yeğleyen ve caydırıcı kartlarını gösteren bir yaklaşımla İdlib’in ana hâkim örgütü Heyet Tahrir El Şam’ı (HTŞ) işbirliğine zorladığı, El Kaide bağlantılı diğer örgütleri de ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalıştığı anlaşılıyor.
HTŞ de şimdilik muğlak bir tutum sergiliyor. HTŞ’nin genelde Suriyelilerden oluşan maslahatçı (pragmatik) kanadı, Türkiye’nin şiddetini üzerine çekmekten kaçınıyor. HTŞ’nin fikri altyapısında etkili olan yabancılar ise örgütün lideri Ebu Muhammed El Colani’nin esnek ve maslahatçı eğiliminden rahatsızlık duyuyor.
Astana süreci çerçevesinde Türkiye’nin genişletilmiş İdlib’e askeri gözlem noktaları kurmasına izin verilmesiyle başlayan örgüt içi ayrışma son zamanlarda büyüdü. Bunu tetikleyen şey de M-5 otoyolunun Suriye ordusunun kontrolüne geçmesiyle büyük bir alanda gerileyen HTŞ’nin, M-4’ün açılmasını ve BM’nin terörist saydığı tüm örgütlerin elimine edilmesini öngören Moskova Mutabakatı karşısında takındığı belirsiz tutum.
Kuşkusuz HTŞ, Rusya ve Türkiye arasındaki hiçbir mutabakatı kabul etmiş değil. Fakat HTŞ bir taraftan Rusya ve İran desteğindeki Suriye ordusuyla savaşı sürdürürken diğer taraftan Türkiye’ye sahada işbirliği yapabileceği ve muhatap alabileceği en makul örgütün kendisi olduğunu söylemeye çalışıyor. Benzer şekilde HTŞ, terör örgütleri listesinden çıkarılabileceği umuduyla Batı’ya El Kaide’den bağımsız hareket ettiği, artık küresel bir cihat örgütü olmadığı, Suriye rejimiyle savaşa odaklandığı mesajını veriyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey’nin, HTŞ’nin daha çok İdlib’deki pozisyonunu korumaya odaklandığı ve uluslararası alanda tehdit yaratmadığına dair savından anlaşılacağı üzere bu mesajın karşılık bulduğu yerler var.
En dikkat çekici ayrışma, Colani’nin Türkiye ile uyumlu giden tutumunu eleştiren Ebu Malik El Tali’nin 7 Nisan’da örgütün izlediği siyasetten habersiz olduğu ve gidişatı benimsemediğini belirtip HTŞ’den ayrıldığını duyurması oldu. Aynı şekilde HTŞ’nin en üst düzey organı olan Şura Meclisi’nin başkanı Bessam Suhyuni de yollarını ayırdı.
Hem üst düzey komutan hem de Şura Meclisi üyesi olan Tali, 2017’de İdlib’e gelmeden önce HTŞ’nin öncülü Nusra Cephesi’nin Kalamun cephesi sorumlusuydu. Asıl adı Cemal Hasan Zeyniye olan Tali’nin örgütteki pragmatik dönüşümden rahatsız olduğu söyleniyordu. Tali üç gün sonra Colani tarafından geri dönmeye ikna edildi. Fakat bu dönüş, örgütte Ebu El Fetih Yahya El Ferğali ve Ebu Yazgan El Masri gibi şahinler kanadının maslahatçılarla meselelerini hâllettiği anlamına gelmiyor.
HTŞ’nin yürütme organı Kurtuluş Hükümeti’nin koronavirüse karşı önlem olarak camileri kapatması bile radikal kanadın hiddetlenmesine yetti. Yaşanan ayrışmanın İdlib’de harita değişirken daha da büyümesi muhtemel.
HTŞ’den kopuşlar, El Kaide bağlantılı örgütlerin önünü açabilir. Bu da Türk ordusuna karşı yeni bir cihatçı cephe açılması ihtimalini akla getiriyor. HTŞ’ye alternatif olarak öne çıkan diğer örgütler içinden Türkiye’ye karşı direnmekten söz edenler çıkıyor.
Soçi ve Moskova mutabakatlarını reddedip Türk-Rus devriyesine karşı tehditkâr tutum belirleyen cephede Hurras El Din, Ensar El Din, Ensar El Tevhid ve Ensar El İslam başı çekiyor. “Müminleri (Savaşa) Teşvik Et Operasyon Odası” adıyla koalisyon oluşturan bu dört grup ortak hareket ediyor. Bu koalisyon 15 Mart’ta Moskova Mutabakatı için “Suriye halkının elini ısıran zehirli yılan” benzetmesi yaptı.
Hurras El Din’in lideri Ebu Humam El Şami de 7 Mart’ta Suriye halkının garantör ülkelerin --yani Rusya ve Türkiye’nin-- sahte vaatlerine aldanmaması gerektiğini söyledi. Hurras El Din, Şubat 2018’de El Kaide çizgisindeki Ceyş El Melahim, Ceyş El Badiye, Ceyş El Sahil, Saraya El Sahil, Sariyat Kabil, Cund El Şeria ve Cund El Aksa’nın eski hücrelerinin katılımıyla kurulmuştu. Bu oluşuma, HTŞ’nin El Kaide ile bağını koparmasına karşı çıkan Ebu Humam El Şami, Ebu Culeybib Tubas, Ebu Hatice El Ürdüni, Sami El Aridi, Ebu El Kassam ve Ebu Abdurrahman El Mekki gibi eski Nusra liderleri öncülük etmişti.
