29 Ekim, Kefer Kasım kasabasının 1956’da ve Aylabun nahiyesinin de 1948’de tanık olduğu, kana boyanmış bir tarihti ve açıklanmamış tek amaç aynıydı. Birçok Filistin köyü, katliam ve imhaya maruz kalmıştı; ancak 30 Ekim 1948’de işgal edilen Aylabun, iki gün arayla iki katliama tanık oldu: Birincisi işgalin ilk gününde, ikincisi ise 2 Kasım 1948’de, yani günümüzden 72 sene önce gerçekleşti.
Şehitlerin ruhunu teselli etmek için düzenlenen özel ayine hazırlık yapmaya başlayan Bayan Hulva Matta (Ümmü Hanna), bu seneki anmaların beklenmedik biçimde ihmal edilmesini garipsediğini belirterek, tarafları bu konuda eleştiriyor: Yahudi gençleri, yıl dönümünde, soykırımda yok edilen yakınlarını anmak için her sene Polonya’ya gider; biz ise burada kendi evimizde, vatanımızdayız; buna rağmen, kendi vatanımızda toplumsal hafızamızı yok etmek için uğraşıyoruz.
Tanık olanların aktardıkları
Geçmişte çocukluğunu mahveden, dünyasını karartan ve bir türlü etkisini üzerinden atamadığı katliamın yıl dönümünde anma yürüyüşüne katılan Şeyh Ebu Atiyye, bu yaklaşımı eleştirenlerden bir diğer isim. O zamanlar Ebu Atiye daha on yaşındaydı ama İsrail devriyelerinin 2 Kasım 1948’de köyüne nasıl baskın düzenlediğini, ardından köyün içinden çekip aldığı 15 erkeği soğukkanlılıkla nasıl katlettiklerini net bir şekilde hatırlıyordu.
İsrail, Mavasi Aşireti’nin çoğunu Tiberyas, Safed ve Celile’nin geri kalanından sürdü ve sadece birkaç aile Aylabun ve Deyr Hanna’da kaldı. Ebu Attiye, Birleşmiş Milletler’in İsrail işgal devletinin kuruluşunu tanımasından aylar sonra İsrail tarafından gerçekleştirilen katliamın bütün ayrıntılarını hatırlıyor. Babası Atiyye ve iki erkek kardeşi de bu katliamda öldürülmüştü.
Ağladığı için özür dileyen Ebu Atiyye, televizyonda katliam sahnelerini izlediğinde göz yaşını tutamadığını söylüyor. Sözlerine hıçkırıklarla devam ediyor: “İsrail devriyesi köye baskın düzenleyip halkın silahlarını topladığında bütün evlere beyaz bayraklar asılıydı. Baskıncı çetenin komutanı, cebinden bir arananlar listesi çıkardı. 15 kişiyi tutuklamıştı. Köy, ekim ayında yaşanan işgalin ardından el Celil’e bağlı diğer köyler gibi teslim olmuştu. O zaman İsrail ordusu, arkadaşlarının evinin bahçesinde gün boyu tutulan komşu Mağar köyünün aşiretinin adamlarına refakat etmekteydi. Ebu Atiyye, sadece akrabalarının komşu bir köye götürüldüğünü söylemekle yetindi, orada olanların ayrıntılarını açıklamayı reddetti.
Köy ahalisinin şifahi tarih anlatımı, tutsakların ele geçirilmesinden bir gün sonra, İsrailli askerler Mevasi Aşireti’nin üyelerini bilinmeyen bir yere götürdükten sonra üzerlerine ateş açtı ve katliamdan sadece Sa’d Zeyb Mevasi, çok miktarda kurşuna hedef olduğu halde ölü taklidi yaparak kurtuldu. Annesinin yardımıyla Şam’a kaçan Mevasi, oradaki bir hastanede tedavi gördü ve sağlığına aylar sonra kavuşabildi. Mevasi, makineli tüfeklerin kullanıldığı katliamda kaç yakınının öldüğünü, 60’lı yılların sonunda vefat etmeden kısa süre önce öğrenebildi.
