Bu haftaki The Economist dergisinde “Büyük yavaşlama” başlıklı bir yorum var. Yükselmekte olan ekonomilerde başlayan yavaşlama, dünya ekonomisinde bir dönüm noktası oluşturuyormuş. Bu yeni dönemde liberal ekonomik modele olan ilgi yeniden artabilir, Batı özgüvenini biraz olsun yenileyebilirmiş. Ne diyelim? Çan seslerini duymuş The Economist, ama kimin için çaldığını bilmiyor.
Ekonomistler, politikacılar mali krizin yarattığı ortamı tanımlarken “Büyük Bunalım” kavramını kullanmamayı başardılarsa bunu, BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkelerinin, “yükselen ekonomilerin” büyümeye devam ederek dünya ekonomisini peşlerinden sürüklemelerine borçlular.
Mali krizle birlikte dünya ekonomisinin ortalama büyüme hızı yükselmekte olan ülkelerin katkıları sayesinde yüzde 2.5’in altına düşmekten kurtuldu. Yüzde 2.5 dünya ekonomisinde resesyon sınırı olarak kabul ediliyor.
‘Büyük yakınsama’
Peterson Institute’den Arvind Subramanian ve Martin Kessler’in bir çalışmasına atıfla The Economist, “Büyük Yakınsama” (Great Convergence) dediği bir olguya işaret ediyor. 1960’tan 1990 sonuna kadar, gelişmekte olan ülkelerden yalnızca yüzde 30’unun kişi başına hasıla oranı Amerika’nınkinden daha hızla artmış. 1990’ların sonundan sonra bu oran yüzde 75’e yükselmiş. Geride bıraktığımız on yıl içinde “yükselmekte olan ekonomiler” grubunun dünya hasılası içindeki payı da yüzde 38’den yüzde 50’ye yükselmiş. Bugün BRIC ülkeleri, en büyük on ulusal ekonomi içinde yer alıyorlar.
1990’lar boyunca, neo-liberal küreselleşme yayılırken, bu ülkelerin hızlı büyüyen ekonomileri, “gelişmiş” ülkelere yeni yatırım, ucuz ithalat olanakları sunuyordu. Ancak Asya krizinden sonra bu ülkelerin ihracatları dünya ekonomisinde gelişmiş ülkelerin pazarları üzerinde basınç yapmaya, “uluslararası dengesizlikler” oluşmaya başladı: Gelişmiş ülkelerde dış açıklar, gelişmekte olanlarda dış fazla, rezerv birikimi oluşuyor, bu rezervler gelişmiş ülkelere borç olarak veriliyor, bu borçlar da ithalatı, finansal hareketleri teşvik ediyor, “dengesizlikler” büyümeye devam ediyordu.
Bunlar, uluslararası sermayenin birikim sürecini gittikçe genişleyen finansal hareketler üzerinden desteklemeye, tüketici talebini kredi genişlemesiyle ayakta tutmaya, borçları menkulleştirerek riski sırtından atmaya çalıştığı “finansallaşma” döneminin de sonuna gelindiği yıllardı. “Finansallaşmanın” mali krize yol açmasıysa, neo-liberal küreselleşmenin tükendiğini gösteriyordu.
Mali krizle birlikte merkez ülkeler, ekonomilerini spekülasyon ve kredi genişlemesiyle destekleme olanaklarını kaybettiler. Artık devletin mali sisteme yönelik, trilyonlarca dolarlık kurtarma paketlerine, ABD merkez bankasının günde 85 milyar doları bulan niceliksel genişleme dediği parasal destelere dayanarak ayakta kalmaya çalışıyorlardı.
Bu ortamda gelişmekte olan ülkelerin büyüme eğilimleri, merkezden çevreye kısa dönemli sermaye hareketleriyle hem güçlendi hem de istikrarsızlaştı. BRIC ülkeleri büyümeye devam ederken kriz eğilimlerinin ihraç edilebileceği alanlar; kârların gerçekleşmesi için talep, finans sermayesini emecek borsa, devlet borçları, üretim için ucuz işgücü gibi olanaklar sunuyorlardı ama, “Merkez” de kriz eğilimlerini, ekonomik modelini çevreye taşıyordu.
Yükselmekte olan ekonomilerin yapılarıyla, “gelişmiş” ülkelerinkiler arasında, liberalizm, teknolojik gelişmeler, finansal modeller üzerinden bir yakınsama gelişince, karşı karşıya kalınan sorunlar arasında da bir yakınsama oluştu.
Kapitalist dünya ekonomisinde yakınsama, her yerde benzer sorunların öne çıkması, bunları dışsallaştıracak alanların da bitmesi anlamına gelir. O zaman kendi pazarını koruma, dış pazarlar, kaynaklar üzerinde rekabeti sertleştirme eğilimleri güçlenmeye başlar. The Economist, BRIC ve diğer gelişmekte olan ülkelerin yavaşlamaya başlamasına işaret ederken, liberalizme ve “küreselleşmeye” ters bir ortamdan söz ettiğinin ayırdında değil.
Nouriel Rubini, Project Syndicat’taki, yorumunda, yükselmekte olan ülkelerdeki yavaşlama eğilimine işaret ederken, bu döneme yüksek cari açık, bütçe açığı ve yüksek borçla giren ülkelerin ekonomilerinin çok kırılganlaşacağını vurguluyor; Türkiye, Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan’ın altını çiziyor. Tam bu noktada aklıma Wall Street Journal’da (Türkçe) okuduğum bir araştırma geldi. Türkiye’de özel sektörün borcu 10 yılda on kat artmış.
Cumhuriyet / 31.07.13