Bu örgütler Lazkiye kırsalı ve Hama’nın kuzeyinde, yani açılması hedeflenen güvenlik koridoru üzerinde etkililer. HTŞ’nin İdlib’deki kontrolü yüzde 90’ı bulsa da güç merkezi M-4 yolunun üzerindeki bölgelerde. Türkiye’nin tampon bölge olarak tutmak istediği sınırı çevreleyen yerler de tamamen HTŞ’nin elinde. Diğer örgütlerden farklı olarak olası çekilmede HTŞ kendi kontrol alanlarına kaymış olacak. HTŞ’deki esnekliğin bir nedeni de bu olabilir.
Peki, uzlaşmaz radikallerin HTŞ’den göçü bu örgütü Türkiye açısından sorunsuz bir ortak, Rusya açısından da makul bir muhatap haline getirir mi? HTŞ ne kadar değiştim derse desin BM Güvenlik Konseyi’nden yeni bir karar çıkmadıkça terör örgütleri listesinde kalmaya devam edecek. Daha önce örgütün ismini değiştirip Nusra tabelasını indirmesi işe yaramadı.
HTŞ’nin ne ölçüde değişeceği veya nereye kadar Türkiye’ye ortak olabileceği konusunda örgüt içi tartışmalar epey fikir veriyor. Türkiye’nin Suriye ordusunun M-5’te ilerlemesini durdurmak için harekete geçtiği şubatın başında örgüt üyeleriyle bir toplantı yapan Ebu El Fetih Yahya El Ferğali, Türkiye ile hangi gerekçelerle işbirliğine gittiklerine açıklık getirirken, Türk halkını “Müslüman,” Türk ordusunu “kâfir” olarak niteliyor. Ferğali’ye göre HTŞ, Türkiye’nin 8 Ekim 2017’den itibaren İdlib’de askeri gözlem noktaları kurarken kendi koşullarını dayatabilecek konumdaydı. Bu koşullar, “askeri olarak kontrolün HTŞ’de olmasını ve gerektiğinde Türk ordusunu gönderebilmesini,” “Türklerin mahkemeler dâhil İdlib’in yönetimine karışmamasını” ve “cihadi grupları sınırlayacak müdahalelerden uzak durmasını” içeriyordu.
Bu arada Türkiye destekli grupları sahadan silip İdlib’in yüzde 90’ını kontrol eder hâle gelen HTŞ, 2019’un ortalarına kadar Türk ordusunun yeni konuşlanma planlarını reddedecek durumdaydı. Fakat Suriye ordusunun İdlib’de ilerlemesi, Türkiye’nin de tek taraflı olarak daha fazla asker yığması karşısında HTŞ üstünlüğünü yitirdi. Artık HTŞ “gelme” dese de Türk ordusu bölgeye yerleşiyor.
Ferğali, “din dışı” olarak gördükleri Türkiye ile işbirliğini, cihadi ideolojide gördüğümüz koşulların dayatmasına bağlı olarak “bir kâfire karşı diğer kâfirin yardımını alabilme” (Al-isti’ana bil-kafir ala al-kafir) kuralıyla açıklıyor.
Ferğali’nin bu toplantısı, muhtemelen HTŞ’nin Türkiye’nin sağladığı zırhlı araçları kullandığı ve onlarca Türk askerinin öldüğü Serakıp muhaberesinden önceydi.
Mart sonunda toplantının ses kaydı sızınca Ferğali, 1 Nisan’da bir açıklama yaparak bir “Türk işgali”ne yönelik kaygılar bulunduğunu belirtip, “Bütün işgalcilere karşı savaşırız çünkü bir işgalcinin yerini başkası alsın diye kanımızı akıtmayız” dedi.
Türkiye 2017 ve 2018’de askeri gözlem noktalarıyla yetinip örgütleri kendi haline bıraktığı stratejiden farklı olarak bu kez İdlib’e Afrin senaryosuyla yaklaşıyor. Yani Türk ordusunun yedeğine takılmış örgütlerle doğrudan saha kontrolü. Bu durum sahadaki örgütleri daha ciddi tercihler yapmaya zorluyor.
Moskova Mutabakatı uygulamaya geçerse HTŞ ve diğer cihatçı örgütler mecburen Türkiye sınırlarına doğru kayacak. Bu süreç herkesi zorunlu olarak kritik bir yol ayrımına götürüyor: Cihatçılar ya Türkiye’ye cephe açacak ya Ankara için “kullanışlı” kıvama gelecek ya da ayrışmalara paralel olarak her iki seçenek birlikte işleyecek.
Suriye krizinde “ılımlılaştırma” ameliyesi bitmeyen bir fasıl olarak şimdi de gündemde. Fakat Colani’nin Tali’yi içeride tutmak için devreye girmesi, radikallerin ayrıştırılarak HTŞ’nin makul bir örgüte dönüştürülmesi beklentisiyle uyuşmuyor. Esasen tonlar değişse de ideolojik temellerinden asla kopmayan bu yapıların, biraz daha işbirliğine açık pozisyon almasından hareketle “ılımlılık” hikâyesi yazmak aldatmacadan öteye geçmiyor.
Bu tartışmalarda Uygur, Özbek ve Çeçenlerin oluşturduğu cihadi örgütlerden ses çıkmıyor. Ülkelerine dönme yolları kapalı olan bu savaşçılar, muhtemelen İdlib cephesi çözülürse “güven” içinde barınabilecekleri tek yer olarak Türkiye’yi gördükleri için dikkatli davranıyorlar. Yine de onlar için de bahse girmek insanı ters köşeye gönderebilir.
Al-Monitor / 15.04.20