Bu olay, (Ebu İbrahim) tarafından Aylabun’un işgalinden sonra tanık olduklarını ve duyduklarını anlattığı yayınlanmış ifadesinde doğrulandı. Aylabun’a bitişik el-Şeyh kabilesi katliamını Ammice (halk Arapçasıyla) şöyle anlatıyor: “Onları tutukladıktan sonra Aylabun Çeşmesi’nin orada sıraya dizdiler, onları taramak istiyorlardı. El-Huri Mirkas, yerinden çıkıp bağırmaya başladı: “Boğazladıklarınız yetmiyor mu?” Askerler “Sen geç kilisene!” diye azarladılar. Tesadüfen Birleşmiş Milletler arabası geldi. Bu yüzden onları makinalı tüfeklerle tarayamadılar, ardından onları kuzeye naklettiler.
İki gün sonra koyunlarını otlatırken, Battuf Ovası’na bitişik Bab el Senaya bölgesine ulaştığında, orada, ağacın arkasına saklanan bir adam gördüğünü ve Saad el-Mavasi’yi hemen tanıdığını söyledi. “Ona ne olduğunu sordum, o da Yahudilerin ateş açtığını söyledi: “Biz 16 kişiydik, 14 kişiyi öldürdüler ve ben ve Muaccel el-Atiyye’ye kurşun isabet etti ama ölmedik. Bizim ölmediğimizi hissettiklerinde dönüp tekrar ateş açtılar. İki kaşının arasından vurulan Muaccel hemen orada can verdi. Bana gelince, kurşun başımın üstünden geçti, o zaman asker ‘ölmen gerekiyor’ dedi ve silahı ağzıma doğrulttu, tetiğe bastı. Kurşun boğazımı delip arka taraftan çıktı. Ama hâlâ ölmemiştim. Yaralanan Muaccel benden kendisini taşımamı istedi, o yıllarda 19-20 yaşımda olduğum halde ona ‘seni taşıyamam’ dedim.”
Muaccel, Zahya el-Fevvaz adlı bir kadının geldiğini ve onu sırtında taşıdığını, sonra onu bir eşeğin üstüne koyup Bab Al-Numais alanındaki bir mağaraya kadar getirdiğini, sonra onu mağarada sakladığını anlattı. Ona yemek ve su getirmek için dışarı çıktığında Siyonist Hagana çetelerinin durumu fark edip su götürdüğü kişinin kim olduğunu sorduklarında, kadın, “Annesi geldi ve onu Suriye’ye götürecek. Şu an mağarada dinleniyor” dedi. Bir süre sonra yaralı gencin gerçekten de annesi gelip onu Suriye’ye götürdü, orada 20 sene daha yaşadı. Sonrasında, Muaccel, “Hayatımı kurtaran kız kardeşim Zehiyye’ye selam olsun” diyerek sık sık Şam radyosundan selam gönderiyordu.
Şehitlerin cesetleri, Aylabun’daki Müslüman mezarlığına toplu bir şekilde gömülmeden önce, 1968 yılına kadar bir mağarada gömülü kaldı. Şehitlerin gömülme sürecini hatırlayan tanıklar şunları söylüyor: “Erkek kardeşim Muhammed, İsmail el-Hamid ve İbn İsmail el-Hüseyn ve ben, Mavasi ailesinin kurbanlarını ziyarete gittik. Gençlerin cesetlerini Babü’s Senaya bölgesinde bulduk, üst üste yatıyorlardı. Mermilerin izleri açıktı, kurşun kiminin göğsünü delmiş kiminin de alnına isabet etmişti.”
“Olan biteni hâlâ hayatta olan Saad’dan öğrendim. Bana yerlerini gösterdi, kardeşim ve diğerlerine seslendim. Haganah güçleri bize saldırmasın diye bizden birinden etrafı kolaçan etmesini istedik. Cesetleri el-Battuf Ovası’na bitişik Harbet Ayn al-Nataf’ta bir mağaranın içine koyduk. İsrail su şirketi Mekorot, Katar su projesi kapsamı çerçevesinde su kanalını kazmaya başladığında, cesetleri traktörlerle taşıdık. Bir süre sonra Aylabun’da bir mezarlık inşa ettik ve ceset kalıntılarını getirip buraya gömdük.”
