M. A. nişanlanmıştı. Bir ev kiraladı kendisine. Eşyaları gelmeden önce akrabası L. A. ve arkadaşı Ö. K. ile birlikte evde kaba bir temizlik yaptılar. Ama kısa bir süre sonra iki polisi öldürmekten tutuklandılar. Evi “keşif amaçlı” tutmakla ve karşı dairelerinde kalan iki polis memurunu öldürmekle suçlanıyorlardı.
Savcıya göre kiraladıkları dairenin arka balkon kısmından “polislerin kaldığı dairenin balkonuna girmiş ve buradan sessizce içeriye sızarak” iki polisi susturucu taktıkları silahlarla öldürmüşlerdi. Ama bunu sadece üçü yapmamıştı. Yanlarında dört kişi daha vardı. Savcılık iddianamesine göre bu yedi kişiden hangisi “bizzat eylemi gerçekleştirdi”, “hangisi gözcülük yaptı” tespit edilememişti. Ama “eylemi iştirak halinde gerçekleştirdikleri sabit”ti.
Çözüm sürecini bitirdiği söylenen 22 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da işlenen polis cinayetleriydi sözünü ettiğim. Polis memurları Okan Acar ve Feyyaz Yumuşak yataklarında susturuculu tabancayla öldürülmüş halde bulunmuştu, üstelik kapıları zorlanmamıştı. Karşı kapı komşusu ve arkadaşları bu yüzden gözaltına alınmıştı. Onlarla birlikte olduğu iddia edilen diğer dört kişi ise o akşam akrabalarının taziye ziyaretinden dönerken polislerce durdurulmuş, araçlarındaki haciz meselesi nedeniyle karakola götürülmüştü. Ama karakolda cinayet zanlısı olarak tutuklanmışlardı.
Aradan geçen 17 ayda bu olaya karışan kimi ihbarcı yakınları, savcılar, hâkimler hatta polisler FETÖ’den tutuklandı. Masum olduklarını ve bir kumpasla karşı karşıya olduklarını söyleyen sanıklara ağır işkenceler uygulandı. Yetmedi, onların avukatı da gözaltına alındı. Tanık polislerin çelişkili ifadeleri ise hiç dikkate alınmadı. Muhalefet partilerinin Meclis’te verdikleri araştırma önergeleri reddedildi ve dosya karanlığa mahkûm edildi.
Ve bu yıl 12 Ocak’ta Şanlıurfa 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dördüncü duruşmada dava başka bir boyuta taşındı. Daha doğrusu savcının iddianamesi çöktü diyebiliriz. 17 aydır tutuklu bulunan yedi kişiden üçü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu üç kişi, savcının iddiasının temelini oluşturan isimlerdi.
Çünkü evi keşif için kiralamak, yan balkondan geçerek polislerin evine sızmakla suçlanmışlardı. Onlar tutuksuz yargılanmak üzere bırakılırken diğer dört kişi ise tutuklu yargılanmaya devam edeceklerdi. Çünkü bu dört kişi hakkında cinayetin işlendiği gece ve ertesi gün iki ayrı ihbar yapılmıştı. İki telefon ihbarında da söylenenler neredeyse birbirinin aynıydı: “Vicdanım sızlıyor.”
Cinayetin işlendiği gece telefon açan Zeki adlı şahıs, çok emindi bu dört kişinin cinayeti işlediğinden. İsimlerini tek tek sayıyordu ve polisin “Nereden biliyorsun” sorusuna “Ben hepsini biliyorum. Benim vicdanım sızladı. Ben bu işi kapatamadım. Bunlar yapmış” diyordu. Ertesi gün telefon açan Ali adlı ihbarcı ise aynı isimleri söylüyor, polisin “Nereden biliyorsun onların yaptığını” sorusuna “Orayı çok karıştırma” yanıtını veriyordu.
Polis içinse bunlar cinayet için yeterli “deliller” olmalıydı ki o dört isim hâlâ tutuklu.
İktidarın çözüm sürecini bitiren cinayet olarak adlandırdığı Ceylanpınar’da bugüne kadar birçok soru işareti ortaya çıktı. Ve hiçbiri aydınlatılamadı. En son dosyanın temel taşını oluşturan iddia da çöktü. Ama görünen o ki muktedirler “orayı çok karıştırmak” istemiyor. Onlar için Ceylanpınar tarihe çözüm sürecini bitiren cinayet olarak yazılsın yeter.
O zaman da bize sormak düşer; son tahliyelerle savcının iddianamesi çöktü. Çözüm sürecinin bitirilmesi için bahane edilen iki polisin katilleri kim(ler)?
Cumhuriyet / 26.01.17