Kilise avlusu
Katliamdan sağ kurtulan ve Aylabun’da olanlar hakkında bilgi sahibi olan Şeyh Ferid Zureyk, vefatından önce Aylabun halkının 30 Ekim 1948 Cumartesi günü şafakta, Hagana çetelerinin gerçekleştirdiği patlamalarla panik içinde uyandığını, ardından çete üyelerinin kasaba halkının meydanda toplanmasını istediklerini anlattı. Ebu Zureyk, köylülerin Filistin Kurtuluş Ordusu’nun bölgeden çekilmesinden sonra kasabada kalmaya karar verdiklerini kaydetti.
Sözlerini şöyle sürdürdü: “Kilise bahçesinde bulunan kalabalığının önünde, bizimle birlikte kalan Ürdünlü bir adamı öldürdüler. Mesajları açıktı: “Bu, burada kalan herkesin kaderidir.” Meydana gelen panik ve korkuya ilaveten, çocukların ve kadınların ağlaması karşısında, rahipler kilisenin içine girip korunmamıza izin verdi. Ancak (Siyonist) ordu, birkaç hafta önce sürgün edildikleri Lübnan’dan Vatikan’ın müdahalesiyle kurtulanların arasından 16 genci tutukladıktan sonra, halkın tamamını uzaklaştırdı. Tutuklanan gençler olaydan bir kaç saat sonra infaz edildi.
Yahudi hatıraları
İsrailli Yahudilerin kurduğu ‘Zochrat’ Derneği’nin iki katliamı belgeleyerek geçmişe katkıda bulunması, sözlü ve yazılı kaynaklara dayanarak Arapça ve İbranice broşürler dağıtması dikkat çekti. Dernek eski başkanı Eitan Purischein, derneğin kuruluşundan bu yana Filistin’in sözlü tarih anlatısını İsraillilere aktarmak için çalıştığını açıkladı.
‘Hatıralar’ projesinin gerçekten İsraillileri 1948’de tam olarak ne olduğu sorusu hakkında daha fazla bilgi sahibi yapıp yapmadığına yanıt olarak, Purischein, “Biz İsrail’i, barışa ve mültecilerin dönüşüne ön hazırlık olması bakımından Nekbe’yi tanımaya, mültecilerin geri dönüşüne izin vermeye ve bunun sorumluluğunu almaya çağırıyoruz. Bu olmadan, barış havada kalacak ve uzlaşma sağlanamayacak” şeklinde konuştu.
Öte yandan Benny Morris adlı İsrailli tarihçisi, katliamı haklı çıkaran ’48 Savaşı’ kitabında Haganah çetesi milislerinin, Filistin Kurtuluş Ordusu’nun Aylabun yakınlarında öldürdüğü iki İsrailli askerin başını bulduğunu söylüyor.
‘Aylabun oğulları’ filmi
2010 yılında ilk kez, köylülerin sınır dışı edilmesinden önce meydana gelen katliamdan kaçan görgü tanıklarının gözyaşlarıyla anlattıkları ve Hişam Zureyk’in yönettiği ‘Aylabun Oğulları’ isimli film gösterildi.
İlerici İsrailli tarihçi İlan Pape ise filmde Filistinlilerin topraklarından nasıl sürüldüklerini ve sürgünün tarihî arka planını anlatıyor. Pappe, ayrıca, David Ben Gurion’un Siyonist örgütler eliyle yürüttüğü korkunç katliam ve etnik temizlik planını İngilizce olarak seyircilere aktarıyor. Filistin’de Etnik Temizlik kitabının yazarı Pappe, Filistinlilerin topraklarını savaş nedeniyle terk ettiklerini iddia eden Siyonist anlatının ne kadar gerçek dışı ve uyduruk olduğunu aktarıyor. Pappe, Siyonistlerin ülkeyi Arap sakinlerden temizleme planını uygulamak için savaşı beklediklerini ve vakti geldiğinde de onu kullandıklarını anlatıyor.
İsrail arşivlerinden hareketle tehcir olayını anlatan Pappe, otuzlu yılların başlarında Siyonist unsurların erkekleri kadınlardan ayırıp gençleri katletmeye başladığını, nüfusun geri kalanını kovmak için Filistin’i on askeri bölgeye böldüğünü vurgulayarak, bu planın ayrıntılarını dile getiriyor.
- Yazının aslı Asquds Alarabi sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)
Gazete Duvar / 25.05.20